Translate

reality etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
reality etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2019 Pazar

Nevruz, Türk bayramı değildir



Newruz Türk bayramı değildir,Newruz bir sassani/Pers/Fars/iran bayramıdır;

1-Newruz un Türk bayramı olduğunu iddia edenler,bunun hun-göktürk’lerde Ergenekon /Çıkış destanı ile bağlantı aramak amacıyla muhtelif bazı Çin kaynaklarına dayandırmaktadır.Bu Çin kaynaklarını araştırdığımızda Hun ve Göktürklerin bahar zamanında bunu bir şenlik olarak kutladıkları, piknik yaptıkları yazar ki bunu bugün dünyanın 4 bir yanında en eski antik zamanlardan beri yapmayan halk ülke kavim yok zaten.Çin kaynaklarında nevruzun ayırt edici özellikleri olan ateş yakma, ateşe yönelik ayin ve faaliyetler ile Mecusi Zerdüşt inancın temel özelliklerine dair belirtiler asla Türklere dair olarak gösterilmemektedir.Bu noktada işin aslı;




İran'da Zerdüşt öncesi dönemlerden itibaren hasat kutlamalarını ifade eden Mihrican'la (Mehregan, Mihragan) bahar kutlamalarını ifade eden Nevruz'un var olduğu bilinmektedir (Bakınız Widengren, 1968; Yarshater, 1987). İranlılarca kendi dillerinde Nevruz (Now Roz) yani "Yeni Gün" diye adlandırılan ve aynı zamanda yılbaşı festivali olarak da kutlanan bahar bayramının kutlanılışına dair deliller Akemenidler dönemine ait kabartmalarda mevcuttur. Bu döneme (M.Ö. 559-330) ait saray duvarlarında bulunan temsili resimler, birçok bilim adamının da vurguladığı gibi (Boyce, 1979; Eliade, 1978) Nevruz bayramında krala yapılan yıllık hediye takdimini temsil etmektedir. 

Geleneksel İran düşüncesi, İran'da güneş takviminin ilk ayı olan Ferverdin ayının ilk gününde bahardaki gündüz-gece eşitliği döneminde kutlanmaya başlanan Nevruz festivalini efsanevi İran kralı Cemşid'le yada Mecusiliğin kurucusu Zerdüşt'le ilişkili olarak görür. Başta M.S. 11. yy. da yazan Şehname yazarı Firdevsî olmak üzere birçok kişiden gelen rivayetler Nevruz'un kurumsallaşmasını Cemşid'e dayandırır. Buna göre Nevruz bayramı Cemşid'in, ifritlerce çekilen ilahi bir saltanat arabasıyla göklere yükselmesi anısına kutlanmaktadır. Saltanat arabasını çeken bu ifritleri Cemşid'in yakaladığına ve insanların hizmetine verdiğine inanılır (Yarshater, 1978).

Bir başka delil ise; Nevruz'u Zerdüşt'le irtibatına dair araştırmalardır.Buna göre Zerdüşt, eskiden beri var olan ve ateşin kutsiyeti anısına kutlanan bahar bayramını Nevruz şeklinde düzenleyerek yeniden tesis etmiştir (Boyce, 1979).

  
2- Yine nevruzu Türk’ün bayramı olarak göstermek isteyen bazıları ;Zerdüşt’ün Azerbaycan iran menşeili olmasından ötürü onun Türk asıllı olduğu ve Zerdüştlük üzerinden nevruz kutlamasının da bu bağlamla Türk menşeili olduğunu ve hatta Nevruz kelimesinin öz be öz fars kökenli bir kelime olmasına rağmen, Türklerin İranlılara bunu sokup yaymak için güya bilerek nevruz gibi farsça bir kelimeyi seçtikleri gibi akla mantığa delile ve hiçbir kaynağa dayanmayan komik iddialar ortaya atarlar.O zamanki farsi iran coğrafyasından uzak olan ve bunlarla ilişki içinde olmamış Türk topluluklarında da fars kökenli nevruz kelimesinin yaygın olması ,bu ritüelin Türklerden değil,farsi Perslerin etkili oldukları zamanlarda Türk kabile ve aşiretlere bunu yaydıkları anlamına gelir.

İşte,Burada bazı araştırıcılarca dile getirilen, Şehristani ve Mes'udi gibi çeşitli İslam alimlerinin, Zerdüşt'ün kuzey İran'da Azerbaycan bölgesinde doğmuş olduğuna ilişkin görüşlerine dayanarak, Zerdüşt'ün bir Türk olabileceği ve dolayısıyla Zerdüşt tarafından başlatılan Nevruz bayramının da bir Türk bayramı olduğu yaklaşımının pek tutarlı olmadığını belirtmek gerekir. Zira, şu anda Azerbaycan'ın yer aldığı topraklarda doğmuş olduğu kabul edilse bile, yaklaşık olarak M.Ö. 6. yy. da yaşayan Zerdüşt'ün kendisinden 1400- 1500 yıl sonra Orta Asya'dan göçler sonrası o yöreye gelip yerleşen Türk boylarıyla (Gerçek öz öncü Türkler) bir ilgisinin olmadığını , olamayacağını bilmek gerekir.




3- Nevruz, İslam öncesi İran'da hem dinsel hem de milli karakter taşıyan tam anlamıyla bir bayram özelliğini tamamen karşılamış olarak kutlanmıştır. Türklerde ise bu nebze böyle bir milli ırksal ve dinsel vurgu görülmez ,hatta nevruz a dair dinsel ve ırksal söylemlere yer dahi verilmez.Bu nedenle nevruz orta asya da Türkler haricinde bir çok ırk inanç ve kültürde de aynı oranda yer buldu.Bunu ,Kürtler ise son zamanlarda siyasi politik bir mecraya çekerek milli bir kürtçülük havasıyla yorumlayıp, Zerdüştlüğü de yine milli bir kürt dini şeklinde yorumlayıp atıfta bulunup bütünleştirerek propaganda yapmaktadırlar.Bu propaganda faaliyetleri newruz un bir pers fars geleneği olduğu gerçeği karşısında yenilgiye uğradığı gibi, yine Kürtlerin bunu kendilerine mal edebilme çalışmaları bile nevruz un Türklerin yer aldığı orta asya halklarının milli ve manevi kültürlerinde çokça yer edememiş olmasının da bir sonucu olarak karşımıza çıkar.İşte bu nedenle Kürtler bunu böyle kendilerine alıp mal etmeye çalışabilmiştir.




Gerçi Kürtler nevruzu sosyo-politik bir Kürtçü zihniyete mal etmeye kalkışmamış olsalardı da nevruz bu noktada her zaman tartışmalı bir konu olmuştu.İranlıların, Nevruz günü olan 21 Martı efsanevî krallar Kiyumers ve Cemşid'in tahta oturuş günü olarak görmeleri ve ayrıca bu günün, kahraman-kral Feridun'un, Cemşid'in iki kızını esir alan dev Azdahak'ı yenip öldürdüğü gün olduğuna inanmaları (Heyet, 1995; Eliade, 1978; Widengren, 1968), Nevruz'un İran geleneğindeki milli karakterine işaret etmektedir. Milli bir bayram olarak Nevruz, İran'da yalnızca Mecusi dinsel geleneği bağlılarınca değil, tarih boyu çeşitli inanç sistemlerine inanan İranlılarca kutlana gelmiştir. Nitekim İran'ın İslamlaşması sonrası da bu bayram, İslami bir yorum ve değerlendirmeye tabi tutularak kutlanmayı sürdürmüştür. Yine İslam sonrasında ,İslam öncesi geleneklere oldukça bağlı kalarak harici bir akım halinde İran da doğan fars ve sassani kökenli Bahai akımı da Nevruz un odak noktası ve İslam dünyasına etki ettiği ana unsurlar arasında yer aldı.
Dediğimiz gibi ,Türklerde ise nevruz hep İslam öncesi bir gelenek olarak kalmış,sonraki değişim ve çağlara etki edemeyerek eklenti halinde kalmıştır.Daha sonra İslami söylemlerle Adem in yaratılışı,Hz.Ali nin doğuşu,evliliği,peygamber tarafından asıl halife ilan edilmesinin hep bu günle anılması da yine şii Türklere bu İslam öncesi Mecusi geleneği olarak nevruz un  kutlanmaya devam ettiği farsi iran da bunun İslami yorumunun etkisiyle geçmiştir.Tabii ki bu İslami yorumların gerçekle uzaktan yakından alakası yok,İslamlaşan İranlılar eski Mecusi geleneklerini sürdürebilmek için İslami atıflar yaparak bunu yumuşatmışlardı.Orta asya Azerbaycan şii ve alevi Türklere de bu böyle etki etti kısmen.Ama yine de nevruz orta asya da dini ve milli özelliklerinden farsi iran a oranla daha yoksun bir biçimde kutlanmıştır.


4- Diğer bir önemli nokta ise ;nevruz olgusunda asla yadsınamayacak olan ‘Ateş’ olgusudur.Bu bile nevruz un özünün Türkere ait olmadığının, nevruzun Bir Türk geleneği olmadığının başlı başına bir kanıtıdır.Türklerin tarihte ateşe taptığı ateşe dair bir tür kutlama eylem yada bayram yaptığı hiç görülmemiştir.Bu nevruz un Türk bayramı olduğunu iddia edenlerin dayandırdığı Çin kaynaklarında da hiçbir şekilde geçmemektedir.Nevruz un en dikkat çekici ve ayırt edici özelliği ise fars ve Perslerin ataları olan Sassanilerin ateşe tapan ateşi yücelten ve bunu doğa ve bahar ayıyla bütünleştiren Mecusi dinidir;
İran'da Nevruzun tarımsal ve kozmogonik karakterli bir festival olarak kutlanması da dikkat çekicidir. Bu çerçevede Mecusilerce genelde tabiatın, özelde ise ateşin yaratılışıyla ilişkili bir bayram olarak görülen Nevruz, ateşin efendisi Aşa Vahişta'ya atfedilmektedir (Boyce, 1979). İranlıların Nevruz'a ilişkin yaklaşımlarında "ölüp yeniden dirilme" motifini görmek mümkündür.


 Söz konusu farsi mitolojik olguya göre, ayla özdeşleştirilen ve Mitra'nın yardımcısı olarak görülen ilahi varlık Rapitvan, uzun kış günlerinde bitkilerin köklerini ve su kaynaklarını kötü güçlerce yaratıldığına inanılan dondan korumak amacıyla sonbaharda yer altı dünyasına inmekte, kış bitiminde yeni yılın ilk günü olan Nevruz'da tekrar yeryüzü alemine çıkmaktadır. Dolayısıyla Nevruz, sonbaharda yeryüzünden ayrılan bitkilerin ve suların koruyucu tanrısal varlığı Rapitvan'ın baharda tekrar yeryüzüne dönüşünü kutlamaktadır (Yarshater, 1987). İran mitolojisindeki Rapitvan'ın yer altı alemine inişi ve baharda tekrar yeryüzüne yükselişi tasavvuruyla eski Mezopotamya geleneğindeki bitki tanrısı Tamımız (Temmuz) ya da Dumuzi'nin sonbaharda yer altı alemine inişi ve baharda tekrar yeryüzüne çıkışı düşüncesi arasındaki yakın paralellik bilimsel anlamda ortadadır.

Eski İran'da Fravaşiler için düzenlenen Hamaspathmaedaye kutlamaları Mecusilerce Nevruz'la birleştirilmiş ve Nevruz eski yılın tüm çirkinlik, uğursuzluk ve kıtlığının bittiğini ve sevinç, bolluk ve bereket vadeden yeni yılın başladığını gösteren bir bayram olarak kutlanmıştır (Yarshater, 1987). Yine Mecusilerce gerek Nevruz günü gerekse Nevruz kutlamalarını içine alan ve aynı zamanda "Nevruz" diye de adlandırılan yılın ilk ayı Fravaşilere tahsis edilmiştir (Boyce, 1979).


 İran tarihinde Nevruz kutlamaları her dönemde görülmektedir. Erken dönemlerde yalnızca bir günlük bir festival olduğu tahmin edilen Nevruz'un ilerleyen süreç içerisinde birkaç günlük hatta bazen birkaç haftalık bir kutlama şekline sokulduğu görülmektedir. Nevruz kutlamalarının saray duvarlarındaki kabartmalarda resmedildiği Akamenidler dönemi sonrası Sasanilerce de bu kutlamalar sürdürülmüştür. Sasaniler döneminde (M.S. 226-652) Nevruz'un kutlanış tarihi ve süresiyle ilgili bazı değişiklikler göze çarpmaktadır. Örneğin Orta Sasaniler döneminde, yeni yıl kutlaması Babilliler deki uygulamaya paralel şekilde biri ilkbahardaki diğeri ise sonbahardaki gündüz gece eşitliği döneminde olmak üzere yılın iki döneminde kutlanmaya başlanmıştır. 

Yine Nevruz'la ilgili olarak dört kutlama yapılmıştır. Bunlardan "rahipler Nevruz'u" adı verilen kutlamalar Adar ayının biriyle altısına, "halk Nevruz'u" denilen kutlamalar ise Ferverdin ayının biriyle altısına denk düşmektedir (Boyce, 1979). Sasaniler döneminde Ferverdin' in birinde (21 Mart) kutlanmaya başlanan Nevruz altı gün sürerdi. Altı günlük bu kutlamaların yeni yılın ilk gününe denk düşen birinci gününe Küçük Nevruz (Navruz-i Kucak) ya da Halk Nevruzu, altıncı gününe ise Büyük Nevruz (Navruz-i Buzurg) ya da Asil Nevruzu (Navruz-i Has) adı verilirdi (Taqizadeh, 1938; Gray, 1912). Ferverdin ayının altısındaki Büyük Nevruz, Mecusîlerce Zerdüşt'ün doğum günü olarak da kutlanırdı (Boyce, 1979)


 5- Güya Türk bayramı denilen nevruzdaki bazı ritüeller bizzat bunun pers fars Mecusi dini ve milli bayramı olduğunu kanıtlar;
a)ateş yakmak ateşe yönelik yüceltme ve ritüeller; Sassani pers Mecusilerinde ateşin efendisi Aşa Vahişta'ya atfedilmiştir aynı zamanda ,kışın bitki köklerini koruyup baharda bolluğun gelmesine neden olarak görülen tanrısal varlık Rapitvan a adanmıştır.
b)Tarlaya tohum ekme ritüeli;  Mecusilerde Rapitvanı yüceltmek için 7 tarlaya önceden hazırlanan 7 tohum ekilirdi. Arpa buğday gibi tahıl tohumlarının çimlendirilmesi. (Bîfûnî -1879. Yarshater- 1987)


c)Nehre yada akarsuya çeşitli özel nesneler atmak; Özellikle Türklerde Azerbaycan’da nehre mendil atmak şekilde vuku bulan nevruz ritüeli de eski Mecusiliğe dair sabii kolunun halen çokça uyguladığı bir ritüeldir. Zira ışık ve hayat unsuru olarak değerlendirilen akarsu, Sabii inancında kişilerin davranışlarındaki kötülükleri ve günahı temizlemekte, yeryüzüyle ilahi alem arasında bir köprü vazifesi görmektedir . Mecusilikten kalma İran geleneğindeki bu uygulamada da akarsulara atfedilen böylesi bir değerin rolü olabilir. (Gündüz, 1995).

d)Yine bir yıl boyunca kaplarda bekletilen suyun nevruzda evden dışarı boşaltılmasıyla kötülük ve uğursuzluklardan arınma ritüeli de eski Mecusi iran pers adedidir.Yine ,öküz kurban edilmesi ritüeli de İran geleneğinde boğa, hem Mithra'nın özel hayvanı olması, hem de yaratılışta önemli bir yere sahip olması açısından önemli bir yer tutmakta ve eski dönemlerde Mecusilerce kurban hayvanı olarak kullanılmaktaydı (Boyce, 1979).


Boyce (1979:72) ve Eliade (1978:319- 320) gibi çeşitli araştırmacıları, haklı olarak İran geleneğindeki Nevruz bayramının kaynağının Babil olduğu ya da İran Nevruz kutlamalarındaki birçok ritüelin Mezopotamya geleneğinden etkilendiğini de ortaya koyar.Bunun iran fars pers öncesinde sassanilerden de öncesinde babile dayandığı düşüncesi arkeolojik bir çok olguda da ortaya çıkar.Buradan da bu inanış yada kutlama her neyse  Türklere hiçbir zaman değmemiş alakadar olmamış olduğu görülür.

Destekleyen kaynaklar;

- E.S. DROWER (1937), The Mandaeans of Iraq and İran. Their Cults, Customs Magic Legends and Folklore, Oxford.

- J.A. BLACK (1981), 'The New Year Ceremonies in Ancient Babylon", Religion, 11.

- M. BOYCE (1979), Zoroastrians. Their Religious Beliefs and Practices, London.


 - M. ELIADE (1978), A History of Religious Ideas, d, The University of Chicago Press.

- L.H. GRAY (1912), "Festivals and Feasts (Iranian)", Encyclopaedia of Religions and Eflıics, ed. J. Hastings, T. & T. Clark, Edinburgh, cilt;5, sayfalar ;872-875.

- S.A. PALLIS(1926), The Babylonian Akîtu Festival, Copenhagen.

- J. HENNINGER (1987), "New Year Festi vals", Encyclopedia of Religions, ed. M. Eliade, MacMillan Publ. Com., New York, cilt;10, sayfalar; 415-420.

- E. YARSHATER (1987),"Nawruz",Encyclopedia of Religions, ed. M. Eliade, MacMillan Publ. Com., New York, cilt;10, sayfalar; 341-342.

- G. WIDENGREN (1968), Les Religions de Iran, çeviri; L. Jospin, Paris.

- D.W. THOMAS (1958), Documents from Old Testament Times, New York.



Türkiye'de Nevruz Olgusu

Türkiye de nevruz genel manada kutlanmaz,kutlanmaması da çok normal. Kadim Türk tarihinde 2 tip akım vardır;Birincisi, anayurtta durmayıp özellikle batıya doğu akınlar yapan saldırgan atak savaşçı fetihçi türkler ve diğeri ;anayurtta kalıp doğa tarım hayvancılık ovacılık yaylacılık kültürü ile yaşayan sabit oturgan türkler.

Bunun son islam peygamberi öncesi olayından bakarsak; Türkler aya ve gökyüzüne inanırlardı.Şaman ve tengrici inancın kökeni de budur.
Bu insanların ateşle ve doğayla alakaları yoktu .Bunlar savaşçı göçebe talancı bir kültüre sahiplerdi. Nevruz gibi saçmalıkların öncü Türklerde yeri yoktu.Bu öncü Türkler, islam ın yayılması noktasında savaş ve ticaret olguları neticesindeki işbirlikleri sonucunda sunni islama dahil oldular ve islamın en önemli sancaktarı savaşçıları olmaya devam ettiler.Bu noktada da İslam dışı ve Türklük dışı nevruz gibi sapkın olgular Bu akıncı talancı göçebe Türk topluluklarında hiç bir zaman yer bulmadığından geleneklerinde de yer etmemiştir.Türkiye de de bu nedenlerle kutlanmadı.Türkiye’nin selefleri Osmanlı ve Selçuklularda da kuzeyli kıpçaklar ve oğuzlarda da bu temel manada kutlanmıyordu,lakin bu etki neticesinde Bu kutlamalar gayri resmi halk ananeleri biçiminde günümüze dek kutlanagelmiştir.


 Peki nevruzu kutlayan Türkler kim ve bunu neden kutluyorlar? Geleneklerine nevruz nasıl girdi ve yayıldı?Bu sorulara ilk bakış açısı itibariyle demin bahsettiğimiz noktadan ele alırsak eğer;
İşte bu Türkler anayurtta yerleşik kalan, sabit tarımcı hayvancı ,doğa ile yakın Türk  topluluklarıydı diyebiliriz.Bunlar zamanla farsların ve perslerin öncülleri olan Sassani kültüründen etkilendiler.Son İslam peygamberi öncesinde en sağlam ve yaygın inançlardan birisi Sassanilerin sahip olduğu ateşe tapan mecusi inancıydı.

Bu mecusi kültürü orta asya ve türk yurtlarında etki alanı bularak yayıldı.Baharın gelişi ve doğanın uyanışını kutlamak ve ateş yakıp eğlenceler düzenlemek ateşe yönelik faaliyetler yapmak..vb mecusi inancıdır. Bu inanç orta asyaya yayıldı böylece burada sabit kalan türkler üzerinde etkili olup geleneklerine girdi ve kutlandı.Burada mecusilikten sonra farsiler üzerinde etkili olan şii akımın bunun üzerinden de  orta asya halklarına ve orada sabit kalan türklere etki etmesiyle de görmekteyiz.Bu etki, aslında pek bilinmeyen bir yolla Türklerin şii etki ile iran üzerinden İslamlaşmaya başlamasının da etkisini kesinlikle göz ardı edemeyiz.




  Burada kalan sabit Türklerde, batıya akınlar yapan göçebe Türklerin aksine ilk kez şii İslamla tanıştılar ve şii oldular. Şiilerde nevruz inancı yer bulmaya devam etti ,çünkü şia fars kökenli bir akımdır,farsilerin ataları sassanilerden gelen mecusi adetleri de önceden değindiğimiz gibi İslamlaşma neticesinde buna uydurularak nevruz geleneği gibi şiilikte devam etmiştir.İşte bu nedenle nevruz olayı genellikle şii kökenli Türk ve İslam topluluklarında yer buldu.Ama orta asya coğrafyasında sadece Türkler yoktu ,gürcü, kürt ve peştunlarda da bu mecusi ateşe tapma doğayı yüceltme inancı etkisiyle onlar de bunu kutlarlar. Türkiyedeki aleviler de bu inancı devam ettirdiklerinden kutluyorlar.

Ama dediğimiz gibi akıncı fetihçi savaşçı Türklerin soyundan gelen böylece Sunni İslamı ilk kez tanışıp kabul eden Türk boyları ve devletlerinde nevruz olayı İslam ın temel inanç akaitlerine aykırı olduğundan ve eski sapkın putperest olguları barındırdığından ve de ayrı bir unsur olarak ta akıncı talancı fetihçi savaşçı ve bir yerde sabit durmayan Türk toplulukları sabit olmadıklarından hiç bir yabancı dış kültüründe sabit sürekli etkisinde kalmadılar,Sunni inançla tanıştılar ve bunu korumayı başardılar bu nedenlerle nevruz bizde hiç yer bulmadı.




 Türkiye de özellikle Kürtçü ayrılıkçı akımların siyasi çabaları Nevruzu Kürt ve alevi bayramı olarak perçinlemiştir. Bunun böyle olması nevruz un özünde bir Türk bayramı olmadığını da gösterir bunu daha önce belirtmiştik.Asırlar boyunca Orta asya da hüküm sürmüş,bununla yetinmeyerek akınlar yapıp Türk ün hakimiyetini çok uzak diyarlara dek yaymış olan Türklerde nevruz olgusunun bu kadar sönük ve boş kalması bunun Türk ün özünde olmadığını gösteriyor sosyolojik olarak zaten.


Böylece bu Kürtler tarafından kolayca milli bir propaganda aracına dönüştürüldü.Bu yapılırken,Yine Firdevs inin şehnamesinde geçen ,Fars kralı
Cemşid’i devirip tahta çıkan Dahhak ın zalimce uygulamalarına karşı ,Dahhak ın politikası ve bazı uygulamaları sonucu evlatlarını kaybeden Demirci Kave isimli halktan birisi demirden mızraklar yapıyor ve çocukları da kendisi gibi kurban edilen halkın çoğunluğunu etrafında toplayıp Dahhak a karşı isyan tertipleyerek liderlik edip onu öldürüyorlar,Yerine ise Cemşid in oğlu Feridun’u kral ilan ediyorlar.Bu sefer de Feridun un tahta çıkışını Mihrican bayramı olarak kutlamaya başlıyorlar.Bu bayramın güneş takviminde denk geldiği zaman ise sonbahar başlangıcıdır.

Kısaca,Demirci Kave’nin Nevruz’la alakası yoktur. Nevruz’la müjdelenen Cemşid’tir. Kave’nin olsa olsa Mihrican’la alakası vardır. Üstelik, yaşayıp yaşamadığı meçhul olan mitolojik karakter Kave’nin etnik kökeniyle ilgili ne bir bilgi kırıntısı, ne de emare bulunuyor. Aradan yaklaşık bin sene geçiyor,Nevruz ilk defa 1950’lerde Kuzey Irak’ta milli bayram olarak kutlanmaya başlanıyor. Demirci Kave, aniden Kürt oluveriyor, ismi değiştiriliyor, demirci Kawa haline getiriliyor. Nevruz ise güya Kürtçeleştiriliyor, Newroz’a dönüştürülüyor. Efsanedeki tarih eğiliyor bükülüyor, sonbaharın başlangıcı Mihrican yerine, baharın müjdecisi olan 21 Mart tercih ediliyor.Efsane, komple modifiye ediliyor. Türkiye,ırak,iran ve Suriye de saha çalışmaları da yapan Kürt tarih uzmanı Hollandalı antropolog Profesör Martin van Bruinessen de bu olgunun sosyo-siyasi yönünü doğrular.Bruinessen in bu araştırmasına karşıt bir araştırma veya bunu yalanlayan iddia ortaya atan bunu reddeden bir uzman da çıkmamıştır.


Nevruz da, Türkiye’de ilk defa, 1950’lerde, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye okumaya gelen öğrencilerden öğreniliyor.Bunu Kürt tarihi araştırıcısı Naci Kutlay,tıp fakültesindeyken Ankara’da bir öğrenci evinde birkaç kişilik öğrenci topluluğu ile 1953 yılının 21 Martında kutlayıp Türk siyasi ve sosyal Literatürüne soktuklarını söylüyor. Bu iş bu kadar kolay oluyor yani,Kürt araştırıcı Kutlay’ın bu iddiasını yalan boş yada önemsiz bulabilirsiniz bu noktada ama asıl öne çıkan olgu, bizim üzerinde durduğumuz şey;yani nevruz un Türklerin özüne ve ruhuna işlememiş dış bir kültür yada gelenek olduğudur.Zaten bu böyle olmasaydı bir grup yada bir topluluk çıkıp bunu böyle kolayca sahiplenemezdi.Yok buna sahip çıkmadık başkası sahiplendi demekte bu noktada çok boş ve komik.Sen hem bunu onca Türk topluluğunda yada devletinde şunca zamandır var olduğunu söyleyeceksin hem de buna sahip olunamadığını söyleyeceksin.Hadi biz Türkler nevruza sahip çıkmadık diyelim,biz bunu yapmadıysak eğer buna bilimin sahip çıkması ve bunun böyle olduğunu bizzat bilimin söylemesi gerekirdi değil mi?

Ama bilimsel araştırmalarda nevruzun bir kere en başta Türk bayramı olmadığını ,aksine Türke etki edip Türk ün farslaştırıldığı bir dış bozucu sapkın gelenek olduğunu görüyoruz.Burada olay nevruz a sahip çıkmak değil,Nevruz un Türk ün öz bayramı olup olmadığını sorgulamak gerekiyor,Bunu sorgulayan var mı?nerdeyse hiç yok! Nevruz un aslında Türkleri Türk olmaktan çıkaran Türk ün farslaşıp Persleşmesine neden olan bir asimilasyon olabileceğine kimse ihtimal bile vermiyor.Halbuki gerçek bu.Müslüman olmakla Araplaştık diyenler fars milli gerici yobaz bayramı nevruza yapışmışlar bırakmıyor.Kimsenin de bu umrunda değil.Nevruz sadece İslama değil,Türklerin İslam öncesi hiçbir din, inanç gelenek ve kültürüne de uymuyor.


Diğer bir bakış açısı ise Zamanla Türkleştirme politikası sonucunda,Farsi yada kürt kökenli toplulukların Türkleşmesi babında kutladıkları nevruz un da bir Türk bayramı olarak görülmesidir. Burada en önemli görülen bilinen örnek şah İsmail dir.Şah İsmail kürt kökenli ve sunni iken ,Türkleşmiş ve Şiileşmiştir.Azerbaycan ın kurucusu olarak görülen şah İsmail in safevi devletinde nevruz resmi bir bayramdı.


 Nevruz gibi baharın gelişi doğanın uyanışı falan tohumların filizlenmesi,hayvanların yavrulaması,kuşların ötüşmesi,yumurtadan civciv çıkması,kozadan kelebek çıkması…vb.
Kadim insanlık tarihinde özellikle dinsel teolojide çoğu pagan putçu kabilelerde farklı şekillerde heyecan uyandırarak farklı şekillerde kutlanmıştır.Bu noktadan bakarsak eğer çok kurcalarsanız eğer Amerikan yerlilerinden Avustralyalı aborjhinlere ,Avrupalı paganlardan orta Asyalı Türklere, orta doğulu Perslerden Afrikalı yamyamlara ,uzak doğulu Korelilere kadar böyle baharın gelişi kışın bitişi çiçekler böcekler kuşlar,aşk ,üreme, sevişme…vb .heyecanına kapılıp bunu kutlama ve bayram haline getiren bir çok farklı kavim nevruzunu bulursunuz.

‘’Yok yaw bu bahar bayramı ilk baştan beri Türklerde vardı bu baharın gelişi çiçek böcek olayını ilk biz sevgi ve aşk kuşları olan Türkler buldu,bu nedenle nevruz Türk bayramıdır’’ derseniz bunun mantıken tarihen ve bilimsel anlamda hiçbir bağlılığı olmaz zaten!
  


Son olarak şu nevruza neden karşı olduğumuzu yazalım;Çünkü biz bilimsel Araştırmacı ve Türk milliyetperveriyiz,bizim öncü atalarımız asla ateşe tapınmıyordu ,farsi persi etkisine hiç girmediler ve belirtilen tarih dönem ve biçimde nevruz gibi bir saçma bayram yapacak bir yaşam ve inanç kültürleri de hiç olmadı ,hele ki baharın gelişini kutlamak kuzeyli öncü Türkler için çok saçma! Zaten orta asyanın yerleşik yaylacı Türklerinde ve o zaman ki Sassani pers farsilerin hakim olduğu bölgeye yakın yada komşu olmuş Türk topluluklarında yada kökeni oralı olup, zamanla Türkleşmiş lakin eski köklerini ve geleneklerini sürdürmüş olan topluluklarda nevruz daha etkili ve coşkulu kutlanıyor ,çünkü bu farsların kültürü ve nevruz Türk değil.Nevruz persi iranlıların Türkü farslaştırma olgusudur.Türklerin bu fars kültürünü bu farslaştırma asimilasyonunu bu ateşperest putçuluğu Türklere empoze edip yamamasını ,Türk uluslarının neredeyse tamamının hele de  21 martta bir de coşkuyla asırladır kutlaması utanç vericidir.

Orta asyanın gerçek sahibi,Dünyaya gerçek anlamda hükmedebilmiş ve bunu yine başarabilecek tek halk Türkler olması gerekirken bugün bu Türkler eski ateşperest putperest fars pers dini bayramını kutlayıp ateşin üstünden maymunlar gibi atlayıp Bizim şerefli atalarımızı başbuğlarımıza karşı utanmadan saygısızlık yapıp Türk ün adını ve şanını rezil ediyorlar.Sonra Türkler neden bir olmuyor?,Türkler neden dünyayı yönetemiyor?,Türkler neden kendi ana yurdunda misafir durumuna düşüyor? İşte bundan, bu özenticilik bu kolpalık yüzünden işte! Gerçekten bu çok trajikomik,yahu bariz özeneceksen ,ısrarla fanatikçe yapışıp devam edeceksen eğer ,o halde Türk olmayanların Türke faydalı olabilecek şeylerine özenin bari,asırlar öncesinden kalma,ilkel,sapık,putperest,geri kalmış,faydasız,boş,eski pers fars adetlerine özenmeyin.Resmen komedi bu nevruz yobazlığı.


KÜNYE
Tür;Deneme,Makale,Teori
İçerik;Kültür,Tarih,bilim
Kaynak;Araştırmalarım
Dönem;Eylül 2019
Güncelleme; Yok

15 Temmuz 2019 Pazartesi

BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK- HARPER LEE

"- Bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan.
- Yalnızca tek bir tür insan varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba harcayarak birbirlerini aşağılıyorlar?"

Kafamı dağıtmak için okumak amacıyla bir arkadaşımdan aldığım,tarzı farklı ama hem eski hem de edebiyat dünyasında klasikler arasında yer alan bir kitap olduğundan dolayı ilgimi çekti en başta.

Kitabın tasvirleri biraz dar kapsamlı ve olaylar yavaş ilerliyor ,lakin tek dezavantajı bu !Okuması kesinlikle heyecanlıydı.Yazarın bu roman için seçtiği konu da kesinlikle ilgi çekici bir konu. Yazar ırkçılık ve bunun sadece ırkçılık ile kalmayarak insanların farklılıklarından dolayı maruz kaldığı ayrımcılığı insan ilişkileri ve yaşamı babında çok iyi işlemiş.Bunu 9 yaşında bir çocuğun gözünden vermesi de farklı bir hava katıyor kitaba.
Irkçılık ve ayrımcılık sorunu günümüz 21. yy. da uzay çağında bile halen daha şahit olduğumuz bir sorun.Bu kitabın bu konuyla ilgili 1960 larda yazılması tarihi bir değer katıyor bu konuya.
Dediğim gibi kitap 1960 larda yazılmış lakin romanın ağzından anlatıldığı küçük kız çocuğu ‘Scout’ bence yazarın kendi çocukluk ve gençlik yıllarının bir yansıması.Zaten yazar ‘Dill’ karakterini de bir çocukluk arkadaşından esinlendiğini söylemiş.Bu da 1960 ta yazılan bu kitaptaki hikayenin 1930-1940 ları gözlemleyip anlattığını gösterir bence ve neredeyse yaklaşık 1 asırlık sosyolojik tarihi gözümüzün önüne seriyor.
Roman 2 kısımdan oluşuyor.İlk kısım;ırk ,din, kültür ve toplumsal konumları ne olursa olsun bu farklılıkları takmayan bilmeyen, insanı insan olduğu için adil bir seviyede gören küçük çocukların çevresi ve insanlarla ilişkilerini hem masum hem de eğlenceli gözlemlerini güzel bir biçimde vermiş.Yazar o dönemleri ve çevreyi bir çocuğun gözünden en masum ve net bir biçimde veriyor kitabın ilk kısmında.Bu bazılarına sıkıcı gelse de aslında bir çocuğun temiz ve adil bakış açısında ırkçılığa ve ayrımcılığa yer olmadığını gösterip konuya çok iyi bir giriş yapıyor yazar.
2. kısımda ise olaylar bir mahkeme duruşması ile hızlanıyor ve sürükleyici ,heyecanlı bir hal alıyor.Yazar ,toplumun çelişkilerini ön yargılarını ve kör fikirlerinden doğan bağnazlığın sonuçlarını çok mükemmel bir biçimde bir duruşma salonunda ortaya koyarak romanı etkileyici bir mesaj ile sonlandırıyor.

Bu roman, ırkçılık ve ayrımcılık gibi üzücü bir gerçeği uzun bir tarihe ayna tutarak önümüze koyuyor.Bunu da farklı bir tarzla yaparak edebiyat dünyasında tanınan bilinen bir eser ortaya çıkarıyor.Bir kaç denemesi dışında bilinen Tek kitabı ‘Bülbülü Öldürmek’ olan yazar Harper Lee bu eseri ile Pulitzer ödülü almış ve bu kitap aynı isimle yine sinema dünyasında ses getiren, Oscar ödülü almış 1962 yapımlı siyah-beyaz bir filme de çekilmiş.Yazıldığı ve filme çekildiği tarihler göz önüne alındığında ‘köleliğin kaldırılması ve özgürlük’ konusunda da ödüllendirilmiş cesurca duruşu ve eleştirel yaklaşımıyla öncü bir kült eser olduğu aşikar.Bu durum da Bu eserin sadece bir roman olmadığı,başlıbaşına bir mantalite olduğunu gösteriyor.


KÜNYE
Tür;Sanat,Edebiyat,Roman
İçerik;Tarihi,Sosyolojik,Yaşam
Kaynak;Okuduğum Romanlar
Dönem;Aralık 2018
Güncelleme; Yok


LION OF THE DESERT – ÖMER MUHTAR – ÇÖL ASLANI


Tarih:1981 Tür: Dram/Savaş/Tarih Süre: 173 dk. Yönetmen: Mustafa Akkad Senaryo: H.Craig,P.Thompson, D.Butler

Konusu; İtalyan faşist lideri Mussolini, Hitler gibi Afrika da hammadde kaynaklarını sömürmek için bir işgal politikasını hayata geçirir.Fakat bu Afrika’da özellikle Müslüman topluluklar arasında kabul görmez ve direnişle karşılaşınca Mussolini'de Afrika ‘da 20 yıl sürecek bir şiddet politikasına başlar hedefi de çoğunlukla Müslüman halktır.Bunun için Libya'yı merkez üs olarak seçen Mussolini,Generallerinden Graziani‘yi Libya'ya vali olarak atar.Bununla beraber Afrikadaki ilk işgal ve sömürü saldırısına karşı direniş ve mücadele Libya’da başlar.Müslüman mücahitlerin lideri ise aynı zamanda bir öğretmen olan mücahit Ömer Muhtar’dır.



Baş karakterlerini ve konusunu tamamne gerçek olaylardan alan tarihi bir biyografi filmi olan Çöl Aslanı Gerçek bir mücadele ve kahramanlık öyküsüdür,bu tarzda kesinlikle Kült olmuş bir yapımdır.Filmin baş rölünde Anthony Queen'in canlandırdığı kahraman Ömer Muhtar ,1920-1930 arası İşgalci faşist İtalyanlara karşı kurtuluş mücadelesi ve cihada liderlik etti. O, 70'li yaşlarındaydı ve pek çok kez yara aldı. Sonuçta bir çatışma sonucu kafirler tarafından esir edildi.Haksız bir mahkeme ile yargılanıp idam edilen Ömer Muhtar'ın bu şehadet dolu onurlu savaşı ve efsanevi direnişi ‘Çöl Aslanı’ filmiyle dünya sinemasında unutulmaz bir yer edinmiştir.


Kendi ülkesini insanını ve haklarını savunan Bir savaşçının,haksız yere ülkesini işgal eden ve sırf güçlü olduğu için haklı olduğunu sananlarca terörist müamelesi görüp nasıl haksız ve adi bir yargılamayla katledildiği filmde açıkça anlatılırken,Bu çelişkinin bugünde dünyanın bir çok yerinde yine Müslümanların yaşadığı topraklarda aynı şekilde vuku bulduğunu ve kendi haklarını topraklarını ve halkını savunanların işgalciler tarafından terörsit yerine konulduklarını görmekteyiz.Asıl terörist kim?Emperyalist faşist hristiyan Budist,Yahudi ve atesitler asıl teröristlerdir.


Faşist hristiyan Hakim;İtalyan Devleti'ne karşı savaştınız mı?
Mücahit Ömer Muhtar: Evet
Faşist hristiyan Hakim; İnsanları İtalyan Devleti'ne karşı savaşmaya teşvik ettiniz mi?
Mücahit Ömer Muhtar: Evet.
Faşist hristiyan Hakim;İtalya'ya karşı kaç yıl savaştınız?
Mücahit Ömer Muhtar: Yaklaşık 20 yıl
Faşist hristiyan Hakim;Yaptıklarından dolayı pişman mısınız?
Mücahit Ömer Muhtar:  Hayır
Faşist hristiyan Hakim;  İdam edileceğinizi biliyor musunuz?
Mücahit Ömer Muhtar:  Evet
Faşist hristiyan Hakim şaşırarak:  Sizin gibi birisi için böyle bir son, çok üzücü ,Bunu duyan Mücahit Ömer Muhtar şöyle dedi: ‘’ Tam tersi! Bu, hayatımın sonu için en güzel yol.’’
Faşist hristiyan Hakim daha sonra, mücahidlere cihadı durdurmalarını emreden bir emirname yazması halinde O'nu beraat ettirmek ve ülke dışına sürgüne göndermeyi teklif etti. Bunun üzerine mücahit Ömer Muhtar, o meşhur sözlerini söyler;
 "Her namazda Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed(s.a.s.)'in de O'nun resulü olduğuna şehadet eden parmaklarım, asla yanlış bir şey yazamaz! Bizler teslim olamayız. Ya kazanırız ya da ölürüz!"
Burada,mücahit Ömer Muhtarın duruşu ve mücadelesinin,Bizim kurtuluş savaşındaki direniş ve cihadımız ile aynı olduğunu görmek bize şeref ve onur veriyor.


Oyuncular; Anthony Quinn,Oliver Reed,Rod Steiger, John Gielgud, Irini Papas

KÜNYE
Tür;Sanat,Sinema,Kült Film
İçerik;Film tanıtımı,İzlenimler
Kaynak;İzlediğim Filmler,Fan Clup,Tanıtım
Dönem;Aralık 1991
Güncelleme; Yok

17 Kasım 2018 Cumartesi

NİFAKSIÇAN NADİR ŞAH VE TÜRKE İHANETİN KÖKENİ

 NİFAKSIÇAN NADİR ŞAH VE RUS TARİHİ


Rusların kökünün ne olduğu ve nereden geldikleri bir çok tartışmaya açık.İnsanı şaşırtan; dünyanın süper gücü haline gelen, en önemli kutuplardan biri olan Sovyetler birliğini sağlamış ,çok büyük bir coğrafyada halen daha nüfuzunu koruyan ve kendi öz üretimi ve kaynakları ile ayakta duran ,hatta teknolojiyi ilerlemeyi belirleyen bir taraf olmalarına rağmen neden tarihlerinin bu kadar olması gerekenden karanlık ve tartışmalı olduğudur.

Bunun 2 nedeni var!
en önemli nedeni ;sahip olduğu bu tarihi ortaya koyacak olması gereken Rusya'nın çarlık karşıtı sosyalist politikasıdır.Bu durum,rus çarlık ve prenslik tarihini tartışmaya açık halde bırakmıştır.Bunun yerini Rus çarlık tarihi ve rus milliyetçi ırksal politikasını yok sayan hatta kötü gösteren, yerine ise aşırı monarşi karşıtı olduğundan kızıl sosyalist bir tür ulusalcı yayılmacı anlayışı koyup bunu tek kabul edilir olgu olarak yücelten fanatik düşünce akımlarını sabit kılmaları ve Rus tarihini de bunun üzerine kurmalarıdır.


İkinci neden ise, rusların tarihine tanıklık yapması gerekenlerin yani tarihsel anlamda komşuluklarını yapmış, onları dışarıdan izlemiş olanların ortaya koyacakları gerçeklerdir.Lakin bunlar da karartılmıştır !Çünkü ,bu gerçeğin alenen ortaya koyulması komşularının çoğunluğunu yada Rusların bugün hakim olduğu toprakların bir zamanlar hükümdarları olan genellikle Türklerin içinde bazı hain ve ahmakların gerçek yüzünü ortaya çıkaracak ve bu gerçek kabul edilirse bunun Türk ve İslam birliğini sağlayacak bir adım olmasını engelleme çabasıdır.Bunun başını da mezhepçi ve dinsel anlamda ayrım ve kutuplaşmayı halen daha savunan fanatik Türkçü ırkçı anti- İslamcı hainler çekmektedir.Bunlar tarihi yalan ve karartma ile bozup sahtekarları ve hainleri kahraman olarak yamamak, yaptıkları ihanetleri ise örtbas etmek için manipüle ederek sahtekarca ortaya koymaktadırlar.

Gerçekleri saklamak asla iyi bir sonuç vermeyecek ,vermediğini de bugün görüyoruz.Gerçek bir fayda ve birliktelik sağlamak için hata ve yanlışların açıkça ortaya konması ve bunlardan ders alınması gerekir.Geçmişle yüzleşmeden geleceğe adım atılamaz.


 Şimdi bu 2 madde doğrultusunda Büyük Rusya tarihi üzerinden gerçekleri yazalım;

Rusların ırkı 'slav'dır.Slav İngilizce deki 'slave' yani köle kelimesinden gelir. Çünkü batılılar pagan oldukları dönemlerde dahi savaşlar ve çok eşlilik ile sosyal yozlaşma sonucu ahlaki değerlerin çökmesi akabinde bu kırma ve ortada kalan soysuzların çoğalmasıyla ve bunların da toplumun en alt ve fakir tabakasını meydana getirmesi ile slav diye bir güruh doğdu.Bu aslında dediğimiz gibi bir ırk bile değil bir yığın ve dediğimiz gibi antik zamanlarda ,Afrikalılar güçlü ve savaşçı medeniyetlere sahip olduklarından ,avrupanın pis ayak işlerini yapan köleler olarak bu slavlar kullanılıyorlardı.


Bunlar Çin, Türkler ve Moğolların ana hakim ırklar olduğu orta asyada da aynı sonucu doğurdu! Batılılar gittikçe büyük bir yığın haline gelen Slavları balkanlarda, karadenizin çevresinde topladı. Orta asyada Türkler, moğollar ve çinliler arasında talancı yıkıcı akıncı köle ganimet kültürü sonucunda da avrupada olduğu gibi sahipsiz yığınlar meydana gelmeye başladı .Bu yığınlara dahil olanlar köle pazarlarında satıldılar işe yaramayanları da veya bu kargaşa ortamından uzak kalmak isteyenler de yukarılara doğru kaçıp karadenizin kuzeyine sibiryaya yakın bölgelerde,o zamanki insan topluluklarının yaşamayı istemeyeceği iklimi ve verimsizliği nedeniyle hiç uğramayıp yerleşmedikleri bölgelerde toplandılar.

Gerek batılılar gerekse Türkler, Çinliler, Moğollar ve daha sonra Farsiler, Ermeniler ve gürcüler belli merkezlerde var olmak ve buralara sahip olmak adına sürekli birbirleri ile savaştılar ve bu slav artıkların yaşadığı yerlere hiç bakmadılar.Çünkü oralar birbirleriyle kıyasıya mücadele etmekte olan hakim ulusları hiç mi hiç cezbetmiyordu ve o zamanki dünya için oralar cazip olmayan ıssız ve karanlık yerlerdi!Bu yerlerde toplanan insan güruhları da ırksal bir ortaklık barındırmayan lakin yaşamı devam ettirmek için ilkel imece usülü bir sosyal düzeni sağlamış, karma uzak bir topluluğu meydana getirdiler!

Bu topluluk kendi içlerinde kendi kurllarıyla ürediler ve yayıldılar.Zamanla karadenizin ve balkanların diğer tarafındaki Avrupa artığı slav yığınlarla ilişki içine girdiler.Bunda denizcilik özelliklerinin de katkısı büyüktü.Çünkü, yaşadıkları soğuk ve verimsiz coğrafyada tarım ve hayvancılık oldukça kısıtlı kaldığından, yiyecek bulabilmek için balıkçılığa yönelmişlerdi ve onlarda İskandinavlar gibi bu konuda bayağı yol almışlardı. Karadenizi böylece kat eden bu köle artık yığınlar birbirleri ile ilişki kurup kaynaşmaya da başladılar.

Fakat orta asya Anadolu ve avrupadaki mücadelelerden uzak kalıp hippi gibi yaşayan Slavların rahatı uzun sürmedi ,yayılıp genişledikçe bu ana merkezi bölgelerin sınırlarına yaklaştılar ve batıdaki Slavlar ilk darbeyi de Katolik hristiyan roma dan yediler!


Doğuda ise şaman savaşçı Kıpçak Türkleri Slavları bayağı bir hırpalayıp sıkıştırıyordu! Bu aşk ve nefret tarzı ilişki sonucunda Kıpçaklarla Slavlar arasında yakın ilişki de yaşandı! Slavların zaten hem ırksal hem de dinsel hassasiyetleri tam olarak yerleşmemişti!
Bir kültür ve medeniyete sahip değillerdi ve tek amaçları yaşamaktı. Türkler ise ırkı çok ön plana almıyorlardı lakin kültürlerine bağlıydılar ve savaşçı yetenekleri tartışmasızdı.Akıncı talancı taktikle aşiret çadır devletleri mantığında hareket ediyorlar, önlerine çıkanlara saldırıp yağmalarken onların türk olup olmamalarına bakmıyorlardı.Bu davranışları Türk Kıpçakların Slavlara da aynı şeyi yapmalarına neden oldu.Lakin Kıpçaklar bu gelişmemiş Slavlardan pek bir şey alamayacaklarını görüp aşağılara doğru yöneldiler ama slav-kıpçak ilişkisi sonucu Slavların önemli bir kısmı Kıpçak kültürü ve şaman inancı etkisinde kaldı.

Aşağı yönelen Kıpçaklar, Ortodoks hristiyan gürcülerle yakınlaştı ve gürcü devletine güç kattılar. Böylece şaman Kıpçaklar gürcülerle yakın ilişki kurarak Ortodoks hristiyan olmaya başladılar.Ama bu ilişki bir süre sonra bozulmaya başladı ve akabinde Kıpçaklar karadeniz kıyısına inmeye başlayınca da bu sefer Müslüman Selçuklu ve Katolik rum prensleri ile çatışmaya başladılar! Buradan biraz daha ileri gidince de balkanlardaki ve batı Karadeniz kıyısında yerleşmiş Katolikleşmiş Slavlarla çatıştılar. Bu çatışma ve ilişkiler neticesinde bazı batı slav toplulukları Ortodoks  mezhebine geçti. Moğol akınından az bir zararla kıl payı sıyrılan gürcü kontrolündeki Ortodoks Slavlar,Timur un akınları sonucu ağır darbeler aldılar.Hakim Gürcü devleti bu darbe ile çok zayıfladı.Bu esnada batı Ortodoks Slavları ile ilişkiler de kopma noktasına gelince batı Ortodoks Slavları bu sefer özellikle balkanlarda roma katoliklerinin mezhepçi baskısı altına girdiler.


 Lakin Timur çok yukarılara çıkmadı !Slavların bulunduğu mıntıkaya komşu olan ve slavların aleyhine  güç kazanmaya başlayan türk altınordu devleti hükümdarı Toktamış ile anlaşmazlığa düşen Timur, Altınordu devletine ağır bir darbe indirerek bu devletin varlığına son verdi! Akabinde yol üstündeki gürcülere de bir darbe indirip onları sarstıktan sonra yön değiştirip Anadoluya ve batıya yöneldi.Osmanlı ile Ankara savaşı yaparak Osmanlıya da ağır bir darbe indiren Timur, Yukarı izmire hakim olan Aydınoğullarının bağlılık bildirmesi ile onlara dokunmayıp aşağı İzmir de konuşlanan Katolik Romalıların kalesini bastı.Bu savaşı kısa sürede kolayca kazanan Timur,Romalı askerlerin kellelerini uçurup ,kendisine doğru gelen roma gemilerinin üzerine mancınıkla fırlattı!Tüm deniz kellelerle dolmuştu bu Romalılar üzerinde şok etkisi yarattı! Bununla yetinmeyen Timur bu sefer de yukarıya yönelip İstanbulu tehdit edince Romalılar Timura bağlılık bildirip vergi vermeyi önerdi !Zaten amacının çok ötesine giden Timur daha fazla ileri gitmeyi istemediği için bunu kabul etti ve asıl hedefi olan Çine yönelmek üzere iken öldü! Timur un çadır aşiret başbuğ zihniyeti, şahsi hedefleri sonucu süreklilik değilde, cihangirlik derdine düşmesi ile geleceğe dair ileri görüşlü olamaması ve vizyonsuzluğu sonucunda ardında kendisi gibi etkili ve güçlü bir varis bırakamadı! Timur öldükten kısa bir süre içinde Timurlu devleti hızla tarih sahnesinden düşerek hakim olduğu yerlerdeki etkisi de hızla silindi.


Tüm bunlar olurken coğrafyanın yukarısında ve uzağında bulunan Slavlar, savaşçı Kıpçakların etkisiyle Ortodoksluk inancı ve askerlik yeteneklerine sahip olmaya başladılar.Bu bir kültüre de dönüşmeye başlayınca Slavlarda ulus bilinci uyandı!
Böylece Kıpçak türklerinin liderlik vasıflarının da etkisiyle bu bölgelerde küçük slav knezlikler ve prenslikler var olmaya başladı.Bunlar o bölgede çok önemli bir konuma sahip olan ,kutsal görülen ve 'Rus' adı verilen nehirden ilham alarak kendilerine de Rus ismini verdiler ve bu isim üzerinde yoğunlaşıp ulus bilinci ve medeniyetini kurmaya başladılar

Timur un faaliyetleri bu Ruslara çok az bir zarar verirken olağanüstü bir fayda sağladı. Ruslar bunu kendileri elde etmek istese asla bu kadar iyi bir sonuca ulaşamazlardı ama Timur onlara hayal bile demeyecekleri bir hediye verdi! Timur, rusların uluslaşmaya başlarken hakimiyeti altında kaldıkları ve bir süre sonra kaçınılmaz olarak rakip olacakları gürcü krallığına yıkıcı bir darbe vurdu.Zar zor ayakta duran gürcüler karışıklıklar içinde çırpınırken rus prenslikler üzerindeki hakimiyet ve etkilerini de kaybetmiş oldular.


Timur un Ruslara diğer bir muhteşem hediyesi ise;yıkıp yok ettiği türk altınordu devletiydi!
Çünkü bu devletin ortadan kalkması da büyümeye başlayan rus prensliklerini en yakın komşuları olan güçlü bir türk rakipten kurtarmakla kalmadı, kendilerine hakimiyet alanı ve güç alanı da sağlamış oldu.Timur un buraları yakıp yıkıp istikrarsızlığa ve boşluğa sürüklemesinden sonra Timurluların da uzun ömürlü olmaması sonucu o bölgede Timur un yıktığı Altınordu devletinin bulunduğu bölgede geriye çok büyük bir otorite boşluğu ve kargaşa kaldı!
  
Bundan çok iyi faydalanan ve akılcı davranan rus knezlikleri kendi aralarında küçük bir beraberlik sağladıktan hemen sonra Timurun yıktığı altınordudan kalan özellikle Kıpçak kazaklarından oluşan savaşçı askerleri kendi bünyelerinde konumlandırdılar. Bu Kıpçak kazaklarının önemli kısmı Ortodoks hrisityandı ve Ortodoks slav Ruslarla kaynaşmakta zorluk çekmediler!Ruslar bu boşluktan hakimiyet alanı buldu ve topraklarını genişletti ve askeri anlamda avantaj sağladılar ama asıl avantajı Timurlu devletinin timurdan sonra gücünü ve etkisini kaybetmesiyle buldular.Çünkü ,

Timur un oraları ele geçirmesiyle timurun ordusuna katılan çoğunluğu Ortodoks olan seçme Kıpçak kazak askerleri Timurun ölümü ile Timurlu devleti otoritesini kaybedince topraklarına geri döndüler ve orada rus knezlerinin hakimiyeti ile soydaşları Kıpçak kazaklarının ve ailelerinin birlikteliğini buldular.Bu seçme kazak Kıpçak askerleri de rus prenslerine katılınca rus ordusu meydana geldi hem de çok güçlü bir halde! Bu öyle bir ordudur ki ,Rusların varlığını ve gücünü perçinleyen Molodi savaşında Ruslara zaferi getirmekle kalmadılar, Kıpçak kazak askerleri taa Stalin in Sovyetler döneminde nazi almanyasına karşı 2. dünya savaşında Stalingrad savunması ile Almanları durdurup direncini kırarak akabinde de onları taa avrupaya kadar süren ve berlini işgal eden Sovyet kızıl ordusunun omurgasını da kazak askerler oluşturmuştur.

Timur ölümüyle birlikte güçlü etkisini hızla kaybederken, Ruslar ise onun verdiği paha biçilmez hediyeyi değerlendirmeye koyuldular.


Buna karşın Anadolu da Timur un ağır bir darbe vurduğu Osmanlılar olağanüstü bir çaba ile hızla toparlandılar ve resmen külleri üzerinde yeniden doğdular.Osmanlılar,Timurla işbirliği yapan Aydınoğullarını ve çoğu haçlılarla iş pişiren irili ufaklı beylikleri ortadan kaldırarak birliğini sağladı ve bunun sonucunda ordusunu güçlendirerek İstanbul'u fethettiler.Bu darbe ile iyice sarsılan ve çökme noktasına gelip iyice kabuğuna çekilen Batılı hristiyan haçlılara 2. darbeyi ise Fatih Bu kez Trabzon'u da alarak vurdu.Böylece Anadolu haricinde Karadeniz kıyısında da Osmanlı Türk hakimiyeti perçinlendi.Bunun etkisi ile bölgedeki hristiyan Kıpçaklar ile gürcü ermeni , rum ve slav azınlıkların önemli bir kısmı zamanla sunni islama yönelip Türkleşmişlerdir.

Bu Osmanlı varlığı ve ilerleyişi de zaten zor durumda olan gürcülere ağır bir darbe indirdi ve gürcüler bütünlüğünü koruyamayarak dağıldılar.Bunun sonucunda zamanla gürcüler bu sefer güçlenmekte olan Rusların boyunduruğu altına girdiler.Bu durumda Sovyetler döneminde devam etti ve bugünde halen daha bağımsız Gürcistan rus yumruğu altında yaşamaktadır!

İşte bu noktada Ruslar en büyük faydayı ,gittikçe güçlenen ve yayılan Osmanlıya karşı ,mezhepçi ve nankör bir güç ve ihanet yarışına girişen akkoyunlu ve safevi devletlerinin saldırıları sağladı!Uzun Hasan ve şah ismailin güçlü Türk devletlerinin yanı sıra ,orta doğuda kudüse hakim olan aynı zamanda çok önemli bir dinsel unvan olan halifeliğe sahip olan memlükler hepsi birden, Yakında rusun rakibi olacak ve tarihi düşmanı olarak karşısına dikilecek olan Osmanlıya karşı ,yıkıcı yok edici nifakçı ortak bir hain politikayı birlikte yürüttüler.Akkoyunlu ,safevi ve memlük olmak üzere  bu sözde 3 türk devleti Osmanlıya karşı haçlılarla dahi iş birliği yaparak dünya tarihinde görülmemiş adi ve ihanet dolu faaliyetlere giriştiler.


 Lakin kendi küllerinden doğarak Büyük bir güç haline gelen Osmanlı Türkleri tarihte hiçbir devletin yapamadığı bir başarıya imza atarak; Fatih, torunu Yavuz Selim ve Yavuz un oğlu Kanuni Süleyman dönemlerinde haçlılarla iş pişirip hain tahriklerde bulunan akkoyunlu safevi ve memlüklerin işini bitirip onları mahvetmiş ve sonrasında da durmadan bunların köpekliklerini yaptıkları köpek başı haçlı batıya doğru yönelip en güçlü haçlı ordularını Macarlar başta olmak üzere Venedik ,fransa ,ispanya, Portekiz , İngiltere ve Hollanda Haçlı birliğini hem karada hem de denizde domaltıp perüperişan etmiştir.Bu ,diğer doğulu rakip süper güçlerin birbirleri ile uzun yıllar süren kıyasıya mücadelesi ,Rusların tehlikeli rakiplerinin ilgisinden uzak kalıp iyice güçlenmesine zemin hazırladı.


Dünyaya karşı kafa tutan Osmanlı buna rağmen bir miktar askerini desteklediği Türk kırım hanlığına yardım olarak verdi.Böylece balkan Ortodoks Slavları ile son Katolik kalıntılarını tekmeleyen kırım hanı doğuda yukarıda Timurun bahşettiği hediyeyi çok iyi bir şekilde değerlendiren rus varlığının güçlendiğini görmüş ve bunların ileride başına bela olacağını anlayıp Osmanlıdan bir miktar daha asker yardımı alarak 120 bin kişilik bir türk ordusu ile Kıpçak kazaklarından oluşan rus ordusu ile Molodi savaşına girişmiştir .Lakin bu savaşı kaybeden kırım hanlığı büyük bir sarsıntı geçirirken ,Ruslar atağa geçerek bu sefer de balkanlar ana hedef olmak üzere batıya yönelmeye başlamışlar,böylece bu savaş ta Rusların tarihinde varlıklarını perçinleyen ve güçlerini kanıtlayan ilk büyük zaferleri olmuştur.Bunun yanı sıra bu savaş asırlar boyu sürecek olan rus yayılmacılığını da tetiklemiştir.

Kırım hanının bu yenilgisi ile Rus gücünün ve kendi topraklarını tehdit eden varlığının farkına varan Osmanlı ,hem Avrupa da ,hem Anadolu da ,hem  orta asya da ,hem orta doğuda ,hem de afrikadaki nüfuz gücünü perçinlerken aynı zamanda isyanlarla mücadele ediyordu.Bu noktada Ruslara karşı bir önlem alma imkan ve zamanı bulamayan Osmanlı ,safevileri yok edip şah ismail'i soysuz bir berduş durumuna düşürdüğü için, kendini safevi nin mirasçısı gören ve Osmanlıya karşı şah İsmailin intikamını alma hayaline düşmüş , şii mezhepçi hırsı ve intikamı ile gaza gelmiş göt şah tahmasb bu kez bir çok cephede savaşan ve geniş bir alanı kontrol etmekte zorlanan Osmanlıya saldırdı. Bu durum Rusların sonraki hedefine de kolaylık sağlayacaktır.


 Böylece Osmanlı ,önemli bir tehdit durumuna gelen ruslarla uğraşamayarak ve önlem almayarak iran seferlerine çıktı yeniden.Kanuni döneminde başlayan bu seferlerde şah tahmasb defalarca yenilgiye uğratıldı.Her defasında af dilenen rezil şah ile antlaşma yapılmış ama bu adi soysuz herif kendi af dilendiği antlaşmayı kendi bozarak kalleşçe barış sağlandığına güvenip sırtını dönen Osmanlıya ansızın saldırmaya kalkmıştır.Ama darbe yemeye devam etmiştir. Osmanlı ile iran birbirine girince Rusya zaferini perçinleyip içselleştirme fırsatı bularak bu zaferi temel almış ve iyice sağlam bir temele sahip olma imkanı bulmuştur.Artık ruslar atağa kalkma planları yapmaktadır.

Bu noktada atağa kalkma planı yapan ruslara ise Osmanlıya karşı en büyük işbirlikçisi ve destekçisi ,kucağına oturup hoplamak için birbirleriyle yarışan, sözde türk geçinen ibne iran safevi şahları olmuştur.Bu safevi iran şahları gerek Sovyetlerin kurulması,Türklerin değil Rusların dünyanın süper gücü olması, gerek türk devletlerinin Ruslaşıp komunistleşerek benliklerini kaybetmesi ile Rus ırkına en büyük hediyeleri verirken,Farsi ve Ermenilerin Türke zulüm etmesinin önünü açmış adi yavşak hain puştlar olma şerefsizliğine de nail olmuşlardır.Bunlar sadece türkün rusa hizmetçi olmasını sağlamadı, türkün farsa da hizmetçi olmasına böylece türk ün varlığı enerjisi ve aklının da nesiller boyunca bugün rus ve farsın çıkarına sömürülmesine neden olmuş tarihin yüz karası adi köpeklerdir.



NİFAKSIÇAN NADİR ŞAH VE KALLEŞ AMACI

Bu kevaşelerden en önemlisi ve sonuncusu olan Nadir şah ; şah imsaili ve tahmasb ı eleştirip suçlayarak sözde ''Sunni-şii ayrımını bitireceğim ve türk birliği kuracağım ''siyasi yalanı ile ortaya çıkıp nüfuz edinmeye başladı.Fakat cahil nadir şah önce şunu öğrenecekti ;

İslamda sunnilik mezhep değil bir ayrım da değildi.Sunnilik Sünnete uyan demektir.Allah ın ilk insan ve peygamber Hz Adem e öğrettiği ve insanlığı yaratmak istemesindeki yegane iradesidir sunnilik.Sunnilik insanoğlunun ben müslümanım diyenlerinin takip etmesi elzem olan ahlak ve yaşam anlayışıdır. Allah ın mümin kulunda razı olduğu tek yoldur.İslam ve Peygamberlerle kitaplarla Allah her daim sünneti tavsiye etmiş ve uyarmıştır.Bu nedenle bir müminin ben sunniyim demesine gerek yoktur bile.Çünkü bir insan eğer müslümansa otomatikman sunni olması sünnete uygun düşünüp yaşaması, tek amaç olan Allah ın rızasını kazanmak için en başta gerekir zaten!Sunni olmayan müslüman olamaz! Çünkü sunnilik mezhep değildir öyle seçilecek tercih edilecek yada reddedilebilecek bir şey değildir. Sunnilik mezhep değil ve bir düşünce akımı falan değildi.Hanbelilik, hanefilik, şaafilik ve malikilik sunniliğe kendince atıfta bulunan mezheplerdir akımlardır.Buna karşın sunnilik mezhep değil, insan yapımı bir akım değildi.Şiilik harici bir mezhep ve akımdır.Sunniliğin asla karşısına konulamaz.Eğer sunniliğin karşısına şiilik konuluyorsa ve denk görülüyorsa o zaman şiilik açık bir sapma ve inkardır. Nadir şah bu gerçeği bilmediğindan saçma ve kabul edilemeyecek mezhepçi politikalara yönelmiş, gücüne aşırı güvenerek birlik değil ayrılık yaymıştır;



Nadir şah ın bu sözde ''mezhep kavgalarını bitirme birleşme'' çağrısı boştur.Bir kere en başta,burada taraflar kimlerdir?güya safeviler ve Osmanlıları gören Nadir şah bu kanıya nereden varmıştır?belli değildir.Evet,safeviler özellikle şah ismail ile fanatik mezhepçi bir vahşi şii anlayışını devlet ve ordu politikası olarak benimseyip,özellikle sunni Türk devletlerine karşı da bu mezhepçi kin ve intikam duygusu ile saldırarak asırlar boyunca mezhepçi kavganın bir tarafını oluşturdular.Ama diğer taraf diye gösterilen Osmanlı nın asla mezhepçi bir politikası olmadı.Osmanlı batıda batılıların aleyhine doğmuş ve gelişimini büyümesi ve gücünü de hep batılıların aleyhine sürdürmüştü ,o dönemlerden son demlerine dek te Osmanlı bu amaç ile var oldu.Osmanlı hakanları devlet adamıydı ,Osmanlının yönetimi de sistemli çağdaş iç ve dış siyaset anlayışından oluşuyordu,ordusu ise modern ve gelişmiş bir askeri yapılanmaydı.Osmanlılar böylece her daim batıyı hedef aldı, lakin mezhepçi safeviler tarafından tahrik edilerek doğuya çekilip oyaladılar.Safevilerin mezhepçi kinci yobaz saldırılarına boyun eğmeyerek karşılık vermesi Osmanlı nın kendi devletini koruması anlamına gelir,mezhep savaşı veriyor manasına gelmez.

Kısaca nadir denen herif güya mezhepçiliği bitirelim diye aslında siyasi bir avantaj sağlamak için dini siyasete alet emiştir.Böylece orta asyada gücü elinde toplayınca da aynen mezhepçi safevi fanatik siyasetini takip etmiş,bunun içinde başta mezhepçiliği bitirelim birleşelim diyen nadir şah,bizzat zorla caferilik diye uydurma bir mezhep kurup bunu Osmanlıya karşı dayatmaya kalkışmıştır.Osmanlılar mezhepçi politikaya göre hareket eden bir devlet olmayıp o zamanda uğraşması gereken onca önemli iş varken nadir in bu saçmalıklarına yaklaşmayıp takmayınca da, Bu sefer az bulunur kolpa nadir şah güya başta kaldıralım dediği mezhepçiliği caferilik üzerinden bahane edip Osmanlıya saldırmıştır.



Saçma sapan isteklerini kabul etmeyen Osmanlıya karşı savaş açan Nadir şah bu noktada başarılar elde etmiştir..Peki nasıl ? Osmanlı avrupa haçlıları ve gittikçe büyüyüp tehdit haline gelen ruslarla savaşırken bir de ekstra bela olarak başına nadir şah çıktı ortaya ,Nadir pislikten türedi. 'Sunni ile şiiyi birleştirme' bu sözde ''faydalı'' amaç için haçlı kafirle savaşan Osmanlıyı sırtından vurmaya kalkmakla, onca bela ve küffarla savaşan Osmanlının başına bela ve cihadına engel olmaya ve bunun neticesinde zındıkla savaşan osmanlı askeri ile ayrıca bir savaşa tutuşup onun askerlerini öldürerek bunu sağlayabileceğini zanneden bu adi herif tabii bunu asla başaramadığı gibi tarihe de adını adi bir hain olarak yazdırdı!

Osmanlı Onca cephede tüm gücüyle çarpışırken yine de bu nadir bulunan hain yavşaktan çekinmemiştir ve  karşısına Van valisi Timurtaş paşayı çıkarmıştır.Lakin Timurtaş paşa tüm orta asya ve hindistanı götünde toplayan nadir şah ın karşısında Malayir savaşında tutunamamıştır.Nifakçı deyyuslara karşı savaşan Timurtaş paşa ve Osmanlı Türk askerlerinin ruhları şad olsun!


Nadir şah asyanın yukarısında ruslara domalarak orada ittifak kurup nüfuz kazandıktan ve Timurtaş paşanın yönettiği Osmanlıları  yendikten sonra iyice şımarıp şov yapmak adına Yine Osmanlının elinde olan Bağdat a girdi!Lakin Topal Osman paşa tarafından cenabet kıçı tekmelenerek atıldı.Şımarık gururu kırılan nadir şah ,götünü tutarak rus kocasının yanına gitti ve ondan destek alarak bir kaç ay sonra tekrar ırağa girdi!Kerkükte Osmanlı ordusuna kısmen üstünlük sağlamıştı lakin bu sefer de İran da kendisine karşı isyan patlak verince yine amacına ulaşamayarak yine arkadan rus desteği alarak ülkesine geri döndü ve isyanı bastırdı ! Rusların iyice kucağına oturup hoplayan nadir şah tekrar Osmanlı topraklarına saldırdı ve Kars a kadar ilerledi!

Kevaşe nadir şah batıda Osmanlıya karşı savaşan kocası rusyanın başarı sağladığını görünce 'batı güven altına alındı' diyerek rus aşkıyla dolmuş bir halde götü tavana vura vura adi amaçlarını gerçekleştirmek için bu sefer de doğuya yöneldi!


Bu da yetmiyor bu zındık nadire, 1732 de kafir rusla iş birliği yapıyor bu sözde ''islam birleştiricisi'' ve hatta sözde  ‘’Türk turan birliği mimarı’’  küffarla ortaklık yapıp küffarla savaşanı vurmaya kalkıyor bu adi deyyus!Nadir şah denen kolpa herif ayrıca rusların güçlenip sovyetleri kurmasına, bugün dünyanın süper güçlerinden birinin ruslar olmasına ve bu ruslarında bugün Türki devletleri sömürmesine, Türk halklarının birinci dillerinin devlet dillerinin rusça olmasına hizmet etmiş türkün yüz karasıdır. Azerbaycan Türkleri bir de bu adi köpekle gurur duyuyor.Bu koduğumun embesili rusla iş pişirdi rusun güçlenmesine izin verdi.O rus gidip ermeniye destek verdi Azerbaycan türkünün tepesine çıktı ve hocalıda diri diri türkleri yaktı!

Nadir şah ın Türk ve islam dünyasına zararı bununla da kalmıyordu ;Bir halt başarmış gibi doğuya çakal gözlerini diken nadir kolpası ,Hindistana hakim olan ama karışıklıklar yaşayan Türk İslam Babür devletine hınçla saldırmış, Babür devletini ortadan kaldırarak hindistanı siyasi ve sosyal anlamda bir otorite boşluğuna terk etmiştir.Sürekli karışıklık yaşanan bir bölge haline gelmiş olan Hindistan, o zamanlar nadir şahında başına bela olup onun sonunu getireceği gibi, bugüne dek gelen sonuçları da Hindistanın ingiliz sömürge alanına girmesi olmuştur.Böylece ingiliz ve hindular bunun getirisi ile  devamında yıllarca o bölgede müslüman kanı akıtmışlardır. Halen daha Arakan da, Myanmar da kafirler nadir şah sayesinde Müslüman kanı akıtmaya devam etmektedir. Allah bu nadir şaha cehennemde bir an bile acıma hissi göstermesin!


nadir şah geriye hiç bir şey ve fayda bırakmamıştır .Tek faydasını kocası Ortodoks rus kafirleri ile erkek arkadaşı sevgilisi Protestan İngilizler gördü! Bu orospunun ateşli kıçından faydalanan İngiliz ve rus kafirleri oldu ki ,bu durum bugünde halen daha bu gerçek doğrultusunda sürmektedir!

şah İsmail ve şah tahmasb ın orta asyada açık bir savaş ve ihanet politikası haline getirdikleri şii mezhepçi fanatizmi ve Şiileştirici faaliyetlerinin zararlı  sonuçlarını gören nadir şah Şiiliği tırpanlamaya çalışmıştır güya! Ama toprak, para, taht ve şöhret hırsıyla gözü dönen nadir kolpa şah bu yönde hiçbir şey yapmadı.Zaten bunu da yapmak amacı değildi yani ‘mezhepçiliği önlemek ve türk birliğini sağlamak’ sözde dansöz siyasetçilerin çıkarı için iktidara ulaşabilmek adına söyledikleri yalanların  atası olmaktan illeri gitmemiştir.Zaten Nadir şah ta yalancı sahtekar dönek siyasetçi profilinin öncü atası olabilir anca!

Şiiliği tırpanlayıp mezhepçiliği kaldırıp birlik sağlayacağım yalanıyla ortaya çıkan nadir kolpa,aksine şii kolu caferiliğin yayılmasına hizmet etmiştir sadece! Şiiliğin merkezi ana yurdu durumundaki bölgelerde yükselen Nadir şahın zihniyeti ;sahte politikasının sonucu olarak,nifak nifağı doğurur gerçeği sonucunda, suudi vahhabi zihniyetinin de temelini atmıştır ve bu 2 zihniyet bugün kancık özlerinin getirisi ile birbirine düşerek, islam dünyasına nadir şah sayesinde en büyük zararları vermeye devam etmektedir.


Nadir şah ın para düşkünü olduğu ve para ile gelen güce inandığı ,dindar biri olmadığı da zaten dine fayda sağlayacak icraatlerinin olmamasından anlaşılır. Nadir şah ne İslam birliği ne de türk birliği sağlama konusunda hiçbir zaman samimi olmamış,ama böylece öne çıkıp kendi çıkarının derdine düşmüş ,hatta ve hatta İslam içinde ve Türklük içinde daha büyük kopma ve kutuplaşmalara yol açmış sahtekar bir tarih soytarısıdır.

Yine nadir şahın sırf türk ve islam komşularından, o ülkelerden geçen hacı kafilelerinin oldukça yüklü miktar para bıraktıklarını görüp, oralara hakim olmaya çalışmış, bu kafa yapısı da vahhabiliğin temel zihniyetini oluşturmuş ,ingiliz orospusu olmalarına açık kapı açmıştır! Nasıl yapılan hayırlar insan için öldükten sonra açık bir kapı olarak kalıyorsa ,yayılan bid’at ve nifaklarda öyle açık kapı olarak kalacak ve kişinin öldükten sonra ruhunu rahat bırakmayacaktır.Nadir şah ta bid’at yayma ve nifak çıkarma alanında nadir bulunabilecek adi bir köpekti!


Nadir şah ın bu siyasetinin sonunda belasını bularak nifak odağı ülkesi kanlı iç savaşlara sahne oldu.Nadir şahın hal ve hareketlerine en sonunda kendi askerleri bile tahammül edemeyerek vücudu delik deşik edilmiş ve parçalanarak her parçası yakılmıştır ! Yanan etlerinden geriye kalan kemikleri sarayın kapısının önüne atılarak giren çıkan atların ve şahısların ayakları altında paspas olmaya terk edilmiştir.Ondan sonra gelen ardıllarının ve akrabalarının ise kelleleri kesilmiş yada gözlerine mil çekilmiştir.


Şanlı türkte nadir bulanan bu adi nadir köpek ; batıda rusyanın ,doğuda da ingilizin önünü açmış akabinde etkilediği topraklardaki yöneticilerden şii olanlar nadir şah gibi rus köpeği ,vahhabi suud olanlarda yine nadir şahın yolunu tutarak ingiliz piçi olmuşlardır.Nadir şah dediğimiz gibi sadece şii caferi tarikat mezhebinin yayılmasını ve Bir Türk devleti olmayan, hatta bünyesindeki Türklerin de ayrımcılık ve katliam ile sindirildiği Peştun milliyetçiliği üzerine yükselen devleti Afganistan ın var olmasına hizmet etmiştir.Bu devlette ,onun bunun fahişesi olan dolaylı kurucusu nadir şah gibi gidip abd uşağı olmuştur hiç şaşırmıyorum bunlara!






Hiç bir zaman kafire karşı savaşmamış ve kafir kanı akıtmamış bu nadir pislik nasıl türkse artık farsiler tarafından sempati ile anılmaktadır!Tabii bende mecusi putperesti farsi bir böcek olsam böyle bir türk islam hainini sempatiyle anardım !

ÖNEMLİ KRONOLOJİK OLAYLAR VE KAYNAKLARI

Osmanlı Yavuz zamanında Anadolu ,Kudüs ,orta doğu ve iranda üstünlüğü ve düzeni sağladıktan sonra, ardılı Kanuni zamanında batıya haçlı avrupaya karşı savaşa yöneldi .Bu yolda  üstün kara gücü ve donanmasını kullandı! Lakin Rusya da doğuda güçleniyordu! Bu noktada safevi artığı tahmasb nifak terörünü kullanarak yeniden kargaşa çıkardı ve mezhepçi bir intikamla saldırdı! 7 düvele karşı savaşmakta olan Osmanlı bu iran nifağını başından savmak için Tahmasb ın safevisiyle mücadeleye girişerek defalarca mağlup etti! En sonunda kaçan Tahmasb af dilendi ve Amasya antlaşması 1555 te safevi ve Osmanlı arasında imzalandı!Buna göre; Ardahan,Kars Van,Atabegler ve Erzurum Osmanlı hakimiyetine (rusa karşı) dahil olacak,safeviler sunnilere zulüm etmeyi bırakacak,hacılar ibadetlerini yapabilmek için rahat bırakılacak ,safeviler ehlisünnete ve Osmanlıya hakaret etmeyi bırakacaktı!(Resmi Antlaşmalar-Amasya Antlaşması –Osmanlı/Safevi iran )


 Safevilerin bu antlaşmayı bozarak haçlılarla mücadele eden Osmanlıyı arkadan bıçaklamaya kalkışması ve Ruslarla iş pişirmesi üzerine Sultan 3. Murat ,hem iran tacizlerini durdurmak hem de Rusların safevi desteği ile karadenize inmesini engellemek  için harekete geçti.Bu sefer sırasında Rusları önce Meşaleler savaşında mağlup eden Osmanlı ordusu ,nifakçıları zaptetmek için şah Hüdabende'nin üzerine giderek safevileri bir kez daha mağlup etmiş ve 1590 yılında Ferhat paşa antlaşması imzalanmıştır;
Rus etkisinin arttığı Gürcistan ,Tebriz ,Karabağ ,Dağıstan Şirvan,Urmiye ve Revan (Erivan) Osmanlı egemenliğine bırakılacaktır (bu antlaşma ile Osmanlı, Rusya aleyhine bu bölgelerde hakimiyet tesis etmeye başladı) ve yine şii safevilerin defalarca söz verip uymadığı ; ehli sünnet ve Osmanlı hakanlarına küfür etmeyi bırakacakları konusunda safevi şahı söz verdi! (Resmi Antlaşmalar-Ferhat paşa Antlaşması –Osmanlı/Safevi iran )


Osmanlı iran tehlikesini savuşturup sulh yaptığını zannederek sırtını tekrar doğuya dönüp okunu batı haçlılara çevirdi, lakin hain safevi şii iran yine rahat durmayacak sözünden dönecek ve kalleşlik yapmak için hazırlıklara başlayacaktı!V. Papa nın ispanya ,Portekiz , Polonya ,Rusya, fransa ,İngiltere ve hollanda ordularından bir haçlı ittifakı kurup Osmanlıya saldırmasını fırsat bilen yavşak safevi şahı Abbas Osmanlıyı sırtından bıçaklayarak ;Tebriz, Nahçıvan, Erivan ve Kars'ı ele geçirdi .Burada sözünü unutarak şerefsizce sunni camilerini yıktırdı, ehli sünnete hakaret etmeyi reddeden sunnilere zulüm etmeye başladı! 

Bunun üzerine 7 düvelle savaşmakta olan Osmanlı dönüp oncamücadele arasında delikanlıca bir cesaret ve azimle bir daha iran safevilerinin üzerine sefer düzenledi ve bunda da üstünlük sağlayarak kahpe şahı bir kez daha sulh yapmak zorunda bıraktı!Af dilenen iran safevi şahı İle Osmanlı ,Erdebil surları önünde genç Osman ın onayıyla İstanbul antlaşmasını imzaladılar! Bu antlaşmaya göre yine ve yeniden safevi Şiiler Ashab ı kirama- Ehlisünnete sövmeyi bırakacaklar,Osmanlı toprakları Kanuni dönemindeki haline geri gelecek ve ayrıca safevi iran her yıl belirlenen ölçülerde haracı Osmanlıya ödeyecektir! (Resmi Antlaşmalar-İstanbul Antlaşması –Osmanlı/Safevi iran )


Nadir Şah,durumu kontrol altına aldıktan sonra, İsfahan’a geçerek burada Osmanlı devletine karşı Ruslar ile ittifak yaptı. Ardından Osmanlı topraklarına yöneldi. 1735 Haziran ayında sekiz ay kadar süren bir muhasaradan sonra Gence’yi ele geçirdi. (Sırrı Efendi, 2012: 3-32)

Nadir şah,işbirliği yaptığı Rusya ile düşmanı olduğu Osmanlı devleti arasında vuku bulan savaş sebebi ile batıda emniyetin sağlandığından hareketle yönünü doğuya çevirdi. 10 Kasım 1736’da Isfahan’dan harekete geçen Nadir Şah, Kirman ve Sistan üzerinden Farah, Dalhak ve Dilaram’a ulaştıktan sonra 3 Şubat 1737’de Girişk’e girmişti. (Yazıcı, 2010: 23)

Buna ilaveten İran şahı nadir, Osmanlı ile yaptığı uzun savaşlar nedeni ile ekonomik bir çöküntü içerisine girmişti. Bu nedenle Hindistan seferi ile hem halkın refah seviyesini yükseltecek, hem de dönüşte Osmanlılar ile mücadele için yeterli kaynağa ulaşmış olacaktı. Bu amaç ile Hindistan’ın ele geçirip boşalan hazinesini tekrar doldurmayı amaçlıyordu. (Minorsky, 2001: 25).


-Nadir şah ın Hint seferi sonucunda İran karşısında zor duruma düşen Babür türk Gürkanlı Hükümdarı Muhammet Şah ise İran’a karşı Osmanlı Devleti ile bir ittifak kurmak isteyerek ilişkilerini geliştirmeyi düşünmüştü .(Sevinç, 2011: 19).

Osmanlı, Revan'ı 89 yıl sonra 1724'te tekrar fethetti. Bölgede Osmanlı hakimiyeti tesis edilmişken Nadir Şah'ın İran'da Avşar Türkleri'nin hakimiyetini başlatmasıyla birlikte 1735'te Revan yine kaybedildi. Nadir Şah'ın 1747'de öldürülmesinden sonra bölgede Gürcü prenslerin hakimiyeti görüldü. Ruslar, Ekim 1827'de Revan'ı işgal etti. Revan'ı işgal eden Paskieviç'e Revan Kontu unvanı verildi. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslar ,Osmanlı topraklarından ve İran'dan on binlerce Ermeniyi bölgeye göç ettirilerek nüfus dengesini değiştirmeye başladı.Böylece Revan bir ermeni vilayeti haline geldi ve daha sonra Revan (Erivan), Ermenistan ın var olmak için dayanak olarak alacağı temel nokta olacaktı.(E.Afyoncu ,10.04.2016)

Bu defa da Osmanlıları Gürcistan’dan Pers hükümdarı Nadir Şah çıkardı ve akabinde Nadir Şah Gürcistan’ı gürcü Bagratlıların Kakia sülalesinden gelen 2.Teymuraz’a verdi. Böylece Gürcistan’da 2.Teymuraz’ın hâkimiyeti başladı. Teymuraz 1762’de ölünce Kaheti kralı 2. Erekle bütün doğu Gürcistan’ın kralı oldu. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca antlaşmasıyla Gürcistan’da Osmanlı etkisinin sınırlanmasıyla Rusya Gürcistan’ın müttefiki haline geldi.(isamer araştırma)

- Nadir şah iranda hakimiyet kurmuştu.Ruslarla yakın ilişkilerini koruyordu, lakin Nadir şah ın ölümüyle Ruslar Nadir şahtan aldıkları imtiyazların etkisiyle iran da etkili olmaya başladı.Bunun sonucunda iran da ve Hindistan da karışıklıklar çıktı .Birkaç hanedan gelip geçtiyse de en son kaçarlar irana hakim oldular.Yıllarca Şiilerin nadir şahlarla ,Abbaslarla ,İsmaillerle  ayakta tuttukları safevi pisliğiyle türk ve İslam aleyhine olsa dahi destek olup büyümesine izin verdikleri Ruslar ,fırsattan istifade ederek bu sefer imparatorluk rusyası çarı irana savaş açtı (1804)ve zaten Nadir şah döneminde kukla prensliklerine sahip olduğu Gürcistan'ı ,revan'ı ve Azerbaycan' ı kolayca aldı!Gülistan Antlaşması ile 1813'te bu savaş Rusların kesin zaferi ile sonuçlanmıştır.Bu durum, orta asya topraklarının büyük çoğunluğunun rus imparatorluğuna geçmesine ,Rusların orta asya da tek hakim güç olmasına neden oldu.

Bu yenilgi iran içinde kaçar hanedanına büyük bir tepki doğurdu! Bunun üzerine kaçarlar Osmanlı ya karşı savaş hazırlığı yapmakta olan fransa dan ve ingiltereden yardım istediler böylece Osmanlıyı durdurmak engellemek ve kovmak için her haltı yiyen bu güruh Rusları adam etmekle kalmayıp bir de üstüne orta asya ,orta doğu, iran ve uzak doğuya İngiliz ve Fransızların sokulmasına izin verdiler.Kaçar veliahtı Abbas Mirza İngilizlerden gaz alarak 1826 da Gülistan antlaşmasını bozup rus imparatorluğuna saldırdı! 


Yıpratıcı mücadelelerde Ermeniler Rusların yanında yer aldı ve seri savaşlarda üst üste darbeler yiyen iran, en son Gence savaşı ile ağır şekilde yenildi.Bu yenilgi ile 1828 de Türkmençay antlaşması imzalandı.Bu antlaşma ;Türke, islama ve Osmanlıya her türlü ihanet ve zararı veren iran safevi kafasının sonunda ileride Türkler ve özellikle Azerbaycan aleyhine Ermenistan ın kurulmasına da öncü olarak Safevi İranlıların Türklere attığı son kazık oldu!

Bu barış antlaşması doğrultusunda gözünü Osmanlı topraklarına , Kudüse ,Akdenize ve orta doğu zenginliklerine dikmiş olan  fransa ve İngiltere de Ruslarla birlikte hareket ederek ,irana ve hindistana siyasi anlamda dolaylı olarak hakim oldular! Böylece Hindistan da karışık durumdan faydalanıp sömürge kolonileri kuran İngilizler,buraya İngiliz valisi atayarak hakim olurken, iranda ise pehlevi hanedanlığını destekleyerek oradaki türk ve sunni varlığını alaşağı ettiler.Türklerin yerine ise şii farsiler irana hakim oldular!Safevi zihniyeti kalleşlikleri ile tüm asya ve ortadoğuyu kafire teslim ettikten sonra ,merkezi iranda da Türk ün üstünlüğünün kaybedilmesine neden oldular.Safevi kafası Türkü her yerden alaşağı ederken,Türk-islamın ezeli düşmanları olan rusa, ermeniye, ingilize ve persi farslılara daima hizmet etti.


İngiliz-rus yakınlaşması sonucunda iran ,bir zamanlar savaştığı Rusya ile işbirliği yaptı ve daha sonra başlayan soğuk savaş döneminde Rusya İngiltere ilişkilerinin bozulmasıyla,iyice  farslaşmış olan iran, 2 ayrı bloğa ayrılan dünyada doğu bloğunu seçerek Rusyanın tarafına geçti. Bu durum bugünde devam ediyor.Tabii bu durum İngiltere nin ve batının tepkisini çekerek iran a karşı ambargo ve tehditleri beraberinde getirdi! (c.alkan –Türklerin orta doğuya etkisi).

Safevi artığı kaçarların irana soktuğu batılı etki , fanatik mollaların baskıcı tavizsiz ve kontrolcü politikayla yönettiği iranda halen daha bile isyanlar kargaşalar çıkarmayı başarmaktadır ve bunun zararı da faturası da köktenci pers yönetim tarafından türk kesimden çıkarılmaktadır!

NADİR ŞAH'IN ADİ POLİTİKALARININ BUGÜNKÜ DÜNYA COĞRAFYASINDA AÇIKÇA GÖRÜLEN SONUÇLARI


1- Ruslarla adam gibi savaşan ve zafer kazanabilen dünya üzerinde çok az sayıda devlet vardır.Bunlardan biri de Osmanlı dır.Kolpa nadir şah, hangi savaşta ruslara karşı savaşmış? Hangi cephe ,hangi savaş ,nerede, ne zaman ? Yok böyle bir savaş.Nadir şah bırak ruslarla savaşmayı,Osmanlıya karşı ruslarla ittifak bile yaptı.Bu yüzden zaten yükselme ve ilerleme çağını yaşayan ve buna karşı tek rakipleri olan Osmanlılarla mücadele eden ruslar ,nadir şahtan destek görüp orta asyaya hakim olma şansı yakaladılar. Eğer o kolpa nadirin ruslara destek vermeseydi ve rusa göz yummasaydı ruslar orada bugün Türkleri hakimiyet altına alıp süper güç olabilir miydi ha?O kolpa Nadir şah Ruslarla iş birliği yapıp Osmanlıyı gürcistan ve azerbaycan dolaylarından ,kısaca orta asya dan atarak burada rus nüfuzunun yerleşmesine izin verdi.Rusların da Osmanlıya karşı savaş açmasından ve yer yer başarılar elde etmelerinden memnuniyet duyan kolpa şaH nadir,İşbirliği yaptığı kankası rusların osmanlı Türkleri ile savaşıyor olmasından dolayı bundan güç alarak batı sınırını güvence altına aldım sırtımı kıçımı sağlama aldım diye düşünerek doğuya yöneldi,çünkü osmanlı ile yaptığı savaşları nadiri çok yıpratmış ve fakirleştirmişti,nadir doğuya hindistana ganimet ve güç kazanmak için yöneldi,burada babür türk devletini yıkarak hindistan ın Türkün hakimiyetinden  çıkıp hindulara,afganistanında türkmenlerin elinden çıkıp peştuna geçmesine büyük hizmet etti.


2- Nadir Şah Orta doğu ve Irak seferlerini de yaptı,Burada Osmanlı ve türkmen gücünü kıran Nadir şah arkasında Irak ve Suriye de öyle bir kaos bıraktı ki,buralara ne Türkler ne araplar ne de farslar hakim olabildiler ,buralara batıdan gelen ingilizler ve fransızlar çöktüler,yahudiler israil devletini kurmak için adım atma cesaretini de nadir şahın bu orta doğu politikasına borçlular.Siyonistler böylece Osmanlı'nın zayıflamasıyla da bunu uygulamaya koyup sonuca ulaştılar.Böylece bugün orta doğunun batılı emperyallerin sömürge alanı olmasında o az bulunur Nadir kolpa adi şahın büyük emekleri ve hizmetleri vardır.Orta doğu,doğu anadolu ve batı asya da Nadir in yol açtığı bu kaos sonucunda ermeni ve kürt milis terör örgütleri yine Osmanlı/Türk düşmanı faaliyetlere imkan buldu o nadir denen yavşak yüzünden.

3- Nadir şah ın Azerbaycan ve İran politikaları da rusun ermeninin gürcünün ve farsların işine yaradı.Gürcistan ve Azerbaycan'da Türk hakimiyeti büyük yara aldı,Nadir in ruslarla kankalığı ve akabinde nadir in zayıflaması ruslara çok büyük hizmet etti.Nadir resmen bu politikası ile Gürcistan Kafkasya ve Azerbaycan'ı ruslara hediye etti.Nadir in zamanında ruslarla Osmanlıya karşı iş birliği yapıp anlaşması sonucu sırtımı güven altına aldım diye yaptığı politika Nadir'in kıçında patladı.Ruslar yok olan Nadir'den kalan son Kaçar hanedanlığını antlaşma kankalık falan dinlemeden üst üste feci yenilgilere uğrattılar. Kaçarlar rezil olmuş şekilde İrana geri çekilirken Azerbaycan ve Kafkas Türk toprakları Rus hakimiyetine girdi.Bu durum Gürcistan ve Ermenistan'ın varlığına temel oluşturdu.Zamanında rusla iş pişirip Osmanlı Türkünü buralardan kovan Nadir şah ,Azerbaycan ve Kafkasları rusa ermeniye ve gürcüye hediye etti.


4- Peki,İran içlerine çekilen Kaçarlara ne oldu?Bunlar da hem Nadir'in tüm türkleri yıkıp yok etmesinden dolayı yalnız kalıp destek bulamadılar, hem de üstüne ruslara karşı defalarca ağır yenilgiler almaları sonucunda iyice zayıflayıp güçten düştüler,bunu fırsat bilen,Osmanlıdan her daim büyük darbeler yiyen ,lakin Nadir şah ın hiç dokunmadığı sırtını sıvazladığı farslar bu sefer harekete geçip Kaçarları feci asimilasyon baskı yağma ve katliamlarla yok ettiler, böylece İran coğrafyası da Nadir şah denen kolpa herif yüzünden Türk'ün elinden çıkıp farsi molla İran'ın eline geçti.

5- Anadolu'da ise Osmanlı Türkleri ,emperyal avrupa haçlılarına karşı yine bir çok cephede savaşarak var oluş ve kurtuluş savaşını kazandılar. Bu sırada Nadir şahın parçalanıp yakılmış ,kendi sarayının kapısında atların ayakları altına atılmış adi kemikleri bile ortadan yok olmuştu,İşte böyle zor bir durumda olan ve bir çok cephede kafire karşı boğuşmakta olan Osmanlı, üstüne bir de onca imkansızlığa rağmen 'Kafkas İslam Ordusunu' kurup silahlandırarak Nadir şah kolpasının rusa ermeniye ve ingilize hediye ettiği Azerbaycan!a girip, rusu ingilizi ve ermeniyi üst üste koyup oradan atarak Orada Azerbaycan Türk devletinin ilk temellerini atmıştır.Bunlar olurken,kolpa adi nadir şah çoktan cehennemi boylamıştı.

İşte Rusların nerden geldiğinin ,nasıl ve kimin desteği ile büyüyüp güçlendiğinin ,Ortadoğu ,orta asya ve uzak doğuda batılıların ve Rusların nasıl ve kimin sayesinde nüfuz kazandığını ve hatta İranda dahi Türk ün tüm orta asya ve uzak doğudan silinip yerine rus, İngiliz, Hindu ve persin geçtiğinin doğru net ve açık tarihi budur. Tüm bunların suçlusu şah İsmaillerin ,tahmasbların Abbasların ,nadir şahların hain kolpa adi safevisidir.Bu kalleşleri Türk kabul etmek Türk ün onurlu şerefli adil ruhuna ve kanına hakarettir!

Yaşasın Savaşçı şehit Osmanlı Türkü ! Kahrolsun safevi nifakçı kalleş hainler!




KÜNYE
Tür;Deneme,Makale,Teori
İçerik;Kültür,Tarih,bilim
Kaynak;Araştırmalarım
Dönem;Temmuz 2018
Güncelleme; Yok