Translate

28 Ekim 2018 Pazar

TÜRKÇE EZAN TÜRKÇE Mİ?


TÜRKÇE EZAN GERÇEKTEN TÜRKÇE Mİ?

Türkçe ezan olayı son Balyoz/Ergenekon davalarında söz konusu güruhun bu ülkede ezanı tekrar türkçe okutmayı planladıkları iddiası ile yeniden gündem oldu bir ara!
Yine son dönemlerde ‘Andımız’ ile ilgili mahkeme kararı ve bunun üzerine gargamel Eminağaoğlu’nun ‘’Ezanı da Türkçeleştirmek’’ imasıyla tekrar gündeme gelmiştir!



Öncelikle ezan ın dili olmaz ezan ezandır! Dünyanın neresinde olursanız olun bu çağrıyı duyduğunuzda buna yapılan tek tanım ‘’ezan’’ olur!’’Türkçe ezan’’ ibaresinde olduğu gibi!

Buna karşın ezan bu ülkede bir dönem Türkçe sözlerle çevrilerek yazıldı ve sanırım 18 yıl böylece minarelerden okutuldu!Buna Türkçe ezan dediler! Ezanın bu halini beğeneninde beğenmeyeninde aklına ve diline bu ‘’Türkçe ezan’’ olarak kazındı ve özelleşti!

Bunun amacı sözde anadil ile anlaşılmak adına bunu yapmak olarak söylenegelir yada laiklik ilkesinin ezana bile bir nebze uygulanması olarak gösterilir!

Lakin bu türkçe ezan işi bir o kadar gereksiz saçma ve yarım yamalak başı sonu belli olmayan başsız sonuçsuz bir iştir!


Öncelikle söz konusu olayın tanımı ezan dır bunu destekleyeninde desteklemeyeninde dilinde ezan dır ve ezan kelimesi Arapçadır!Yani olayın başlığı en başından yarım yamalak kalmıştır!
Zaten başlığı tanımı anlamı anlayışı Arapça olan bir şeyi Türkçeleştirmek!
Ezan yerine başka kelimeler kullanılabilirmiydi?mesela; ilan,davet yada çağrı!
Ama bu kelimeler de Arapça kökenli ve davet ilan çağrı falan laik toplum ilkesine göre bu karşılıkların da pek uygun görülemeyeceği de belli bu niyetle bakılınca!
Böylece işin başlığı tanımı yani Türkçe de olmuş olsa Arapça da olmuş olsa İngilizce de olmuş olsa ‘’ezan’’ ile yapılan tanım bir kere en baştan,daha başlıktan Arapça bir kelime!


Şimdi türkçe ezanın metnine bakalım;

"Tanrı uludur / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı'dan başka yoktur tapacak / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı'nın elçisidir Muhammed / Haydin namaza, haydin felaha / Namaz uykudan hayırlıdır(sabah namazında)"

Bu metinde tekdüze tekrarlayan kelimeleri teker teker ele alıp etimolojik olarak incelersek;

Tanrı-Türkçe
Ulu-Türkçe
Bilmek-Türkçe
Şüphe-Arapça
Başka-Türkçe
Yok-Türkçe
Tapmak-Arapça
Elçi-Türkçe
Muhammed-Arapça
Haydi-Türkçe
Namaz-Farsça
Felah-Arapça (Kurtuluş anlamına gelir bu nedenle Halk ‘’Haydi kurtuluşa lafını anlamasın diye bu kelime anlaşılsın diye Türkçeye çevrilen ezanda orijinal halde bırakılmıştır.Aynen ilan davet çağrı anlamına gelen ezanın aynen bırakılması gibi!Felah ın karşılığı olabilecek olan Türkçe 'kutgarmak' fiilinden türeyen 'kurtuluş' kelimesi de bu mantıkla sakıncalı görülerek kullanılmamıştır)
Uyku-Arapça
Hayır-Arapça

Gördüğümüz gibi başlığı ve tanımı Arapça ezan olan bu dandik işin geri kalanının yarısı da çoğu Arapça olan yabancı kökenli kelimelerden ibaret!


Eğer etimolojik anlamda dilinizi orjinalleştirmek istiyorsanız takip edeceğiniz bilimsel yol bellidir;
Önce dilinizde yer alan ‘’uzak dil ailesine’’ ait kelimeleri düzeltirsiniz! Sonra yakın dil ailesine ait kelimeleri düzeltirsiniz.Sonra ait olunan dil ailesine ait kelimeleri düzeltirsiniz ve en sonunda kendi öz orijinal dilinize sahip olmuş olursunuz!


Arapça ve farsça bize bölgesel ve kültürel anlamda ,İngilizce ve Fransızcanın yer aldığı uzak dil ailesine göre daha yakın! Ama siz batılılaşma çağdaşlaşma düşüncesi ile Latin alfabesi aracı yapılarak ve dilinize edebiyatınıza batılı üslubu ve yordamı ,yaşamınıza ve toplumunuza da batı kültürünü empoze ederseniz en başta bundan diliniz etkilenir!
Bu aşamada ,türkçe ezan olayındaki gibi dilden lisandan günlük yaşamdan 2 -3 tane Arapça kelimeyi atacağım diye uğraşmakla ucuz kahramanlıkla kalıp arkasından onlarca İngilizce ve fransızca kelimeyi doldurmaya uygun bir ortamı yaratırsanız etimolojik anlamda siz doğru ve düzgün bir iş değil yarım yamalak ve yanlış bir iş yapmış olursunuz ve türkçe ezan gibi örnekler de anca göz boyama olarak kalır!
Bugün batı dillerinin bozucu ve yıkıcı etkisine iyice maruz kaldığı artık tartışmasız olan Türkçenin en büyük sorunu işte bu etimolojik hatadır!Türkçe kahramanlarını don kişotvari delice ve boş soytarılıklar yerine asıl gerçek ve etkili samimi kahramanca bir savaşa davet ediyorum!


Ezanı Türkçe okumak için zaman harcanacağına taa o zamanlardan dilimizi orjinalleştirmek için çaba harcanmalıydı! Bugünde dilimiz ingiliz batı dillerinin saldırısı altında !Bunda latin harflerinden oluşan alfabemizin de etkisi büyük!Hadi bakalım nerede şu Türkçe ezan şovalyeleri??Tam tersine bu şovalyeler ingilizce asimilasyonunu ilerici görüp bununla hava bile atarlar!Lafa gelince milliyetçi takılırlar!

Bir de alfabe muhabbeti yapıyorlar !Biz arap harflerini attık ingiliz latin harfini aldık değişen ne?Göktük Orhun yazıtlarındaki alfabeyi alsaydık ya?Saçma sapan boş işler ve muhabbetler işte!
Ezan namaza çağrıdır ! Zaten laiklik olgusunun çok dışında bir noktadadır! Dinsel bir olgudur!Buna laiklik formülü uygulamaya kalkmanın açıklanacak bir tarafı da olmaz!
Bu saçmalığı tartışmak bile abes!


''Duayı Türkçe yapıyorsunuz ama'' diyenler Türkçe ezana uyup namaz kılıyorlar mı acaba?kılıyorlarsa acaba namazı nasıl kılıyorlar?bunlar bile Türkçe ezanın ne kadar gereksiz temelsiz sonuçsuz boş bir iş olduğunu kanıtlar!

Bunun yanı sıra,Bu noktada bir de ''Allah'' özel isminin,Türkçe ezanda da değiştirilerek yerine kullanılan ‘’tanrı’’ cins kelimesi ile karşılanamayacağı konusu vardır.Etimolojiyle ilgili bu konuya da başka bir makale içerisinde değineceğiz!



KÜNYE
Tür; Araştırma,deneme,makale
İçerik;Bilimsel,Tarihi,politik
Kaynak; Etimoloji
Dönem; Mayıs 2018

Güncelleme;Yok

TUTSAK GÜNEŞ – AYŞE KULİN






Jakoben Faşist kokona Ayşe Kulin’in genelde Nişantaşı,Konak,Çankaya..vb. konumlanmış beyaz Türkler için yazdığı Romanımsı propaganda!

Bu 440 sayfalık saçmalığın her sayfası ama her sayfası resmen bağıra bağıra siyasi kaygı ile yazılmış.Kitabın en başından beri muhalif olma hırsıyla algı operasyonlarına boğularak,zorlama olarak başlayan ,kitabın sonuna dek buna hizmet edip, hiçbir sürpriz gelişme ve özgün kurgu barındırmadan tekdüze sürüp biten bu sıkıcı boş saçmalık asla bir sanat eseri olarak kabul edilemez.Resmen Fiyasko!

Sözde Bilim kurgu ve ütopya havası verilen, yer yer kör romantizm ve anarşizm kasan bu kitabın tüm bu özellikleri de dibine kadar klişe! Bu yetmiyormuş gibi; Kitabın boş konusu ve bu klişe özellikleri de yazarın yırtınırcasına kastığı siyasi propaganda çabası bataklığında boğulmuş.Kitap okunacak halde değil!

Kitapta dindarlık ve dindar insanlar aşağılanmış! Algı yaratılarak ötekileştirilmiş.
Şunu da açıkça yazayım; Ben çok dindar bir çevreden gelmiyorum,hele gençliğim rock metal ortamlarında geçti!Ben bu ulusalcı sosyete çağdaş elit takılan kolpaların ne mal olduğunu iyi bilirim! Bu saçmasalak kitapta dindarlar ezilirken bu kokona kolpa kesim yüceltiliyor! Bu sahte ve yalan! Bunlardaki ikiyüzlülük,cimrilik,sabit fikirlilik, insan düşmanlığı ve bağnazlık hiç kimsede yok emin olun!  Ben bunların içinden geldim yaşadım bunların içinde bu kitap resmen sahte bir adi propaganda olarak ülkedeki belli kesimleri ötekileştirerek kutuplaştırıyor.Tabii villa –residence ,bar -pub müdavimi jakoben kesimi ise yüceltiyor.Bunlar bir de solcu sosyalist takılır ya tam komedi ve ikiyüzlülük ,bununla ilgili bir makale de kaleme alacağım.

Bu kafa yapısıyla sanata ve sanatçıya ihanet eden bu şey ‘’sanatçı muhaliftir’’ olayını sadece provoke ediyor !Bugünün iktidarının dününün muhalifleri olduğunu,dünün iktidarlarının da bugünün muhalifleri olduğunu bilince bu tutsak güneş gibi taraflı ,sığ ve yandaş şeyler daha da yavan ve banal bir hale geliyor!Bu işine gelince muhalif takılmak da olayın özünde muhaliflik değil de aslında niyetinin kendi siyasi tarafında yandaşçılık oyunu oynamak olduğunu gösteriyor.Kendi görüş ve yaşam anlayışında olmayan ezilen kadını insan yerine bile koymayan ama onu ezmek için aşağılamak için feminizm kasarak bu algı operasyonuna imza atan Ayşe kulin gibi 5 para etmez birinden başka ne beklenir ki?Sözde sanki chp seçmenine kitap yazmış !

Hangi inanç,kültür,yaşam yada siyasi görüşe sahip olursanız olun eğer gerçekten bir sanat eseri ,bir edebi ürün veya en basitinden bir roman okumak istiyorsanız; Saçmasapan bir  siyasi propaganda aracı olmaktan ileri gidemeyen bu kağıt yığınından uzak durunuz.Kitapseverlere ,sanatseverlere önerim Bu!Çünkü amacı sadece ve sadece sanat olan birisinin,bir köşesinden birbirine yapıştırılmış bu dikdörtgen şeklinde 440 yapraklık ‘tutsak güneş’ markalı tuvalet kağıdı tomarıyla asla işi olmaz,siyasi yandaşı olsa bile!

Bir tavsiye de kokona Ayşe Kulin'e; Sen bu saçma şeyle azgınca siyasi propaganda kasıp dandik kitaplar serisi arasına gireceğine mesela; konu olarak kendi halkının havadan-denizden bombalanması,istiklal mahkemeleri,milli şef dönemi,12 Eylül ve 28 şubat başta olmak üzere darbeler dönemini işleseydin dünya korku klasikleri arasına girebilirdin.Yada yerini bil, umut veda gibi vasat kitaplar yazmaya devam et!


Son olarak kitapla ilgili;Birileri böyle bir yandaş eseri yalana yalana överken, zihniyetine karşıt eseri ise 10 metre yakınına dek yaklaştırmayıp üstüne okumadığı karşıt bir esere sırf fikrine karşıt diye bir de kötü eleştiriler düzerken, ben bu kitabı alıp tahammül ederek sonuna dek okudum ve bu yorumu yaptım ! Sizin gibi villa-residence çocuğu,yelpazeli entel tatlı su solcusu, bağnaz faşist jakobenlerden farkım bu işte! 

KÜNYE
Tür;Kitap
İçerik;Siyasi,Propaganda
Kaynak;Okuduğum Romanlar
Dönem;Ekim 2018
Güncelleme; Yok

CONTRACTED 1-2


Tarih:2013 Tür: Gerilim/Dram Süre: 84 dk. Yönetmen: Eric England Senaryo:Eric England

Konusu; İstikrarsız bir yaşamı olan Samantha ,yakın arkadaş çevresinin de etkisiyle sık sık gece klüplerine takılmaya başlamıştır!
Sevgilisinden de yeterince ilgi göremeyen Samantha yine bir gece eğlenmek amacıyla arkadaşlarıyla gittiği barda yoğun alkolün etkisi ile kendini kaybeder ve o sırada kendisiyle yakınlık kuran yüzünü bile hatırlamadığı bir adamla barın dışında arabada cinsel birliktelik yaşar ve olaylar bundan sonra başlar.Sabah kendine geldiğinde kendini hiç iyi hissetmeyen Samantha sonraki 3 gün içinde resmen canlı canlı çürümeye ve dökülmeye başlayacaktır.



Dram ve gerilim olgularını psikolojik bir atmosferle çok iyi harmanlayan Contracted , Farklı bir başlangıç ve merak uyandırıcı bir gidişatla kendini kesinlikle izlettirmeyi başarıyor.Samantha karakterinin yavaş yavaş çürüyüşünü ve bunun ruhsal çöküntü halini seyirciye resmen hissettiriyor.Türünün meraklıları tarafından beğenilen bu yapım bazı sinema izleyicilerinden ise finalinin vasat havada ve sönük kalmasından ötürü eleştiri aldı.Aslında böyle bir finale sahip olmamasının nedeni 2 yıl aradan sonra gösterime girmesine rağmen bir devam filmi olmasından ötürüydü.


CONTRACTED - PHASE 2

Dediğim gibi serinin bu 2. filmi 2015 te Josh Forbes yönetmenliğinde piyasaya konuldu.
Bu devam filminde ise Ön plana Samantha nın kötü halini görüp onunla yakınlık kuran böylece ona yardım etmeye çalışan Riley karakteri çıkıyor ve Samantha nın başına gelen hastalığı ve buna neden olan adamın peşine düşüyor.Lakin O da bu tuhaf lanetin pençesinde olduğunun farkında olmayarak!



Olayın başlangıç ve yayılma safhasını sağlam Kurgusu ile ortaya koyan bu devam filminde  serinin ilk filminde havada kalan bazı sorular cevabını bulurken yine sürükleyiciliği ile izleyiciyi kendine bağlıyor ve yeni yeni kapılar açarak finalinde yine izleyicinin aklında soru işaretleri bırakıyor! Bu finali ile bu sefer izleyicilerde 3. devam filmi beklentisi oluşurken ,aradan 3 yılı aşkın süre geçmesine rağmen ses yok ve bu film şu anda arkasında bıraktığı soru işaretleri ile seyircinin aklında gizemleriyle yer etmiş olarak kaldı.


Oyuncular: Najara Townsend , Caroline Williams , Alice Macdonald , Marianna Palka, Adam Robitel, Matt Mercer

KÜNYE
Tür;Sanat,Sinema,Kült Film
İçerik;Film tanıtımı,İzlenimler
Kaynak;İzlediğim Filmler,Fan Clup,Tanıtım
Dönem;Aralık 2015
Güncelleme; Yok

5 Ekim 2018 Cuma

MATERYALİST ŞEYTAN ÜÇGENİ - KÖTÜLÜĞÜN DOĞUŞU VE YAYILIŞI


KARANLIĞIN VE YOBAZLIĞIN ÜÇ KÖŞESİ;
KOMUNİZM,FAŞİZM VE EVRİM

ÇAĞIMIZA HAKİM KILINAN KÖTÜLÜĞÜN VE KARANLIĞIN KÖKENİ

Bu makalede,günümüz dünyasında ve yakın tarihte insanların başına bela olan, dünya üzerindeki adaletsizliğin,karanlığın ve insani çöküşün baş sorumlusu materyalizmin ne olduğu tamamen gerçeklerle ve tarihi güncel yaşanmış olaylarla örneklendirilerek anlatılacaktır…yaşama baktığımızda açıkça görüp şahit olduğumuz, dünyaya bilerek hakim kılınmış adaletsizliğin,insanlıktan uzak acımasızlığın,şerefsizliğin ve tüm bunların etkisiyle insanlığın bugününün ve geleceğinin amaçlı olarak içine itilmek istendiği küresel umutsuzluğun baş sorumlusu, tüm yobazlığı,cahilliği ve karanlığıyla ortaya konulacaktır…



MATERYALİZM (ŞEREFSİZLİĞİN ÖZÜ)

Öncelikle Materyalizmin kısaca ne olduğuna değinelim…materyalizm öncelikle kıt akıllardan çıkmış felsefi-dinsel bir ideadır.Maddecilik diye de tanımlanır,adından anlaşılacağı gibi maddeye çeşitli özellikler ve bazı sözde felsefi-dini-bilimsel değerler yükleyerek yüceltilmesi, insanın ve yaşamın ‘’amacı’’ olabilecek kadar yukarı bir noktaya çıkarılmaya çalışılmasını hedefler.Materyalizmin bu felsefi yönüyle ilgili yüz binlerce makale yazılmış çizilmiştir.Bende bunların birçoğunu okudum,bu nedenle hem uzatmamak hem de boş olduğu için felsefi yönüne girmeyeceğim,ama isteyen bazı insanların ne kadar cahil olabileceğini görmek istiyorsa bu makaleleri okuyabilir…



Materyalizm şeytanın en büyük silahı olan cahilliğin bir sonucudur.Materyalizm, çağlara ve tarihe göre şekil alıp bukalemun gibi değişerek kendine yer bulmaya çalışır,çünkü cahillik şeytan tarafından en başta desteklenen olgudur,bu yüzden her çağda ve zaman diliminde kendini hakim kılmaya çalışır.

Maddeciliğin kökeni insanlık tarihi kadar eskidir.ilk insan, tek ve yüce bir varlığa tapıyordu ve O’na sonsuz saygı besliyordu.İnsanlığın babası bunu biliyordu ve her baba gibi doğruyu ve gerçeği tecrübesiz ve bilgisiz doğan çocuklarına anlattı…

Fakat çocuklarının bazıları gerçeği anlamadı,birebir almadı,onu yorumladı ,kendine verilen yüce bilgiyi anlayıp göremeyen cahil insan,bunu maddeyle açıklamaya çalıştı.O evrenlere sığmayan, hiçbir ölçü aletinin ölçemeyeceği, kıyaslanamayan kudreti ve zekayı maddeye indirgedi.O’nu maddenin içine hapsetmeye çalıştı.İşte bu temsili maddeye ‘’tanrı’’ dedi…böylece materyalizmin ilk adımı şeytanın en büyük övüncü olan putperestlik ortaya çıktı.Dediğimiz gibi o yüce kudret çok mantıklı olarak sadece tek bir heykele sığdırılamadı ve zamanla putların sayısı, boyutları ,çeşitleri ,şekilleri de arttı,Böylece insan cahilliğin o geri dönüşü olmayan derin ve karanlık kuyusuna düştü…doğrudan saptı,gerçeği unuttu…


Zaman geçtikçe insan o yüz binlerce putla ortaya koyduğu maddenin içinde ‘’gerçeği’’ bulamadı,gerçek kudretten yüz çevirerek, umudunu bağladığı biblolardan umduğunu bulamadı.İşte bu noktada materyalizm, şeytanın oyunuyla çok farklı bir yola saptı;bu öyle bir değişimdir ki anlamak için tarihi çok iyi bilmek, kronolojik gelişime hakim olmak ve mantıklı bir zekaya sahip olmak ,daha da önemlisi bakarkör olmamak gerekir….

Materyalizm ile evrim oyunu….evrim tamamen materyalizm için vardır,evrim materyalist inancın ve felsefenin özüdür ve temelidir,buna kimse itiraz edemez.

Materyalizmi yoğuran şeytan onu bu sefer evrimle pişirmiştir.Öyle ki en büyük silahı olan cahillikle kandırdığı insan tanrıyı maddede aramış,gerçeğin değil maddenin kulu olmuştu.Fakat insan uyanıyordu,maddede gerçeği bulamıyordu,şeytan materyalizmi bükecekti fakat bu bükme işlemi sonunda başka sorunlar çıkacaktı bunlarında örtbas edilmesi gerekecekti ve şeytan yine en büyük silahı olan cahilliği kullandı ve evrimi ortaya koydu.Evrim öyle bir kandırmacaydı ki ,insan bilmediği kudreti unutup önünde secde ettiği ve ona tanrı dediği put halindeki maddeye bu sefer ‘’yok’’ diyecek ve hem bunu desteklemek hem de materyalizmin yeni halindeki boşlukları ve çelişkileri örtbas etmek için icatlar ve mucitler çağında gerçek tanrısal nuru dile getiren bilimi kirletip evrimi ortaya koyacaktı.Böylece şeytan bir taşla üç kus vurdu.
İnsanın eliyle ve cahil  kafasıyla maddeleştirip putlaştırdığı ‘’sözde tanrı’’ya bu sefer hepten yok dedirtmek,gerçek yaratıcı kudretin,her çağda ve mekanda peygamberleri aracılığıyla iletilen yüce mesajının destek bulduğu ve ileride karşısına dikileceğini bildiği bilim olgusunu tam çağında ve zamanında kirletip saptırarak aleyhineyken lehine duruma getirmek ve ilk insanlık uygarlığından itibaren cahilliğin ve materyalizmin şekil değiştirerek ve evrim adı verilen güçlü yalanla pekiştirilip devamını sağlamak….

Şimdi materyalizmin ilk hali putperestlik düşüncesi ile insanlığın ilk uygarlığına nasıl bela olurken, evrimle desteklenmiş yeni halinin getirileri ve bu getirilerinde bu sefer bugünkü yaşama ve günümüz insanının başına nasıl bela olduğunu açıklayalım…

NUH TUFANI VE İLK ÇAĞ  MEDENİYETLERİNİN OLUŞMASI

Nuh Tufanı insanlık medeniyetinin dönüm noktasıdır.Tufanın olmuş olduğu sadece dinsel kaynaklarda değil,o zamanda yaşamış birçok farklı inanç ve yaşama sahip kavim tarafından da dile getirilmiş olduğu bulunan tarihi yazıtlardan ortaya çıkmaktadır.Nuh Tufanı ile insanlık yenilendi.Bu nedenle kutsal kaynaklarda Hz. Nuh a ‘’2. Adem’’ denir.Nuh tufanı sonrası insanlık yeniden gelişip çoğaldı ve yayıldı.Birçok önemli medeniyetler kuruldu ve yıkıldı,ama bunların en göze batanı,insanların gerçek anlamda bir medeniyet ve gelişme gösterdiği mısır medeniyetidir….


Nuh tufanı sonrası ‘’ilk çağ’’ başlar,ilk çağdan önceki yontma taş çağı,cilalı taş çağı..vb. dönemlerle ilgili insanoğlunun bilgisi gerçekten de çok azdır;ilk çağ öncesi bu dönemlerle ilgili bilgilerimiz kazılarda bulunan bazı buluntularla ve bu buluntuların ışığındaki tahminlerimizden ibarettir….

Bu taş devirlerinden sonra ilk çağ başlar.Bu çağa hakim olan topluluklar aynı zamanda ilk basit medeniyet kurucularıdır.Bunlar;
Frigler,Lidyalılar,İyonlar,Urartular,Sümerler..vb. topluluklardır…çin ve hint medeniyetleri ise dağınık bir haldedir.Avrupa da ise tam bir yerleşim ve gelişim yoktur.Avrupalıları etkileyecek olan yunan medeniyetinin sadece öncülleri söz konusudur…

Bu çağda 2 büyük uygarlık göze batar;Hititler ve mısırlılar!

Hititlerin, bugünkü Türklerin olmasa da Türkiye’nin mozağiyinde ki etkileri tartışmasızdır.Ayrıca göçlerle avrupaya da etkileri olmuştur,bazı Avrupalı halkların kökeni olduğu düşünülmektedir,özellikle germenler Hititlerle bayağı bir ilgilenirler.Bu medeniyet başta ufak tefek hanedanlıklar iken sonra birleşerek tarihte ilk çağda dikkate değer bir medeniyet ve güç olmuşlardır.Öyle ki kendilerini dünyanın en büyük ve güçlü medeniyeti sayan hatta evreninde merkezi sayan mısırlıların karşısına dikilmiş ve mısır tarihi araştırılınca da mısırlıların en çok korkup korunmak zorunda kaldıkları medeniyetin Hititler olduğu görülmüştür.


Hititlerin durumu bu olsa da ilkçağda  tartışmasız dünyanın en büyük ve güçlü ülkesi mısırdır!Mısır tarihte her yönden etkili bir medeniyet kurmuş ilk ülkedir.Öyle ki mısır medeniyeti yunan medeniyeti ve mitolojisini doğrudan etkileyip yönlendirmiştir ve daha sonraki Avrupa medeniyetinin tetikleyicisi olmuş,Mısır medeniyeti örnek alınarak ,firavunlar mısırının zayıflayıp yıkılmasıyla bu sefer dünyaya bu medeniyeti örnek alan roma medeniyeti hakim olmuştur.

İLK ÇAĞDA SAPKIN MISIR UYGARLIĞI VE FİRAVUN MATERYALİZMİ İLE DOĞAN KABALA İNANCI

Kutsal kaynaklarda mısır uygarlığı ve bu uygarlığın kralları firavunlarla ilgili bilgilerin ve uyarıların bu kadar çok yer alması tesadüf değildir;

‘’Eski Mısırlılar maddenin her zaman için var olduğuna inanıyorlardı; onlar için bir yaratıcının mutlak olarak hiçlikten bir şey yapmasını düşünmek mantık dışıydı. Onların görüşüne göre, dünya, kaosun içinden düzenin doğmasıyla oluşmuştu... Bu kaotik duruma "Nun" adı veriliyordu ve aynı Sümerlerin tanımı gibi... karanlık, güneşsiz, sulu bir derinlikti, bu derinliğin kendi içinde bir gücü vardı, bu yaratıcı güç kendi kendine düzenin başlamasını emretmişti. Kaosun maddesinin içinde yer alan bu gizli güç, kendi varlığının bilincinde değildi; o bir olasılıktı, düzensizliğin rastgeleliği ile birleşmiş bir potansiyeldi.’’( Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, London, 1997, s. 131 )


Mısır medeniyetinde tam bir faşizm söz konusudur!materyalizm tüm yönleriyle bu medeniyette kendini gösterir;put adı verilen tanrısal sıfatların maddeye indirgenmesi koyu ve yoğun bir biçimde bu medeniyette kendini gösterir.Bunun yanı sıra kendini tanrı olarak lanse eden tanrı-krallar firavunlar ile buna iman eden sapkın bir halkın medeniyetidir mısır uygarlığı ,aslında tüm bu olgu ve aldatmacanın oynandığı perdenin arkasında, tüm cahil halkı ve cahil firavunu kandırıp kukla gibi oynatan sapkın rahiplerden (ezoterik kabala büyücüleri) oluşan bir azınlığın yönetimindeki materyalist ve evrimci gizli bir tarikat vardır.Bu tarikat materyalist evrimci mikrobunu ilginç bir biçimde mısır medeniyetine hakim kıldıktan sonra bu medeniyetin çürüyüp yok olmasıyla bu sefer yunan medeniyeti ve mitolojisinde kendini göstermiş, buradan da roma imparatorluğuna geçerek bir kez daha dünyaya hakim olmuş putperestliği hristiyanlıkla yoğurup pişirdikten sonra Avrupa medeniyetlerine hakim olmuş ve oradan da daha sonra amerikayı ve en sonunda da günümüzde tüm dünyayı etkisi altına almıştır.Bu konuya daha sonra kısaca yeniden değineceğiz,şimdi bu başlık altında firavunlar ve mısır medeniyetinin materyalist yapısı hakkındaki gerçeklerden bahsedelim;



İsrailoğulları henüz Hz. Musa hayatta iken dahi Eski Mısır'da gördükleri putların benzerlerini yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa'nın vefatının ardından daha ileri sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır'ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir.
Eski Mısır'dan Yahudiliğe devrolunan öğreti adını ezoterik olarak çokça duyduğumuz Kabala'dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Kabala'nın dikkat çekici bir yönü ise, Tevrat'taki yaratılış anlatımından çok farklı bir anlatım içermesi, Eski Mısır'ın maddenin sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır. Türk masonlarından Murat Özgen Ayfer bu konuda şunları yazmaktadır:

‘’Tevrat'ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu göstermektedir. Kabala'nın en önemli bölümü, evrenin oluşturulmasına ilişkin kuramıdır. Bu kuram, teist dinlerde benimsenen yaratılış öyküsünden pek farklıdır. Kabala'ya göre, yaratılışın başlangıcında, "daireler" ya da "yörüngeler" anlamına gelen ve SEFİROT olarak anılan, hem özdeksel (maddi) hem de tinsel (manevi) nitelikli oluşumlar doğmuştur. Bunların toplam sayısı 32'dir; ilk onu Güneş Sistemi'ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. Kabala'nın bu özelliği, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar... Böylece Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu'nun eski gizemci inanç sistemleriyle... çok daha bağdaşır.’’ (Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?, İstanbul, 1992, s. 298-299)


Eski Mısır'ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat'ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyücü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala Yahudiliğin içinde ama Tevrat'a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmiştir. İngiliz yazar Nesta H. Webster "Ancient Secret Tradition" (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:
‘’Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin'in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası'nda (Tevrat'ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalası'nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, neo-Platonizm'den ve yeni Pisagorculuk'tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala'nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.’’( Nesta Webster, Ancient Secret Tradition, Secret Societies And Subversive Movements, Boswell Publishing Co., Ltd., London, 1924)


Amerikalı araştırmacı Lance S. Owens, Kabala hakkındaki bir yazısında bu öğretinin varlığın kökeni hakkındaki düşüncesini şöyle anlatır:
‘’Kabalistik tecrübe, kutsallık hakkında çeşitli algılamaları doğurmuştur ki, bunların çoğu genel kabul edilen görüşten hayli uzaklaşmışlardır. İsrail'in inancının en temel taşı, "Tanrımız Birdir" şeklindeki beyandır. Ama Kabala, Tanrı'nın tamamen açıklanamaz bir teklik olarak en yüksek formda var olduğunu kabul etse de (ki buna Kabala dilinde Ein Sof, yani sonsuzluk adı verilir), bu bilinemez tekliğin kaçınılmaz olarak birçok tanrısal forma dönüştüğünü iddia etmiştir: Yani çok sayıda tanrıya. Kabalistler bunlara "Sefirot" adını verirler, bu Tanrı'nın yüzleri veya kapları anlamına gelir. Tanrı'nın anlaşılamaz bir teklikten bu çokluğa geçişi, Kabalistlerin pek çok meditasyon ve spekülasyonuna neden olmuş bir sırdır. Açıkçası, bu çok yüzlü Tanrı imajı, çok tanrılı olmak suçlamalarını da beraberinde getirmiştir. Kabalistler bu suçlamaya karşı çıkmışlar, ama başarılı bir şekilde cevaplandıramamışlardır.
Kabalistik teosofide İlahi varlık sadece çoğul sayılmakla kalmaz, ama aynı zamanda Tanrı'nın ilk belirsiz yansımasında Erkek ve Dişi olarak ikili bir form aldığına inanılır. Bunlar kutsal Baba ve Anne'dir veya Kabala diliyle Hokhmah ve Binah. Kabalistler Hokhmah ve Binah arasındaki ilişkinin nasıl yeni formlar oluşturduğunu anlatmak için açıkça seksüel benzetmeler kullanmışlar.’’(Lance S. Owens, Joseph Smith and Kabbalah: The Occult Connection,Dialogue: A Journal of Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s. 117-194)



Kabala'nın tam anlamıyla bir "hurafe" olan bu senaryosunun ilginç bir özelliği, insanı "yaratılmış" bir varlık saymaması, adeta insana bir tür ilahlık atfetmesidir. Lance S. Owens bu Kabala hurafesini de şöyle açıklar:
‘’Kabala'nın karmaşık Tanrı imajı... aynı zamanda antropomorfik (Allah'a insani vasıflar atfeden) bir şekildedir. Bir Kabalastik yoruma göre Tanrı, Adam Kadmon'du; yani ilk ve örnek insan. (Bu inanca göre) İnsan, Tanrı ile kendi özünden gelen, yaratılmamış bir kıvılcım ve kompleks, organik bir form paylaşıyordu. Adam (Adem) ile Tanrı arasındaki bu garip Kabalistik özdeşleştirme, aynı zamanda Kabalistik bir şifre ile destekleniyordu: İbranice'de Adem ve Yehova (Yod he vav he harfleri) kelimelerinin sayısal değeri aynıydı; 45. Dolayısıyla Kabalistik yorumda Yehova Adem'e eşit sayılıyordu; Adem Tanrıydı. Bu iddiayla birlikte, tüm insanlığın en yüksek realizasyonunda Tanrı gibi olduğu iddiası geliyordu. ‘’( Lance S. Owens, Joseph Smith and lah: The Occult Connection,Dialogue: A Journal of Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s. 117-194)

Pagan dinlerin hurafelerinden devşirilmiş olan bu uydurma senaryolar, Yahudiliğin dejenarasyonunun temelini oluşturdu. İnsanı ilahlaştırmaya kalkacak kadar akıl sınırlarının dışına çıkan Yahudi Kabalistler, söz konusu "insan"ın da sadece Yahudilerden ibaret olduğunu, diğer ırkların insan sayılmadığı iddiasını da senaryolarına eklediler. Bunun sonucunda, Allah'a itaat ve kulluk temeli üzerine kurulmuş bir din olan Yahudiliğin içinde, Yahudilerin kibir hislerini tatmin etmeye yönelik sapkın bir öğreti gelişmeye başladı. Tevrat'a rağmen Yahudiliğin içine sokulan Kabala, bir zaman sonra Tevrat'ı tahrif ederek kendi öğretisini onun içine yerleştirmeye başlamıştır.Bu işlem tamalandıktan sonra fanatikleşerek ‘Siyonizm’’i meydana getirmiş ve bugün bu doğrultuda tüm dünyayı etkisi altına alan kanlı bir politikayı faaliyete geçirmişlerdir.

Kabala'nın sapkın öğretisindeki bir diğer ilginç nokta, Eski Mısır'ın pagan öğretisiyle paralellik göstermesiydi. Eski Mısırlılar, yukarıda değindiğimiz materyalist ideyle paralel olarak, "maddenin hep var olduğuna" inanıyor, bir başka deyişle maddenin yoktan yaratıldığını reddediyorlardı. Kabala ise aynı reddiyeyi insan için yapıyor, insanın yaratılmadığını, kendi varlığının sorumlusu ve idarecisi olduğunu ileri sürüyordu.



Buna karşın tek tanrı inancı bu dönemlerde peygamberler ile Allah vasıtasıyla tüm dünyada insanlara anlatıldı,bunlardan biri Yusuf peygamberdir….Yusuf peygamber mısır medeniyetinin ilk zamanlarında mısır krallarının firavun değilde malik olarak adlandırıldığı zamanda bu ilahi mesajı iletmiş,yüksek mevkilere gelerek yayma fırsatını da bulmuştur.Ama daha sonra mısır tarihindeki o komplolar ve mücadeleler dönemi sonrası daha sonra başkent olacak olan Teb şehri hanedanlığının hakim olmasıyla bu dönem tarih sayfalarından silinmiştir,Çünkü Teb şehri tuhaf bir şehirdi;şehrin yüzlerce tanrısının en büyüğü Amon-ra adlı bir tanrıydı ve bu tanrının tapınakları, karnak rahipleri adı verilen büyücü –materyalist kabalistik bir tarikatın yönetimi altındaydı.Bu öyle bir tarikatti ki firavun denilen krallara tanrısallık yüklüyor ama tanrısallık verdikleri bu insanı her daim kendilerine ve tapınaklarına hizmetçi durumuna düşürüyorlar ve her türlü karar ve yetkide kendilerine danışılmasını ve itaat edilmesini öngören bir yasa (Maat yasası) ile firavunu aslında çıkarları için kullandıkları bir kukla durumuna getiriyorlardı.Halk ise etkileyip gazladıkları firavunun kölesiydi ve böylece halkta bu materyalist sapkın büyücülerin elinde basit ve değersiz bir oyuncaktan başka birşey değillerdi.İşte bu Teb şehri ve büyücülerinin mısır ülkesine ve medeniyetine hakim olmasıyla tam 30 hanedanlık firavun nesli bu büyücü kabalistik şeytani tarikatın kuklası oldu.

Bu 30 nesil arasından yalnızca tek bir firavun ‘’ tek ilah’’ inancına sahip oldu ve bunu yaymaya çalıştı.Mısır tarihinde ‘’sapkın firavun’’ olarak adlandırılan ve ismi ve inancı tüm mısır arşivlerinden kabala büyücüleri tarafından silinen Akhenaton tek bir ilah inancını benimsemişti.Firavun Akhenaton annesi tarafından kendine öğretilen Fenike medeniyetinde ortaya çıkan tek ve büyük bir ilah öğretisinden yada Hz. Yusuf öğretisinin bir şekilde kaybolmayıp Akhenaton u etkilemesinden  veyahut da kardeşi Smenkare ile bir mağarada tek bir ilah ve yaratıcı güçten bahseden sahifeleri bulup okuyup etkilenmesinden böyle bir inanca sahip olduğu düşünülmektedir.Akhenaton,rahiplerin etkisi altındaki Teb i değil kendi yaptırdığı tek bir ilaha tapınılan kenti başkent ilan etmiş ve diğer tüm putları ortadan kaldırıp,büyücü rahiplerin gücünü kırıp halka bunlara tapmayı yasaklamıştı.Fakat iktidarı kısa sürdü,ölünce arkasında oğlu olmadığı için küçük yaştaki kızı ile evlenen yine küçük yaştaki Tutankamon geldi.Akhenatonun ölümüyle Karnak ın materyalist rahipleri tecrübesiz firavun ve eşine baskı yapıp eski putperest dini ve eski putperest başkent Tebi yeniden yüceltmiş,Akhenatonun mezarını putperest kabalistik resim ve sembollere göre inşa ettirmiş,hatta bunla yetinmeyip korkularından Akhenatonun cesedini ve mezarını bu kez tamamen ortadan kaldırmış,inançlarından şüphelendikleri Akhenaton un kızı ve damadı firavun Tutankamonu şüpheli inançları nedeniyle kısa sürede çeşitli komplolarla ortadan kaldırtmışlardır ve adlarını da mısır tarihinden sildirmeye çalışmışlardır….böylece mısır uygarlığının sonuna dek bu büyücü rahipler etkilerini sürdürmüştür.



Daha sonra gelen önemli peygamberlerden biride Hz. Musa dır…İbraniler (Yahudiler) Hz. İbrahim den beri tek ve yaratıcı bir tanrıya inanıyordu…bu Hz. Yakup ve Hz. Yusuf ile de mısır uygarlığında kendini gösterdi…Hz. Musa zamanında 2.Ramses firavundu ve sapkın büyücü rahiplerin etkisi altında israiloğullarını köle olarak çalıştırıp zulmediyordu…İbranilerdeki tek ilah inancından haberdar olan firavun 2. ramsesin bu kavim üzerindeki zulmünün asıl nedeni bu inançlarıydı….2. ramses öldükten sonra Hz. Musa, sapkın firavun Mernaptah zamanında tek tanrıya inanan israiloğullarını toplayıp mısırdan çıkardı.Fakat Hz. Musa nın ölümünden sonra Yahudiler hemen putperestliğe döndü ve kabalistik rituelleri, materyalizmi ,putperest pagan inancı ve büyücü rahipliği Hz. Musa ile indirilen Tevrat a ve Yahudi inancın içine sokup bozdular ve bugüne dek böyle geldiler…Peki bu durumda İsrailoğulları'nın, hem de Hz. Musa tarafından kendilerine gösterilen pek çok mucizenin ardından, bir anda kolayca putperestliğe eğilim göstermelerinin nedeni ne olabilir?
Bunun İki nedeni vardır; Kendisine derin bir temel elde etmiş ve gizli kalmayı başaran Kabalistik Yahudi tarikatlerin tekrar etkisini kazanması ve bununla bağlantılı olarak İsrailoğulları'nın, her ne kadar tevhid dini üzerine yaşayan bir toplum olsalar da, çevrelerindeki putperest kavimlerden etkilenmeleri, Allah'ın kendileri için seçtiği din yerine putperestliğe özenmeleridir.

Konuyu tarihsel kayıtların eşliğinde incelediğimizde, İsrailoğulları'nı etkileyen putperest kültürün, uzun devirler içinde yaşadıkları Eski Mısır olduğunu görürüz. Bizi bu sonuca götüren önemli bir gösterge, Hz. Musa Tur Dağı'nda iken İsrailoğulları'nın saparak tapındıkları "böğüren buzağı heykeli"nin, aslında Mısır'daki Hathor ve Aphis adlı putların bir taklidi oluşudur. Araştırmacı yazar Richard Rives, Too Long in the Sun (Güneş Altında Uzun Süre) adlı kitabında şöyle yazar:

‘’Mısır'ın boğa ve inek tanrıları, yani Hathor ve Aphis, güneşe tapınmanın sembolleriydiler. Bu putlara tapınılması, Mısır'ın güneşe tapınma konusundaki uzun tarihinin sadece bir parçasını oluşturuyordu. Sina Dağı'ndaki (İsrailoğulları'nın tapındığı) altın buzağı ise, orada kutlanan bayramın güneşe tapınmayla ilgili olduğunu gösterir.’’ (Richard Rives, Too Long in the Sun, Partakers Pub., 1996, s. 130-31)


İsrailoğulları'nın burada özetlediğimiz Eski Mısır kaynaklı putperest eğilimi son derece önemlidir ve bize Tevrat'ın tahrifi ve Kabala'nın kökenleri konusunda önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Bu iki konuyu yakından incelediğimizde, her ikisinin de kaynağında Eski Mısır'ın putperest ve materyalist dininin izlerini görürüz.
Eğer günümüzün terimleriyle konuşursak, Eski Mısır'ın öğretisinin adı "materyalizm"di.
Kabala'nın öğretisi ise "seküler (din dışı) hümanizm" ve günümüz astroloji ve burç fallarının kurucusu olan ‘’yıldız falı büyücülüğü’’dür.Bununla birlikte medyatik propagandayla kontrol altında yürütülen Bilim dünyasında tüm genel geçer akımların sınırlarının çizildiği evrimsel tekeldir.

Ne ilginçtir ki, bugün bu kavramlar, son iki yüzyıldır dünyaya hakim olan kültürü de tarif eden kavramlardır.
Acaba tarihin derinliklerinden Eski Mısır materyalizmini ve Kabala öğretilerini günümüze taşıyan birileri mi olmuştur?Şimdi bu soru eşliğinde konuya yukarıda bıraktığımız yerden devam edelim.

YUNAN-HELEN MİTOLOJİSİ VE FAŞİZMİN BABASI PLATON İLE MATERYALİST DÜŞÜNCENİN AVRUPAYA GEÇİŞİ

Mezopotamya Nil nehri ve Kızıldeniz in çevrelediği topraklar insanlık tarihi için önemlidir.İnsanlık adına günümüze dek gelen ve etkisini koruyan tüm bilimsel,felsefi,sosyal ,dinsel akımların kaynağıdır bu bölge.İlk insan Adem A.s. ın cennetten uzaklaştırıldıktan sonra dünyada Mezopotamya bölgesine sürüldüğü bazı dinsel kaynaklarda belirtilir.Yine bilimsel bulgular en eski insan medeniyetlerinin izlerinin başlangıcını bu bölgede bulurlar ve medeniyet bu bölgeden yayılır.İşte Dinler tarihi boyunca tanrı tarafından doğrunun ve şeytan tarafından doğrunun saptırılması işlevinin kaynağı ve yoğunluğunun bu bölge olmasının nedeni budur.Yine hem o eski çağlarda hem de günümüze dek gelen bu olguların sonuçlarının,tüm dünyaya ve çağlara etkisi düşünülünce bu düşüncemizin ne kadar mantıklı olduğu ortaya çıkmaktadır.

İlk inanç kesinlikle putperestlik değildi.Pagan doğa dinleri de değildi,ilk inanç tek ve yüce bir yaratıcıya olan inançtı ve her çağda bu düşünce peygamberler ve kitaplar aracılığıyla Allah tarafından korunup öğretildi.Mısır,Hitit,Sümer,Pers,Babil..vb. büyük medeniyetlerde ne kadar putperestlik hakimmiş gibi gözükse de her zaman Hz.Nuh,İbrahim,Yusuf,İdris peygamberler gibi peygamberler ve tek tanrı inancını benimsemiş kimseler tarafından tevhid inancı varolagelmiştir…

Eski Mısır'ın materyalist felsefesi, bu uygarlık ortadan kalktıktan sonra yaşamaya devam etti. Bazı Yahudiler bu felsefeyi devralarak, Kabala öğretisi içinde yaşattılar.
Öte yandan, bazı Yunan düşünürleri de aynı felsefeyi devraldılar ve "Hermetizm" olarak bilinen Eski Yunan öğretisi içinde yeniden yorumlayıp devam ettirdiler. Allah, Hz. İsa ile bu kabalistik sapkın Yahudi inanca uyarı ve düzen getirse de bu kabalistik materyalist felsefe günümüze dek hem israilde hemde Avrupa ve Amerika kıtasında varlığını sürdürdü…


Hermetizm kavramı, Eski Mısır inancındaki hayali tanrılardan biri olan thoth un Yunanca'daki karşılığı olan Hermes kelimesinden gelir. Bir başka deyişle Hermetizm, Eski Mısır felsefesinin Eski Yunan'daki karşılığıdır. Aynı zamanda mısır medeniyetinin yunan mitolojisinin etkileyicisi olduğunun göstergesidir.
Yukarıda değindiğimiz gibi insanlığı etkileyen her türlü kavramın beşiği mezopotamyaydı.Avrupa o zamanlar gerçek bir medeniyete sahip değildi ve asla göz önünde olan ve bugün olduğu gibi popülerliği söz konusu bile değildi.O zamanlar her anlamda popüler olan mısır medeniyetiydi…işte bu medeniyetin felsefi öğretileri o zamanlar daha bir medeniyet olabilmenin başında olan Avrupalı birkaç düşünürü kendine çekti…bu düşünürler daha sonra elle tutulur ve iddialı bir yunan-helen medeniyetinin tetikleyicisi ve aynı zamanda günümüze dek gelen pagan-materyalist avrupa  popüler ideasının kurucuları oldular…

Çiçeron,Pisagor,Thales,platon,Ksenofanes,Parmandines,Zeno,Melisus,Herodot..vb.mısır medeniyetini ziyaret etmiş birçok düşünürün içinde en etkin olanı kuşkusuz platon du….

EskiMısır'daki Hermes Öğretisi tamamen ezoterik ve inisiyatik bir öğretiydi. Örneğin; belirli düzeye gelmiş insanlar, gizli toplantılarda tarikatın törenlerini yaparlar, ruhsal duygularını ve düşünülerini açıklarlar, daha küçük dereceli üyeleri eğitirlerdi.Pisagor bunların arasında yetişmiş bir hermetiktir. Yine eski Mısır'dan kökünü alan İskenderiye Okulu ve eski Yunanda platon tarafından temelleri atılan Yeni Platonculuk (neopaltonizm) gibi felsefi düşünce sistemlerinin kuruluş biçimi ve düşünceleri için hermetiktir diyebiliriz.


  Eski Yunan, Mısır ve Roma uygarlıklarında muayyen bir bilim, bir "gnose" veya gizli irfan çevresinde toplanan "Giz Okulları" (écoles de mystères) bulunurdu. Bu Giz Okulları'nın mensupları, ancak uzun tahkikatlardan sonra ve tekris merasimleri ile kabul edilirlerdi. Bu okulların arasında, ilkinin "Osiris" okulu olduğu sanılan cemiyette çalışmaların esaslarını, Osiris'in doğuşu, delikanlılık dönemi, verdiği mücadeleler, nihayet ölümü ve tekrar dirilmesi temalarını oluştururdu.Bu temalar ritüellik dramalar şeklinde ruhban sınıf tarafından merasimler esnasında oynanırdı ve böylece fiilen iştirak edilerek temsil edilen ritüel ve sembolizmanın daha etken olması sağlanırdı...Mısırlılar Heliopolis (güneş şehri)ve Menfis şehirlerini kurmuşlardır. Hermetik efsaneye göre, bu iki şehir, bilim ve fennin, kaynağı olmuştur.

 Heliopolis'i ziyaret etmiş olan Pisagor oradaki mabetten uzun uzadıya bahseder. Onun için yetiştiği tapınak, Menfis Tapınağı, tarihi bir önem taşır. Teb şehrinde bilimsel teori ve deney konularında kapsamlı yüksek dereceli idealist yordama göre hareket eden okullar bulunurdu.
Platon, işte bu osiris okulu yada giz okulları adı verilen cemiyetlerden etkilendi… bu okulların sözde bilimsel öğretisi, tartışmasız bir materyalist düşünce ve ‘’giz’’ adı altında tamamen kabalistik büyü ve ritüellerle ortaya konan ezoterik karanlık ilkelere dayanır.



Platon, bir yunanlı olarak ilk ve önemli yunan şehirlerinden biri sayılan sparta nın hayranıydı…bu hayranlık bu kentin yönetimindeki tuhaf farklılıktan kaynaklanıyordu…işte platon materyalist hermetik felsefesinin birebir somut örneği olan sparta nın faşist yapısını birleştirerek platonist düşünceyi kurdu…bu düşünce daha sonra çömezi olan ve kendisi gibi yunan medeniyetini ve sonraları başta roma olmak üzere günümüze dek gelen Avrupa medeniyetlerini etkileyen Aristo nunda düşüncelerinin temelini oluşturmuştur .

Yunan öncüller aslında Memphisteki bu gnoselerde tüm bilgileri elde edemediler.Çünkü dediğimiz gibi bunlar ‘giz’ okulları olarak bir tür soruşturma ve yemin törenleri ile öğrenci alan kapalı bir cemiyet mantığına sahiptir.Bu cemiyet-okullarda da bilgiler gizli ve saklı tutulurdu bu nedenle buraya gelen yunan öncüllere bu bilgilerin tamamı verilmedi.

Tüm Antik Mısır medeniyeti ve bilim anlayışını ele alırsak ve bunu bir komple deve olarak temsil edersek,Yunan öncüllere bu devenin sadece kuyruğu verildi.Kuyruk ise buraya dek bahsettiğimiz kabalistik etkileşimli materyalist temeldir.Zaten o zaman bilimsel ve sosyal anlamda çok geri olan Avrupalıların en önemli temsilcisi yunanlılar da bu materyalist ideadan etkilendiler ve bundan başkasını gözleri görmedi.Bu materyalist idea onların pagan inançları ve putperest sosyokültürel yapıları ile de örtüşüyordu.



Şu noktada farklı bir durum var belki; Antik mısır da isimler ön plana çıkmıyordu!Bilim felsefe ve icat konusunda tanrısal esin neticesinde tanrı isimleri ile yine tanrıdan görev aldığı söylenen hükümdarların isimleri ön plana çıkarılıyordu!Yani bilimsel felsefi fikir ve deneyler hep tanrı ve hükümdarlara atfediliyordu bu durumu da biz araştırdık.Bunun nedeni de doğu kültürünün bencil olmayan ve icraatleri tanrıya yada hükümdara ithaf eden düşünce yapısıdır.Bunun bir kısıt yada eksiklik olduğunu iddia etmek komedi! Batıda ise bunları araklayan yunanlı filozofların tek tek adını biliriz çünkü bunlar kendilerine ait olmayan ve öğrencisi oldukları bilgileri bencilce sahiplenerek kendi isimleri ve kişilikleri ile ortaya çıktı ama fikir ve bilgi antik mısır tanrılarına ve krallarına aitti! zaten antik yunanda özellikle platon da çıkan bu bencil kafa yapısı platonu faşizmin babası yaparken antik yunanı da materyalistleştirmiştir.

bu ortaya konan hem felsefi sanatsal edebi teorik olgular hem bilimsel fenni deneysel olgular kişisel ve benlikleri ve isimleri aşarak tanrılar yada yarı tanrı kabul edilen hükümdarlara ithaf edilirken aynı zamanda bu felsefi bilimsel yordamın teorik ve pratik olgusu da ''giz'' olarak kendi içerisinde kapalı kalmıştır ve bu durumlar bu olgunun tüm bunları bencilce kendisine mal eden ve isimleri ile ön plana çıkan yunan filozofların gölgesinde ve tekelinde bırakmıştır!

Ama antik yunan filozoflarının yapabildiği tek şey bu bilgileri alıp avrupaya batıya taşıyan bir araç olmaktan ileri gidemedi! yunan öncüller sayesinde antik mısır felsefesi batıda ilk başta maddeci kafa yapısı içinde kısıtlı olarak yer buldu lakin daha sonra yunanlılardan bunu devralan latin kökleri ile antik mısırla bağı olan romalılar yunanlıların bu zayıf eksik ve sığ durumunu geliştirip kapsamını arttırarak etkili bir hale getirmeyi başarmış yunanlılar avrupa medeniyetinin temeli sayılırken romalılar modern avrupanın öncüsü olmuşlardır.

Eski Mısır'daki Hermes Öğretisi tamamen ezoterik ve inisiyatik bir öğretiydi. Örneğin; belirli düzeye gelmiş insanlar, gizli toplantılarda tarikatın törenlerini yaparlar, ruhsal duygularını ve düşüncelerini açıklarlar, daha küçük dereceli üyeleri eğitirlerdi.Pisagor bunların arasında yetişmiş bir hermetiktir. Yine eski Mısır'dan 'gnose' lerden kökünü alan İskenderiye Okulu ve eski Yunanda platon tarafından temelleri atılan Yeni Platonculuk (neopaltonizm) gibi felsefi düşünce sistemlerinin kuruluş biçimi ve düşünceleri için de Eski Mısır bilimsel felsefesi olan hermetiktir diyebiliriz.İşte bu yapılanma  roma medeniyeti ile tekrar dirilmiş tapınak şovalyeleri ve masonik modern bilimsel ve felsefi popüler yayınların ve icraatlerin de öncüsü haline gelerek klüp ve cemiyetler şeklinde aynen bugünde modern dünyada hakim yönetici karar verici aklı meydana getirmişlerdir!


  Platon Arşimet Pisagor Demokritos Aristo gibi öncüller Antik mısırda hermetik düşüncenin teori babında bugünkü yunan sanat edebiyat ve politik değerlerini özümseyerek yorumlayıp ortaya koymuşlar ,pratik/deney babında ise matematik kimya fizik hatta astronomi geometri gibi bilim dallarını öğrenmişler sparta da bu öğrendikleri şeylerin deney ve uygulama alanı olmuştur !İşte bu durum bugün bizim Yunan medeniyeti dediğimiz olguyu meydana getirdi!Tüm bu bilim dallarının en geniş ve kapsamlı odaklarını da antik mısır araştırmalarında açıkça görmekteyiz bu da bu noktada binlerce kanıtı önümüze döker!

Platon, Yunan faşist şehir devleti Sparta'daki modeli savunurken, faşizmin bir diğer yönünü, yani toplumun devlet tarafından büyük bir baskıyla yönetilmesini de savunmuştur. Platon'a göre bu baskı günlük hayata o kadar hakim olmalıdır ki, insanlar devletin emirleri dışında hiçbir şey düşünemez hale gelmeli, kendi akıl ve iradelerini tamamen bir kenara bırakarak, adeta beyinleri yıkanmış bir şekilde hareket etmelidirler. Karl Popper'in kitabının hemen başında faşist zihniyetin tam bir ifadesi olarak aktardığı Platon'a ait aşağıdaki sözler, faşist düzenin yapısını tarif eder:

‘’En temel prensip şudur ki, erkek veya dişi olsun hiçbir kimse lidersiz olmamalıdır. Ve de hiç kimsenin zihni, bir şeyi kendi inisiyatifi ile yapmasına izin verecek şekilde düşünmeye alıştırılmamalıdır... En küçük konuda bile liderliğin yönetimi altında olmalıdır. Örneğin sabah kalkması, hareket etmesi, yıkanması veya yemek yemesi, sadece eğer bunları yapması emredilmiş ise gerçekleşmelidir. Tek kelimeyle, ruhunu öyle bir şekilde eğitmelidir ki, asla bağımsız olarak davranmayı hayal etmemeli ve bunu yapma yeteneğinden de tamamen yoksun hale gelmelidir.’’ (Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 7)


Bu düşünce ve uygulamalarıyla, Spartalılar ve Platon, faşizmin temel özelliklerini de ortaya koymuşlardır: İnsanları hayvan türü olarak gören bir anlayış, fanatik bir ırkçılık, savaşın ve çatışmanın yüceltilmesi, toplumun devlet baskısıyla ve "beyin yıkama" yöntemleriyle yönetilmesi...

platonun sparta etkileşimli bu faşist düşüncesinin kaynağı, bağlı olduğu ve yaydığı cemiyetin ve sözde akademiaların ana düşüncesi olan materyalist - kabalistik karanlık öğretidir.Yukarıda açıkladığımız gibi bu düşüncenin kaynağı da Eski Mısır'ı yöneten Firavun'ların kurduğu sistemdir. Firavunların diktatörlüğünün, Sparta faşizmi ile olan paralelliği platonun öğretisini doğurur. Mısır Firavunları da güçlü bir askeri disipline sahip devlet sistemleri kurmuşlar ve bunu kendi halklarına baskı uygulamak için kullanmışlardır. Hz. Musa döneminde Mısır'ı zalimce yöneten Firavun -tarihi kaynaklarda II. Ramses olarak geçer- Sparta'daki bebek katliamlarını hatırlatan bir zalimlikle inançlarından dolayı ülkesindeki tüm Yahudi erkek çocukların katledilmesini emretmiştir. Bu Firavun'un kendi halkına karşı uyguladığı fikri baskı da Platon'un tarif ettiği faşist baskı sistemini desteklemektedır.
Platon bu materyalist – kabalist düşüncenin etkili olduğu akademialarla gizli cemiyetlerle ve yine bu düşüncelerinin doğrultusunda sahip olduğu devlet yönetimi ve iktidar ilkeleriyle yunan-helen uygarlığı ve dolayısıyla tüm Avrupa medeniyetinin yaşamına sosyal ve kültürel yapısına hakim oldu.

Platonun savaş yanlısı, güçlünün zayıfı ezdiği, sürekli bir yaşam mücadelesinin hüküm sürdüğü ,insanlarının ırklarının ve maddi –geçici değerlerinin mutlak asalet olarak ortaya konduğu  bu faşist ve materyalist idea Avrupalıların yunan mitolojisindeki tanrılarını bile değiştirdi…tanrılar arasında sürekli bir mücadele ve savaş hakim oldu.Tanrılar insanlarla evleniyor,çocuk sahibi oluyor,birbirleriyle ve hatta insanlarla kavga ediyor ve hatta dayak yiyor,hırs ve ego yarışına giriyordu.Kadınların sözde yüceltildiği ama doğurganlıklarının ilahi mucizesi ve Allah ın kudreti değil kadının cinselliği ön plana çıkarılıyor tanrıçalar bile cinsellikleri,ikiyüzlülükleri ve entrikaları ile ön plana çıkıyordu.Homoseksüellikte yine farklı yada aynı anlamda çeşitli saçmasapan düşüncelerle kendine yer bulmaya başladı.
Böylece bu ideanın etkisi altına giren Avrupalı halklar tam bir barbarlık,savaş,katliam,yıkım,sapkınlık ve zulmün hakim olduğu günümüze dek gelen materyalist – faşist yapısına büründü…



KABALİSTİK BÜYÜCÜ YAHUDİLER VE HERMETİK PAGAN ROMALILAR IN İÇİNDE BÜYÜYEN HZ. İSA VE HRİSTİYANLIK ALDATMACASI

Yukarıda belirttiğimiz gibi platonist düşünce ile sürekli maddeci bir mücadele içine giren Avrupa da faşist ideolojiyle güçlü bir yapı sağlayan roma hakimiyetini kurdu.Bu hakimiyeti tamamen materyalist ve faşist yapılı bir yönetim ve orduya borçluydu Roma.
Roma imparatorluğu incelendiğinde tam bir krallık monarşisi yada cumhuriyetten söz edilemez,bu iki birbirine zıt sayılan olgunun aslında bir etkisi yoktur .günümüzde bu durum halen daha tartışılmaktadır.
Roma imparatorluğunda sadece mutlak faşizm olgusuyla ortaya konmuş materyalizm etkiliydi.
İmparator kelimesi zaten baş komutan anlamına gelir,romanın ilk imparatorunun kim olduğu bilinmez ama en önemli imparatorlerinden jul Sezar a cumhuriyet döneminde dahil yaşam boyu diktatör unvanı verilmişti,böylece roma imparatorluğu büyük arenalarda insanların parçalatıldığı,halkın vergilerle ezildiği,çarmıha germe,kolların kesilip o halde uzun yolların yürütülmesi,aç susuz bırakma,linç vb. işkencelerin yoğun olarak uygulandığı, maddi değerlere sahip insanların ve ailelerin ancak asil olabildiği güzel şehirlerde ve gelişmiş metropollerde yaşayabildiği,arka planında ahlaksızlık,acımasızlık,entrika ve cinayetlerin yer aldığı materyalist bir emperyal ihtişamdan ibaretti.

Savaş, sürekli mücadele, katliam, sindirme, yıkım ve sapkınlık sadece roma imparatorluğu sınırları içinde yaşanmıyordu…roma dönemin en büyük gücüydü aynen bir zamanlar mısır medeniyetinin olduğu gibi…roller değişmişti ama mısır medeniyeti ile roma arasında pek bir fark yoktu…
Roma, etrafında yer alan barbar topluluklarla mücadele halindeyken egemenlik alanı da gelişti…kutsal topraklara sahip oldu ve valileri ile bu bölgeleri yönetimi altında tuttu…işte bu bölgelerden birinde, Celile de Hz. İsa kendinden önce görevlendirilmiş tüm peygamberler gibi Allah ın öğretilerini yaymaya başladı.
Hz. İsa hemen bölgede etkisini gösterdi..Kudüs’ e yayıldı…amacı Hz. Musa ile Allah tarafından indirilmiş gerçeği ve doğruyu tekrar ortaya koymak ve israiloğullarının kabala ile pislettiği Yahudi inancı ve tevratı düzeltip tamamlamaktı..hedefinde ve karşısında ise dolaylı olarak roma valisi ile işbirliği içinde kökeni mısır materyalizmine ve büyüye dayalı sapkın bir inanca sahip mısır medeniyetindeki büyücü ve kahin rahiplerin görevini aynen üstlenmiş ve bundan büyük maddi rant ve nüfuz elde etmiş kabalistik hahamlar vardı.Bunlara 'Sadukiler' adı verilirdi.Sadukiler,O zamanlar 4 ayrı mezhebe bölünmüş yahudiler içinde pagan roma imparatoru ve geleneğime yakınlaşmış ,bu yakınlaşmanın getirisiyle makam zenginlik ve nüfuz kazanmış en güçlü ve elit yahudi cemaatiydiler.Bu yakınlık ile yahudi din adamlığı hahamlık ve yasa ceza hukuku bu sapkın sadukilerin elindeydi çünkü Roma kendilerine yaltaklanan bu topluluğa yahudileri yönetme iznini de vermişti.Sadukiler sırf siyasal anlamda değil dinsel anlamda da Romadan aldıkları bu yetki, güç ve çıkarlar ile Roma pagan geleneğine de iyice yakınlaştılar.Zaten sapkın olan yahudi inançları iyice paganlaşmaya doğru kaydı.Bu Saduki nüfuzu muhafazakar sayılan diğer bir yahudi mezhebi Farisilerin içinde de bölünmelere ve farisilerin hızla Sadukilerle aynı tarafa geçmelerine neden olmaya da başlamıştır;Bu 2 akım sadukiler ve farisiler daha sonra Hz.İsa nın imanına ve peygamberliğine karşı duracaklardır.
 ''Çok önemli bir iş olarak kabul edilen tapınak faaliyetlerini yürüttükleri için de başka hiç bir işle ilgilenmezler ve kendilerini de yüksek bir sınıf olarak görürlerdi.Öte yandan,oldukça 'materyalist' sayılabilecek kendilerine has bir inançları vardı.Ölümle birlikte ruhun da öldüğüne yani ölümden sonra yaşamın var olmadığına inanıyorlardı.Yahudi geleneğine rağmen getirdikleri bu inancın nedeni ise büyük olasılıkla Roma kültüründen etkilenmiş olmalarıydı.Çünkü Sadukiler 'son derece dünyevi kozmopolit kişilerdi ve imparatorluğun geneline hakim olan greko-romen değerlerini ve yaşam biçimini benimsemişlerdi'' (Nehemya 9:1-3)


‘’İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi. Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandalet giyer, çoğu zaman da yalınayak yürürdü.
Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, değerli eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi.’’ (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335).
‘’İsa (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı.’’ (A. Musannef, XI, 309).

Hz. İsa nın etkisi sanıldığı kadar azmıydı?inananları gerçekten bir avuç insandan mı ibaretti? O dönemle ilgili araştırmalarımız inanmayan insanların bir hayli çok olduğunu gösterir.Fakat inanan insanlar sanıldığı kadarda az değildi ve etkileri genişti…bu gerçek İncil in bozulmasına rağmen bilinen kadarıyla 400 adet farklı versiyonunun özelliklede geniş bir coğrafyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkmasıyla anlaşılır.
Sonuçta roma imparatoru Agustus zamanında Hz İsa ,mısır ve Kudüs valisi  Pontius Pilatus ve kabalistik Yahudi hahamlarının işbirliği ile ortadan kaldırıldı(ortadan kaldırdıklarını sandılar).


Hz. İsa güya öldürülmüştü..ama yukarıda bahsettiğimiz gibi etkisi azımsanmayacak kadar büyüktü ve sonuçlarını roma aleyhine göstermeye başladı.Gerek romanın kendi sınırları içinde gerekse sömürgelerinde her ne kadar gerçeğinden sapmış yada başka versiyonlara bürünmüş olsa bile Hz. İsa düşüncesi fikri destek buldu.

Roma imparatoru Hz İsa ile mücadelesinde, valisi Pilatus desteğiyle gizli ama etkili cemiyetler halinde var olagelen kabalistik Yahudi düşünceye yakınlaştı ve kısmen etkilendi.Bu etkinin asıl nedenlerinden biride  İseviliğin yahudiyede büyük ölçüde büyücü hahamların kurduğu statüko sayesinde etkisiz kalmasıydı.İmparatorun ülkesi romada ise İsevilik,imparatorun aleyhine köylüler ve soylular arasında yayılmaktaydı ve paganist olan imparator bu hristiyan yayılmayı acımasızca ezmeye çalışsa da başarılı olamıyor ayrıca pagan inanç içerisindeki dinsel bölünmüşlüğün ve temelsizliğinde farkına varıyordu.

Roma imparatoru Konstantin İznik konsülünde ilk adımı attı.400 den fazla sayıda olan incili 4 e indirdi.bunu yaparken kendi pagan inançları (konstantin pagan kültü sol invictus a ölene dek inandı) ile kabalistik Yahudi inançlarını yoğurup Hz. İsa nın Allah tan ilham alan öğretisini yeniden yorumlayıp daha da bozarak yeni bir din ortaya koydu;bu yeni modifiye dine ‘Hristiyanlık’ adı verildi.(Allah hristiyanlık diye bir din göndermedi.Hz. İsa (a.s) hristiyan değil Yahudi peygamberidir.görevi ise Hz. Musa (a.s.) nın Yahudilerce bozulmuş olan dini tevhide uygun hale getirmek ve böylece tamamlamaktır.İşte bu nedenle Hz. İsa nın lakabı ‘İsrailoğullarının kralı’ idi.bu kral kelimesi tabii ki hem bozuk kabalistik hahamların çıkarlarına hem de bölgeye hakim olan romanın hoşuna gitmeyecekti.Hz. İsa Yahudi peygamberidir.Aynen Hz. Musa gibi.kendisine verilen İncil ve öğreti ise Hz. Adem den başlayıp Hz. Muhammed (s.a.v.) dek gelen İslam dır.Hristiyanlık roma imparatorunun uydurması bir dindir.)



Roma imparatoru tarafından hristiyanlık oluşturulurken kabalistik hahamlardan ve pagan doğa dinlerinden faydalanıldı.4 incilde buna uygun olacak şekilde seçildi.İşte bu nedenle o zaman suni biçimde kurulan ve günümüze dek gelen hristiyanlıkta Hz. İsa pagan ve putperest mısır inancının firavun-tanrı düşüncesiyle ortak doğrultuda Tanrının oğlu ve aynı zamanda tanrıdır.Hz. İsa silueti heykelleştirilip putlaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır.oluşturulan papa ve ruhbanlık sınıfı, aynen kökeni mısır büyücü kahinlerine dayanan kabalistik büyücü hahamların statükocu yapısının kopya edilmesiyle ortaya çıkmıştır.kutsal gün Pazar (sun-day güneş günü ) hem güneşe tapan mısır ın ve hemde doğaya tapan pagan dinin kutsal ayin günüdür.yine Meryem ana pagan ve mısır firavunlarının eşlerinde,annelerinde (kraliçe-tanrıça) olduğu gibi tanrıçalık özelliği taşır hale getirilmiştir.Hz. İsa, Meryem ana ve diğer azizler güneş kursu ve pagan ritüellerinin bir sonucu olarak ışık halesi içinde tasvir edilir.Şarap ,ekmek-kan,et ritueli pagan dinden alıntıdır.Günah çıkarma ayini pagan doğa ritüellerinden girmiştir.Hz.İsa nın sözde doğum günü (noel olarak kutlanan tarihte doğmadığı bilinir) ve doğum günü olgusu pagan dinlerde sosyal ve dinsel bir ayin olarak eğlence,içki,kumar ve sapkınlıklarla kutlanırdı.bugünde böyle kutlanır.Paskalye bayramı tamamen roma dönemi pagan doğa dinlerden alıntıdır.Yine cadılar bayramı geleneği ve kostümleri tamamen pagan doğa dini geleneğinden alıntıdır.Bu durum daha birçok örnekle çoğaltılıp kanıtlanabilir…
Böylece Konstantinus ile kurulan yeni din, uygulanan kıyımları perdelemek için imparatora uygun hale getirildikten sonra serbest olarak ilan edildi.


Bu yeni din papalar ve kiliseler tarafından roma imparatorunun desteğiyle hakim kılındı..tabii ki başta tüm İsevilere uygulanan baskı ve katliam bu sefer romanın eliyle kurulan yeni dine (hristiyanlık) uymayanlar üzerinde devam etti..kısa sürede papa ve kiliselerin etkisiyle hristiyanlık hakim kılındı.Ama o zamandan beri süregelen yeni görüş ve mezheplere kilise ve papanın taviz vermez va baskıcı hatta yok edici baskısı günümüzde etkisini yitirse de tarihte ve yakın zamana dek varlığını göstermiştir.

Serbest bırakılan ve imparatorun lehine olan ve desteklenen hristiyanlık
Sonrada tamamen Teosodius un zamanında romanın resmi dini oldu.Böylece Avrupa medeniyetinde din ve devlet işleri bütünleşti.Papanın ve kilisenin ayrıca siyasi yetkileri de olmuş oldu.İlk başta koyu paganlar ve farklı hristiyan mezhepleri ve farklı dinsel düşünceler kanlı bir biçimde baskı altına alındı.Mısır uygarlığında olduğu gibi papa ve ruhban sınıfı imparatorun ve imparatorlukların üzerine çıktı.Kralları ve halkları etkisi altına aldı ve bunu özellikle maddi-manevi çıkar ve statülerini koruyup geliştirmek için kullandı.Bu durum Özellikle Atalarımız olan Osmanlı ve Selçuklu imparatorluklarına karşı tavan yaptı .Bu sayede hristiyanlık olgusu papa ve Avrupalı krallar tarafından kullanıldı ve pekiştirildi.Ancak özellikle İstanbul un haçlılar tarafından yağmalanması ve kilisenin çıkarcı uygulamaları gerek hristiyan dini içinde gerekse farklı düşüncelerde güçlü bir muhalafet ve başkaldırmaya neden oldu.Kilise ve papa başta yine kanlı yöntemlerle bu isyanı ve asileri cezalandırsa da önünü alamadı ve özellikle Fransız ihtilali ile papa ruhban sınıfı ve kilise etkisini yitirirken Avrupa yeni bir döneme girdi.Şeytanın silahı materyalizm hristiyanlığı sabit bir ağaca bağladıktan sonra yeni bir köpeğe sahip oldu.İşte bu dönemle birlikte Avrupa ve dünya farklı ve karanlık bir yola girdi.kötülük bir kez daha şekil değiştiriyordu.



FRANSIZ İHTİLALİ İLE GİRİLEN YENİ DÖNEM VE MATERYALİZMİN EVRİMLE PEKİŞTİRİLMESİ UĞRUNA BİLİMİN KİRLETİLMESİ

1789 Fransız ihtilali sosyo-siyasi bir ihtilal gibi görünür ama kökeninde kiliseye karşı bir başkaldırıdır.Kiliselerin ve ruhbanlık sınıfının ayrıcalıkları ve bu sınıfın etkisindeki kralların baskıcı yapısı Fransız ihtilalini doğurdu..ihtilal kültürel –sanasalt-sosyal-siyasal..vb. birçok alanda etkisini gösterirken temelinde kilise çerçevesi içinde dine ve inançlara karşı bir başkaldırı ve özgürleşme hareketidir.Daha sonra siyasi ve sosyo –kültürel yaşamda bu doğrultuda yönlendirildi…

Hz. Muhammed ile Allah ın son dini bildirmesi ve koruması altına alması şeytanı yeni bir strateji geliştirmeye itti.Sapkın roma medeniyeti ile bloke edip kendi safına çektiği ve hristiyanlık olarak bozduğu Hz. İsa öğretisini Hz. Muhammed in gittikçe yayılmakta olan öğretisine karşı kullanmış ama başarılı olamamıştı.

Son peygamber gönderilmiş İslam sabitlenmiş ve kıyamet çağı başlatılmıştı.Bu şeytan için yeni stratejiler geliştirmesi gereğini de gösteriyordu.Bu nedenle şeytan çok kolayca hedeflerine ulaşıp at koşturabildiği Avrupa bölgesine hakim oldu.Tezgahını burada kurdu .Çünkü doğunun büyük bir bölümüne İslam hakim olmuştu ve gitgide yayılmaktaydı.Şeytan Allah ın dilemesiyle ve sözüyle İslam üzerinde doğrudan bir etki kuramayacağını biliyordu.Bu işi dolaylı olarak yapması gerekiyordu.Bunun için maşalara ve kuklalara ihtiyacı vardı ve Avrupa bölgesi bunun için en uygun yerdi zaten şeytan asırlarca burada istediğini elde etmeyi kolayca başarmıştı.Bunun en önemli örneği kudüste ortaya çıkan Hz İsa peygamberliğindeki islamı avrupada tamponlayıp tamamen islamdan farklı bir hale getirip en sonunda da islama karşı bir düşman haline getirmesi gösterilebilir….

Şeytan,Hz İsa ile gönderilen İslam ı bozarak uydurduğu hristiyanlık ile akla hayale uymayan sapkın bir dönem başlatmıştı,fakat hristiyanlık Hz. Muhammed ile gönderilen İslam a karşı zayıf düşünce, hristiyanlık ipini bırakması gerektiğini anladı e hristiyanlıktaki ruhban sınıfının sapkınlığını kullanarak Fransız ihtilaline neden olan ortam için gerekli tezgahı düzenledi.Şeytan aslında islamı bozup ekarte edebilmek için çokça uğraşıp bunu hristiyanlık olarak ortaya koysa da halen daha hristiyanlık içerisindeki tanrı ve iyilik, onur, namus gibi kavramlardan hiçbir zaman hoşnut değildi.Her ne kadar hristiyanlıktaki gerçek islamı öğretiyi bozmuş olsa da bazı insani ve ahlaki değerleri ortadan kaldırmayı başaramamıştı.


Bu nedenle şeytanın armageddon çağında artık yeni bir silaha ihtiyacı vardı bu tam çağa uygun bir silah olmalıydı.Çağ gelişim ve teknoloji çağıydı.Bilim ,keşif,icat çağı…dünya rotasını bu yöne çevirmişti ve bilim dallarının etkisi dünya yaşamını doğrudan etkiliyordu .Şeytan bunun üzerine oynamalıydı.Fransız ihtilali ile bilim ve sanat olgusunu kirletmeli ve dini ve Tanrı inancını bilim ve sanata zıt ,düşman hatta geri bir konuma düşürmeliydi ve böylece harekete geçti;

Antik Mısırdan etkilenip eğitildikleri maddeci düşünce yapısını antik yunan felsefecileri avrupaya taşıdılar.Bu doğu batı arasındaki ilk kültürel geçiş sayılır.
Bu Avrupada materyalist düşünceye zemin hazırladı.Yunanlılar tabii barbar konumdaki avrupada maddeci de olsa bir medeniyet ve devlet yapısı geliştirebilmek için çok uğraştılar yunana medeniyeti daha çok bir var oluş mücadelesi verdi.Lakin Avrupa asıl yükselişi Roma medeniyeti ile yakaladı!
Roma medeniyeti ile maddeci sistem sistematik hale getirilirken doğudan bir çok bilimsel ve felsefi akım transfer edildi ve bu maddeci sistematiğe uygun hale getirildi.


İşte bu noktada Roma medeniyetinin Latin kökleri ile Eski antik mısır öğretileri yakınlaştılar ve ortak bir hedef için hareket etmeye başladılar.Bunlar en başta tapınak sovalyeleri,illuminati benzeri etkili masonik
Klüp ve cemiyetlerle sağlandı !zamanla bu klüp tarikat ve cemiyetler yönetici kral tüccarlar ve askerleri bünyesinde toplayınca çok önemli ve güçlü bir karar verme merciine dönüştüler.Bu dinsel gizli ve etkili tarikatlar, zamanla asil yöneticilerin çıkarına hizmet ettiği için bir çok imtiyaza sahip olup bağımsız bir yapı haline gelen kilise ile çatışmaya başladı.Her ikisi de materyalist putperest
Evrimci faşist olan kabalacı masonik tarikatler ile hristiyan kilise arasında yaşanan iç darbe ile planlanan ‘’Fransız ihtilali’’ devreye sokuldu!Bu yapılırken yine bilindik medyatik propaganda taktikleri ile  bir devrim planlanarak devreye sokulmuştur.Sanat ise buna alet edildi.Sanatın getirdiği aydınlanma ve düşünce çağı popülist propagandası yapılarak Fransız devrimine destek sağlandı.Sanki Fransız ihtilalinden önce heykel,resim,edebiyat ve felsefe akımları hiç yokmuş yada önemsizmiş gibi !

Böylece bu taktiklerle kilisenin etkisi kırıldı !güya özgürlük hürriyet cumhuriyet akımı ile bu parlatıldı!Fransız ihtilali ile bir çok kişi vahşice katledildi.Bu avrupada derin ve etkili yapılanmalara sahip masonik Siyonist kabala Yahudilerinin eliyle oluyordu ve Fransız ihtilali ile sonuca ulaşıyordu.Buna önce Sanat ve felsefe alet edildi!Daha sonra ise buna Bilim alet edildi.


Fransız ihtilali, maddeci materyalist amaçlar uğruna buna tek engel olarak duran manevi kutsal değerlere  bir baş kaldırıdan başka bir şey değildir.Bir aydınlanma ve gelişim değil aksine terörizm,darbe,yıkım,ölüm,sömürü,kaos ,anarşi gibi kavramları doğurmuş ve ihtilal anından itibaren tüm dünyayı gelecekte de bu girdabın içine sürüklemiştir.Sanata edebiyata bilime ve felsefeye  kattığı ekstra hiçbir şey yoktur!Tek yaptığı sanat dalları felsefe ve bilimi manipüle ederek maddeci düşünceye hizmet eder hale getirmekti.Daha önce etkileri görülse de
O çağa dek dinsel düşünce yanında,insanlığın başından beri süregelmesine rağmen  bu maddeci kafa yapısı sadece ön plana alınarak hepten yeni ve farklıymış gibi gösterilerek popülerleştirildi.



Fransız ihtilalinin amacının özgürlük hürriyet cumhuriyet olmadığı ihtilalden sonra değişen avrupada kralların krallıkların hanedanların,saray sosyetesinin  aynen ve daha güçlü şekilde devam ediyor olmasından anlayabiliriz.Etkin asil bı krallıkları varlıklarını ve etki alanını arttırırken bunlar dünyanın çok ötelerinde sömürge alanlarını değiştirirken hedef alan olan orta avrupa ile doğu Avrupa ve balkanlardaki devletlerde sadece cumhuriyet rejimi etkili oldu.
Bu cumhuriyet hürriyet özgürlük akımı en fazla Osmanlı içerisine ajanlarla uygulandı ve Osmanlının ortadan kaldırılıp hakim olduğu verimli toprakların sömürülebilmesi için Osmanlıda iç isyan ve yıkıcı bölücü bozucu faaliyetlerin adı olarak anıldı Cumhuriyet ve hürriyet kavramları.

Bu Fransız ihtilalinde üretilip karanlık ve gizli güçlerin hizmetine verilen politik akımların çıkarlar ve amaçlar uğruna nasıl kullanıldığına Osmanlı devletinin yıkılışı çok iyi bir örnektir.Kendi krallıkları dinsel kurumları ve sarayları ayakta kalıp daha da güçlenen batı cumhuriyet ve hürriyet sahte akımını kullanarak Osmanlının hakimiyet gücünü oluşturan 2 makamı direk hedef aldı; ‘’hanedanlık ve halifelik’! Fransız ihtilalinde piyasaya sürülüp kilise ve fransa kralına karşı Avrupa da denenen bir tür kitle imha silahı ve içten yıkıcı propaganda olan ‘’cumhuriyet ve hürriyet’’ adlı silah ilk kez düşman ülke olan Osmanlı üzerinde denenerek gereken başarı sağlandı ve Osmanlının hammadde dolu zengin topraklardaki hakimiyet alanına son verilerek Siyonist kabalistik masonik tarikatlerin ve klüplerin kontrolündeki  batılılar adi amacına ulaşıldı!Kudüs alınarak İsrail kutsal devletinin temeli atıldı!



Daha sonra bu ‘’cumhuriyet ve hürriyet’’ silahı batılıların içten yıkıp sömürmek istediği çoğu arap ve Afrika ülkesine uzak doğu halklarına aynen uygulanarak yeni başarılar elde edildi!Mesela abd nin ırağa,İtalyanların libyaya,Fransızların 
Başta Cezayir olmak üzere Afrikada,İngilizlerin orta doğuda halka güya demokrasi hürriyet ve gerçek cumhuriyeti getiriyoruz deyip o bölgeleri işgal ederek sömürü alanlarına dahil edip genişletmeleri gibi Fransız ihtilainin yapılış amacını açıkça ortaya koyuyordu! Tabii bu yapılırken maddeci bir zihniyetle yorumlanıp evrenselliği baltalanmış sanat felsefe ve bilim akımları parlatılıp bir tür maddeci sahte medeniyet ve yalan ilerleme ve gelişim propagandası ile kitlelerin gözleri boyanarak böylece çıkarlarına destek olarak kullanılıyordu!Bu zehri zerk ettikleri ülkelerdeki çoğu ateist maddeci malakta gelişim ve medeniyet zannederek bunların uşağı oluyordu otomatikmen ,zaten bilim sanat ve felsefenin mantalitesi de Fransız ihtilali ile bu amaç doğrultusunda bozularak maddeci zihniyete göre yeniden yorumlanmıştı.

İşte böylece Fransız ihtilali ve bu ihtilal ile ortaya çıkan şeyler asla bir aydınlanma özgürlük ve gelişim değil, aksine doğu halkları başta olmak üzere tüm dünyayı sömürüp köleleştirmek ve insanları kitleler halinde katledip yok etmek için devreye sokulmuş bir sahte devrimdir!Şeytanın devrimi!



Fransız ihtilali medeniyeti değil yıkımı getiren; 1. ve 2. dünya savaşlarını,sömürgeciliğin sistematikleşmesini,
para ve ün için icat yapmayı,ırkçılığı ve aynı amaca yönelik komunizmi ve faşizmi,
Kitle imha silahlarını,popülist materyalist felsefe ve bilim anlayışıyla kitlelerin maddeci bir doktrinle zehirlenip mutluluk ve başarının manevi yönünün tamamen yok edilip sadece maddi değerlerle ölçülmesini sağlayarak kitleleri;onlara tek mutluluk yolu olarak beyinlerini yıkayıp yönlendirdikleri  en değerli madde olan paraya ulaşmak için zaman ve mekan arasında sıkışıp koşuşturan ve bu koşuşturmada zayıf olanların ayaklar altında ezilmesini bir normalite olarak öne süren,toplumu oluşturan insanların birbirinin yardımcısı değil rakibi olarak tanımlayan ve bunu vahşi bir yarışa dönüştürerek kitleleri en sonunda kendi zenginlik başarı ve yükselişleri için müşteri gibi kullanılan bir tür dinsiz tanrısız hayvan sürüsüne çevirmeyi başarıyorlar!
İşte Fransız ihtilalinin maddeci evrimci faşist ırkçı şeytani sapkın amaç için planlanıp uydurulan yapay bir alet olmasının gerçeği bu!


FAŞİST MATERYALİZMİN KOMUNİZMLE YAYGIN HALE GETİRİLMESİ VE EVRİM TEORİSİNİN PERDE ARKASI

En başından İlk insandan beri şeytanın sırtında gelen ve fırsat kollayan putperest materyalizm artık Fransız ihtilali ile temel alacağı zemine kavuştu.
Bir aydınlanma çağı olarak ortaya konulan Fransız ihtilali Tüm insanlık tarihi olarak hem geçmiş hem de gelecek açısından tam bir karalık çağı beraberinde getirdi.Ekonomik ve Sosyal anlamda ipleri eline geçiren kabalistik materyalist düşünce Fransız ihtilali ile aydınlanma çağını değil insanlığı karanlığa sürükleyecek olan materyalist yeni dünya düzeni çağını başlatmış oldu.

Fransız ihtilalinde avrupayı ve dünyayı sömürmek ve materyalizmle mahvetmek için bilinç merkezi ve teorik alt yapısı her alanda ön plana geçirildikten sonra İngiliz sanayi devrimi ile bu pratik hale getirildi.Lakin Bunun da teorik alt yapısı gerekecekti.


İngiliz sanayi devrimi bir makinalaşmayı getiriyordu lakin Avrupa alt yapı ,insan gücü ve hammadde olarak çok fakirdi Materyalizmi kendine şiar edinmiş avrupaya hammadde ve insan gücü gerekiyordu ve bunu diğer halklardan elde edeceklerdi.Niyetleri ise hiç iyi değildi ve işte bu noktada zaten teorik alt yapısı Fransız ihtilali ile oluşturulmuş olan evrim teorisi bilimsel dünyada bir kanser gibi yayılarak tekel haline getirildi bunun içinde medya propagandası manipülasyon ve algı operasyonlarına baş vurularak global anlamda tüm dünyanın beyni yıkanmaya evrim teorinin tartışılmaz yadsınamaz tek gerçek yordam olabileceği algısı sabitlendi.Bu politika İdealist bilim anlayışına başlı başına ters olması ve bilimin yordamıyla çelişmesine rağmen kimse buna ses çıkarmadı çünkü alt yapı çok sağlam hazırlanmış sistem ve ağ çok iyi kurgulanmıştı.Amaç ise çok açıktı manipülasyon ve propaganda ile faşizmi ırkçılığı güçlünün zayıfı ezmesini köleliği fakirliğin bazıları için (alt türdekiler) bir kader olduğunu hem teorik hem de pratik olarak tüm dünyaya benimsetmekti,evet bunu  hem ezenlere hem ezilenlere benimsetmek.Ezene ezmekte haklı olduğunu ,ezilene de ezilmeyi hak ettiğini benimsetmek !bu noktada tabii en konforlu rahat ve avantajlı konuma Avrupalı beyaz adam yerleştirildi.Yani siyonist Yahudiler.

Bu noktada tüm bu planlamayı yöneten genelde mason olarak bildiğimiz lakin masonluğa çok benzer farklı isim ve yapılanmalarla ortaya çıkan kökleri ve yordamları taa Antik Mısır medeniyetinde etkili olan Siyonist kabalacı büyücü önderlerdir.Bunlar ekonomilk ve sosyolojik güçleri ve tefeci bağlantıları ve cemiyetleri ile bir çok güçlü zengin ünlü ama yalnız olan kişileri bir tür güç birliği ile maddeci bir çıkar uğruna bir araya getirmeyi başladı bu durum onlara global anlamda dünya hakimiyetini getirecektir.Bu çok iyi planlandı.


Bu noktada devreye sokulan ilk isim Charles Darwin ile evrim teorisinin kökünü oluşturacak ‘Türlerin kökeni’’ fikriydi.Bu konuyu çok geniş olarak burada ele almayacağız bunu, evrim teorisi ve darwinizmi daha önce ‘’Antifaşist –Antimateryalist Manifesto’’ ile genişçe ele aldık ,daha sonra farklı bir bakış açısı ve yine güncel bilgi kaynak ve gözlemlerle farklı bir makalede yine ele alacağız.Bu makalemizde buna, global dünyamıza bugünümüze ve geleceğimize dair karanlık materyalist hedeflerini anlatmak açısından değinirsek eğer;

Charles Darwin ‘in bir bilim adamı değil bir araştırmacı kimliğiyle Galapagos adasına giden ve orada gördüklerinden etkilenerek bir fikir edinen bu fikrini de türlerin kökeni adlı kitabında toplayıp evrim teorisinin ilk basamağını oluşturan bunu sadece bilimsel değil ekonomik,coğrafi,tarihi,sosyal,kültürel,ahlaki..vb bir çok alana da hızla empoze edilmesine öncülük eden önemli bir şahıs olarak karşımıza çıkarılmıştır evet görevi her açıdan detaylı olarak planlanmış biridir Darwin.


Charles Darwin belki Glapagos adasına hiç gitmemiş bile olabilir. Orada hiç gözlem yapmamışta olabilir.Darwin orada gözlem yapan belli başlı kişilerin gözlemlerini alarak bunu planlı bir fikir adına yeniden yorumladı.Bunu yaparken örnek aldığı kişi ise Lamarck tan bile önce ‘’evrim ve ortak ata’’ kavramını tanrı dışında doğal bir mekanizma olarak tanımlayan dedesi Erasmus Darwin di! (Fairfield Osborn, From The Greeks to Darwin, s. 141-148.)

Zaten onun kimliğini yapacağı şeyleri ve görevini planlayan kişinin de dedesi Erasmus Darwin olduğu aşikar.Peki kim bu Erasmus Darwin dede?



Erasmus Darwin dede; Bir tür ‘’Doğa tapınağı’’ inancına sahip hrisityanlık öncesi pagan putperest. Şeytanın ana gücüne inanan materyalizmin baş savunucusu Siyonist Yahudi. Erasmus Darwin Yazılarında savunduğu fikirlerin Kitabı Mukaddes ile uyum içinde olduğunu göstermek için Kitabı Mukaddes’te Eski ahitten alıntılar yapıyordu. (Erik Nordenskiöld, The History of Biology, s. 295.)

İngiliz Sanayi devriminin mekaniklerinden birisi ve sanayi devrimi sonrası hammadde ve insan gücü eksiği sorununa çözüm getirmekle görevli en önemli kişilerin başında geliyor.Bu amaçla hammadde ve köle arayan zengin İngiliz sanayicilerden oluşan Lunar cemiyetinin kurucusu olan temelde ise en başta Büyük ve köklü Mason locasının en büyük üstadlarından biriydi.Adını ise Fransız ihtilali akabinde yaşanan Rönesans ın öncüsü olan Desiderus Erasmus tan alıyordu.Kiliseye karşı çıkan ve din ahlakı ve Tanrı bilinci dışında bir tür insani ahlak ve vicdan dürtüsünü savunan maddeci erasmus un adını!

İşte Darwin in dedesinin kimliği her şeyi aslında açıklamaya ve anlamaya yetiyor.Bizim Charles de çok küçük yaştan beri dedesinin yanında büyüyüp
Her şeyi ondan öğrenmiş ve onun fikirlerinin etkisinde kalmıştır.Böylece zamanı geldiğinde Bu maddeci kabalistik pagan dede torunu Darwin e evrim ideasının temelini oluşturması için ‘Türlerin kökeni’ kitabını yazdırttı ve bu kitap kısa sürede belli çevrelerin desteği ile popülerleştirildi!


Tabii sonra devreye ‘’Ajan 666’’ lakabıyla bilinen Aliester Crowley alındı ve plan devreye sokuldu !Satanizmin asıl öncüsü sayılan Crowley bir çok seçkin ve gizli zengin mason kuruluş ve cemiyetine rahatça girip çıkabilen prestijli ve güçlü biridir ama onu bir deli ve çılgın olarak gösterirler Crowley o dönemde kilit olacak çoğu ünlü ve güçlü isimle abd başkanları İngiliz kraliyet ailesi Fransız ordu komutanı ve bir çok zengin iş adamı ile aynen antik mısır başlığı altında  bahsettiğimiz gizli ve etkili bir cemiyet tarikat örgütlenmesi ile güç birliği ve garanti zenginlik ve ün vaat ederek beyinlerini yıkadı ve medya da etkili olarak bu zehir tüm dünyaya empoze edilmeye başlandı.

Tabii bunun teorik alt yapısı oluşturulup pratikte karşılıkları konulmaya başlanınca bu doğrultuda düşünen şahıslar bir bir türemeye başladılar bunun başında gelen yine planlar dahilinde görevlendirilen maddeci ve evrimci Karl Marx tır.


Çalışmayı sevmeyen, köleliği savunan,böylece kazandığı servetle villalarda yaşamını sürdüren,karısını her defasında hizmetçilerle aldatan,hamile kalan hizmetçiyi kapıya atan gerçek bir faşist olan Marx kendisi gibi serseri ortağı Engels ile birlikte,Darwin in Türlerin kökeni ile
Ortaya attığı evrim düşüncesinin insan ırklarına uygulanması sonucunda bir ‘sınıfsal idea’ geliştirerek komunizmin öncülüğünü yaptı.

Bunu öncelikle Engelsin Darwin'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz Marx'a yazdığı şu satırlarda görüyoruz; "Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek kelimeyle muhteşem".( Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology and the Social Scene, Philadelphia; the University of Pennsylvania Press, 1959, s.527)


Marx ise Engels'e yazdığı 19.12.1860 tarihli cevap mesajında şöyle diyordu;
"Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur." (Marx ve Engels, Mektuplar, s. 426)
Marx, daha sonraları bir başka sosyalist dostu Lasalle'a 16 .01.1861'de yazdığı mektupta ise; "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor."- (Mıarxısm in Our Time, by Leon Trotsky, Coyoacan, D.F., Mexico, 18 April 1939.)

Faşizmden hiçbir farkı olmayan sadece faşizmden farklı bir basamaktan faşizmle aynı kapıya materyalist kapıya çıkan komunizm böylece ilk adımları atılıp devreye sokularak Avrupa merkezli Siyonist masonik klüplerin çok uzak ve ters coğrafyalarda bile güç ve etki alanı elde etmesine yardım etti. 

Temelinde Erasmus un maddeci hümanizmi ve sahte vicdan dürtüsü merkeze alan Darwinizmi barındıran komunizm ideolojisi özellikle Lenin i etkisi altına alarak çok farklı ve uzak bir coğrafyada Rusya da kanlı ve zorlu mücadelelerden sonra çok geniş bir etki alanına hakim oldu.Bu kanlı mücadelelrden zaferle çıkan komunistlerin önderi Lenin devrimi getiren düşüncelerini açıklarken etkilendiği karanlık akımı da açıkça ortaya koyuyordu;
 "Marx'ın teorisinin tümü, evrim teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş kapitalizme uygulanmasıdır. Marx'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve komünizmi, kapitalizmden itibaren gelişen bir şey olarak düşünmektir."(Vladimir I. Lenin, Devlet ve İhtilal, Marksist Devlet Öğretisi ve Proleteryanın Devrimdeki Görevleri )


Lakin gerçek yüzü yani maddeci materyalist faşizmden bir farkı olmadığını bu üstünlük mücadelesinden sonraki icraatlerinde aynen gösterdi.


Komunizmin tepeye çıktıktan sonra faşizmden hiçbir farkı kalmamıştı!çünkü komunizm ve faşizm şeytanın materyalizmden olma çocuklarıydı ve birbiri ile anlaşamayan görünüp aslında aynı amaç için kavga eden kardeştiler.İnsanlığın çöküşü ve karanlığa gömülmesi amacı için!


Bu amaç doğrultusunda önce 1. Dünya savaşı çıkarıldı .Hedef avrupanın fakiri olduğu orta doğu, Afrika ve uzak doğudaki Genellikle Osmanlının hakimiyet ve etki alanı içinde bulunan çoğunluğu Müslüman olan  hammadde ve insan gücüne sömürmek amacıyla ulaşmaktı .Bu noktada tüm Avrupa devletleri başta çok kutuplu olan savaşı ,tek hedef olan Osmanlı imparatorluğunu içten ve dıştan yıkabilmek için toplu mücadele savaşına dönüştü.

Bu karanlık odaklar Osmanlıyı özellikle cumhuriyet özgürlük hürriyet sahte akımları ile içteki hainlerle zor duruma düşürdü bu savaş alanlarında cephelerde Osmanlı ordusunun da haince etkisiz hale getirilmesiyle Osmanlı devleti yıkıldı ve hakim olduğu hammadde insan gücü ve stratejik anlamda zenginlikle dolu Afrika orta doğu batılı maddeci evrimci faşistlerin sömürüsüne açıldı.

Daha önce Amerika kıtasını ve Avustralya kıtasını işgal edip yerli halkları katleden hammadde ve zenginliklerini zorla ve yalanlarla sahtekarca adice çalan  halkı köleleştiren batılılar Osmanlının ortadan kalkmasıyla bunu bu sefer Afrika ve orta doğuya rahatça uyguladılar.



Her şey planlanıyordu böylece 2. dünya savaşı çıkarıldı.Bunun amacı ise yeni dünya düzeninin global anlamda mühendisliğini gerçekleştirmekti!Bir tür global toplum mühendisliği. Tabii burada asıl amaç en temel istek en baştan beri gelen idea İsrail in kurulmasıydı.Daha önce 1. Dünya savaşında Osmanlının saf dışı bırakılmasıyla Kudüs ve Filistin sahipsiz kalmış ve buraya leş kargası gibi Avrupalılar çöreklendikten sonra 2. Dünya savaşı ile Kutsal Kudüs ün ele geçirilmesi ve sahipsiz kalan Filistinde israilin kurulması için gereken politik zemin hazırlanmıştı.2.Dünya savaşı sonrası artık her şey batılı Siyonist mason yahudilerin istediği gibi bir hal almış oluyordu. (The Israeli Holocaust Against the Palestinians by Michael A. Hoffman.)

2. Dünya savaşının planlanması ve uygulamaya konuluşu ile sonuçları bize evrim teorisi materyalizm ve bundan doğan pis akımlarının amacının ne olduğunu da açıkça kanıtladı;

Bu tüm hammadde ve teknolojik gelişmenin asklında tüm insanlığı yok edebilecek en büyük ölümcül silaha ulaşma yarışıydı.Bu yarışta belli aşamalarda atom bombaları,kimyasal silahlar,biyolojik silahlar nükleer kitle imha silahları ile izlerini açıkça gösterdi.Dünyayı toptan köleleştirmek için evrimin temele konulduğu sosyo-ekonomik banka ve faiz sistemleri ile borsa piyasalarını istedikleri gibi speküle edip kendi çıkarlarına göre yönlendirebilen bir istemi de böylece en temele aldılar tabii tüm bunların merkezinde Siyonist kabalacı materyalist putperestler vardı.Hepsi zengin ve güçlüydüler artık ve gizli cemiyetlerde tüm yas ve kanunların üzerinde bir konumda kendilerini tanımlamışlar artık herkes güçlü ve zengin olan herkes yalnız kalmamak ve bu pastadan ufak bir pay alabilmek için bizzat evrimci masonik cemaatlere gelip köle oluyorlardı.


Bu karanlık odak ise teorik temele evrim teorisini oturttu.Bunu yaymak ve etken halde tutmak içinde Bilim in gücü ve empatisinden faydalanmayı seçtiler.Din ile bilimi ayırıp idealist anlayışı baltalayıp gömdükten sonra bilime materyalist zehri şırınga ettiler.Böylece evrim kanseri bilim dünyasına yayıldı ve tek realite olarak algı yaratılarak tekel durumuna getirildi.Bunun kontrol merkezinde de özellikle İngiltere de merkezlenen Siyonist Yahudi masonik klüplere üye güçlü nüfuzlu ve zengin aileler,devlet başkanları ,politikacılar,askerler,iş adamları..vb yer aldılar. (Nature of Anti-semitism History of Jewihs in Engeland.)

Temel iş görme araçları da bilim oldu.Bilim dünyasını çıkarları doğrultusunda  kontrol etmeye başladılar.
Evet,Evrimsel bilim tekeldir ve bu tekelde yer alan medya üniversite kurum ve proflar tamamen
siyonist yahudi aklı ve sermayesiyle finanse edilip beslenir.Atesitler bu tezgahta fason olarak üretilirler.Evrime ilk iman şartı olarak kayıtsız şartsız biat eden Ateizm tüm bunları faydalı ve doğru bir ilerleme ve gelişim olarak görmeye programlanmış,beyni yıkanmış,algı operasyonları ile zehirlenmiş bilimin tek güvenilir odak noktası olduğunu inandırılmış mal sürüsüdür.Peki amaç neydi ?görülen bilinen amaç tabii ki Siyonizmdir!Siyonizm tevrata göre vaat edilmiş topraklar ve Yahudi üstün dünyasını gerçekleştimektir.Aslında vaat edilmiş topraklar Kudüs merkez olmak üzere oluşuyordu ama aslında tüm dünyayı kapsıyordu.Buna göre Yahudilik ve Tevrat tek gerçektir.Yahudi üstün değil tek insan ırkıdır! Bu durumda diğer insan görünümlü varlıklar hayvan seviyesindedir ve hayvanların  bir tanrısı ve dini olamaz.


Siyonizm Hareketi, İsrail Devleti kurulduktan sonra ilki 14-30.Agustos. 1951` de olmak üzere, 23 ten 30`a kadar olan kongrelerini Kudüs`de yapmıştır. Bu kongrelerde alınan kararlar bugün İsrail`in yürüttüğü politikaların esasını oluşturur. Kongrelerde alınan en öncelikli kararlar arasında, İsrail devletinin, Siyonist faaliyetleri gevşetmemesi oluyordu. Ve yine bütün cihanı bu güne kadar idare eden, büyük bilgin ve önderlerin tuttukları yoldan ayrılmadan “Nusha-i Kübra“ hedefimiz olmalıdır deniyordu. Siyon önderlerinin dünya siyasetinden hiç bir zaman elinizi çekmeyiniz uyarısını dikkate alarak, “Görünmeyen Güç“ olmaya devam etmeliyiz deniyordu. Çünkü “Görülmeyen Gücü“ hiç kimsenin yıkamayacağı, hiçlikten yaratılan İsrail devletinin nihai hedef olamadığı, tanrının yeryüzünde bize vadettiği cihan hakimiyeti davasına koşarak gidelim deniyor ve bazı kararlar alınıyordu.
a) Yahudi halkının İsrail merkez olmak şartıyla birliği ve bütünlüğü.
b) İsrail`in devlet olarak varlığının devamı ve kuvvetlendirilmesi.
c) Kendi Aramızda Peygamber idealleri ve adaletinin temeline dayalı bir sulh uygulanması.
d) İsrail e Yahudi göçünün hızlandırmak ve yeterli durma getirmek.
e) Yahudilerin İbranice öğrenmelerini teşvik ve temin etmek.
f) Yahudi halkının eğitiminin İbrani Dili ile yapılması.
g)Yahudi ruhu ve kültür değerlerinin korunarak hakların her yerde muhafaza edilmesi karara bağlanıyor. (The Israeli Holocaust Against the Palestinians by Michael A. Hoffman.)


Böylece ateizm de son tahvilde piyasaya konularak algı operasyonlarıyla medya propagandalarıyla ve evrimle zehirlenmiş materyalist bilim anlayışıyla tüm dünyaya pompalanmaktadır.İnsanların kitleler halinde ateist olması amaçlanır!Diğer var olan dinler de buna uydurulur sadece adı kalır!Ateistler amaçlanan insanlardır.Bir tanrısı ve dini olmayan ve hayvandan geldiğini kabul etmiş tevrattaki Yahudi olmayan diğer hayvanlar!Ateistler işte böylece fason olarak üretilirler Yahudi tevrata hizmet ederler ,materyalist yendi dünya düzeninde hayvanlar gibi birbirini ezmek ve üste çıkmak için her türlü yola baş vurabilecek hayvan sürüsü !siyonist Yahudi masonlar ise en yüksekte lüks şatolarda uzun yemek masalarından göbekleri şişmiş halde ellerinde viski kadehleri şöminelerin başına geçerek atesitlerin hayvan gibi birbirini yiyip yok etmelerini ve çıkarlarına hizmet edişlerini kahkaha ve alaylarla izlemektedirler.

Peki neden?Tüm bunlar neden yapıldı? Şeytan ın amacı buydu çünkü;
İblis demişti ki;
‘’Azgınlığımdan ötürü aleyhime hüküm vermene mukabil, ben de, and içerim ki, onları (insanları) saptırmak için senin doğru muhkem, güvenli yolunun üstünde oturacağım'‘(Kur’an/Araf-16)

İşte bu makalemizde bahsettiğimiz putperest materyalizm,faşizm,komunizm,evrim teorisi ateizm ile gelen savaşlar yıkım ölüm katliam ve zulmün sonucu nedeni budur!Kur an tek gerçeklik ve bahsettiğimiz insanlık tarihinin en başından beri gelen bu bozgunculuğa nankörlüğe ve zalimliğe karşı baş kaldıran tek din İslam dır!



KÜNYE

Tür; Araştırma,deneme,makale
İçerik;Bilimsel,Tarihi,politik
Kaynak; Her şey
Dönem;Eylül 2014 - Ekim 2018
Güncelleme;3. Bölüm için veri toplanıyor