KARANLIĞIN VE YOBAZLIĞIN ÜÇ KÖŞESİ;
KOMUNİZM,FAŞİZM
VE EVRİM
ÇAĞIMIZA HAKİM KILINAN KÖTÜLÜĞÜN VE KARANLIĞIN KÖKENİ
Bu
makalede,günümüz dünyasında ve yakın tarihte insanların başına bela olan, dünya
üzerindeki adaletsizliğin,karanlığın ve insani çöküşün baş sorumlusu
materyalizmin ne olduğu tamamen gerçeklerle ve tarihi güncel yaşanmış olaylarla
örneklendirilerek anlatılacaktır…yaşama baktığımızda açıkça görüp şahit
olduğumuz, dünyaya bilerek hakim kılınmış adaletsizliğin,insanlıktan uzak
acımasızlığın,şerefsizliğin ve tüm bunların etkisiyle insanlığın bugününün ve
geleceğinin amaçlı olarak içine itilmek istendiği küresel umutsuzluğun baş
sorumlusu, tüm yobazlığı,cahilliği ve karanlığıyla ortaya konulacaktır…
MATERYALİZM (ŞEREFSİZLİĞİN ÖZÜ)
Öncelikle
Materyalizmin kısaca ne olduğuna değinelim…materyalizm öncelikle kıt akıllardan
çıkmış felsefi-dinsel bir ideadır.Maddecilik diye de tanımlanır,adından
anlaşılacağı gibi maddeye çeşitli özellikler ve bazı sözde
felsefi-dini-bilimsel değerler yükleyerek yüceltilmesi, insanın ve yaşamın
‘’amacı’’ olabilecek kadar yukarı bir noktaya çıkarılmaya çalışılmasını
hedefler.Materyalizmin bu felsefi yönüyle ilgili yüz binlerce makale yazılmış
çizilmiştir.Bende bunların birçoğunu okudum,bu nedenle hem uzatmamak hem de boş
olduğu için felsefi yönüne girmeyeceğim,ama isteyen bazı insanların ne kadar cahil
olabileceğini görmek istiyorsa bu makaleleri okuyabilir…
Materyalizm
şeytanın en büyük silahı olan cahilliğin bir sonucudur.Materyalizm, çağlara ve
tarihe göre şekil alıp bukalemun gibi değişerek kendine yer bulmaya
çalışır,çünkü cahillik şeytan tarafından en başta desteklenen olgudur,bu yüzden
her çağda ve zaman diliminde kendini hakim kılmaya çalışır.
Maddeciliğin
kökeni insanlık tarihi kadar eskidir.ilk insan, tek ve yüce bir varlığa
tapıyordu ve O’na sonsuz saygı besliyordu.İnsanlığın babası bunu biliyordu ve
her baba gibi doğruyu ve gerçeği tecrübesiz ve bilgisiz doğan çocuklarına
anlattı…
Fakat çocuklarının
bazıları gerçeği anlamadı,birebir almadı,onu yorumladı ,kendine verilen yüce
bilgiyi anlayıp göremeyen cahil insan,bunu maddeyle açıklamaya çalıştı.O
evrenlere sığmayan, hiçbir ölçü aletinin ölçemeyeceği, kıyaslanamayan kudreti
ve zekayı maddeye indirgedi.O’nu maddenin içine hapsetmeye çalıştı.İşte bu
temsili maddeye ‘’tanrı’’ dedi…böylece materyalizmin ilk adımı şeytanın en
büyük övüncü olan putperestlik ortaya çıktı.Dediğimiz gibi o yüce kudret çok
mantıklı olarak sadece tek bir heykele sığdırılamadı ve zamanla putların
sayısı, boyutları ,çeşitleri ,şekilleri de arttı,Böylece insan cahilliğin o
geri dönüşü olmayan derin ve karanlık kuyusuna düştü…doğrudan saptı,gerçeği
unuttu…
Zaman
geçtikçe insan o yüz binlerce putla ortaya koyduğu maddenin içinde ‘’gerçeği’’
bulamadı,gerçek kudretten yüz çevirerek, umudunu bağladığı biblolardan umduğunu
bulamadı.İşte bu noktada materyalizm, şeytanın oyunuyla çok farklı bir yola
saptı;bu öyle bir değişimdir ki anlamak için tarihi çok iyi bilmek, kronolojik
gelişime hakim olmak ve mantıklı bir zekaya sahip olmak ,daha da önemlisi
bakarkör olmamak gerekir….
Materyalizm
ile evrim oyunu….evrim tamamen materyalizm için vardır,evrim materyalist
inancın ve felsefenin özüdür ve temelidir,buna kimse itiraz edemez.
Materyalizmi
yoğuran şeytan onu bu sefer evrimle pişirmiştir.Öyle ki en büyük silahı olan
cahillikle kandırdığı insan tanrıyı maddede aramış,gerçeğin değil maddenin kulu
olmuştu.Fakat insan uyanıyordu,maddede gerçeği bulamıyordu,şeytan materyalizmi
bükecekti fakat bu bükme işlemi sonunda başka sorunlar çıkacaktı bunlarında
örtbas edilmesi gerekecekti ve şeytan yine en büyük silahı olan cahilliği
kullandı ve evrimi ortaya koydu.Evrim öyle bir kandırmacaydı ki ,insan
bilmediği kudreti unutup önünde secde ettiği ve ona tanrı dediği put halindeki
maddeye bu sefer ‘’yok’’ diyecek ve hem bunu desteklemek hem de materyalizmin
yeni halindeki boşlukları ve çelişkileri örtbas etmek için icatlar ve mucitler
çağında gerçek tanrısal nuru dile getiren bilimi kirletip evrimi ortaya
koyacaktı.Böylece şeytan bir taşla üç kus vurdu.
İnsanın
eliyle ve cahil kafasıyla maddeleştirip
putlaştırdığı ‘’sözde tanrı’’ya bu sefer hepten yok dedirtmek,gerçek yaratıcı
kudretin,her çağda ve mekanda peygamberleri aracılığıyla iletilen yüce
mesajının destek bulduğu ve ileride karşısına dikileceğini bildiği bilim
olgusunu tam çağında ve zamanında kirletip saptırarak aleyhineyken lehine
duruma getirmek ve ilk insanlık uygarlığından itibaren cahilliğin ve
materyalizmin şekil değiştirerek ve evrim adı verilen güçlü yalanla
pekiştirilip devamını sağlamak….
Şimdi
materyalizmin ilk hali putperestlik düşüncesi ile insanlığın ilk uygarlığına
nasıl bela olurken, evrimle desteklenmiş yeni halinin getirileri ve bu
getirilerinde bu sefer bugünkü yaşama ve günümüz insanının başına nasıl bela
olduğunu açıklayalım…
NUH TUFANI VE İLK ÇAĞ
MEDENİYETLERİNİN OLUŞMASI
Nuh Tufanı
insanlık medeniyetinin dönüm noktasıdır.Tufanın olmuş olduğu sadece dinsel
kaynaklarda değil,o zamanda yaşamış birçok farklı inanç ve yaşama sahip kavim
tarafından da dile getirilmiş olduğu bulunan tarihi yazıtlardan ortaya
çıkmaktadır.Nuh Tufanı ile insanlık yenilendi.Bu nedenle kutsal kaynaklarda Hz.
Nuh a ‘’2. Adem’’ denir.Nuh tufanı sonrası insanlık yeniden gelişip çoğaldı ve
yayıldı.Birçok önemli medeniyetler kuruldu ve yıkıldı,ama bunların en göze
batanı,insanların gerçek anlamda bir medeniyet ve gelişme gösterdiği mısır
medeniyetidir….
Nuh tufanı
sonrası ‘’ilk çağ’’ başlar,ilk çağdan önceki yontma taş çağı,cilalı taş
çağı..vb. dönemlerle ilgili insanoğlunun bilgisi gerçekten de çok azdır;ilk çağ
öncesi bu dönemlerle ilgili bilgilerimiz kazılarda bulunan bazı buluntularla ve
bu buluntuların ışığındaki tahminlerimizden ibarettir….
Bu taş
devirlerinden sonra ilk çağ başlar.Bu çağa hakim olan topluluklar aynı zamanda
ilk basit medeniyet kurucularıdır.Bunlar;
Frigler,Lidyalılar,İyonlar,Urartular,Sümerler..vb.
topluluklardır…çin ve hint medeniyetleri ise dağınık bir haldedir.Avrupa da ise
tam bir yerleşim ve gelişim yoktur.Avrupalıları etkileyecek olan yunan
medeniyetinin sadece öncülleri söz konusudur…
Bu çağda 2
büyük uygarlık göze batar;Hititler ve mısırlılar!
Hititlerin,
bugünkü Türklerin olmasa da Türkiye’nin mozağiyinde ki etkileri
tartışmasızdır.Ayrıca göçlerle avrupaya da etkileri olmuştur,bazı Avrupalı
halkların kökeni olduğu düşünülmektedir,özellikle germenler Hititlerle bayağı
bir ilgilenirler.Bu medeniyet başta ufak tefek hanedanlıklar iken sonra
birleşerek tarihte ilk çağda dikkate değer bir medeniyet ve güç
olmuşlardır.Öyle ki kendilerini dünyanın en büyük ve güçlü medeniyeti sayan
hatta evreninde merkezi sayan mısırlıların karşısına dikilmiş ve mısır tarihi
araştırılınca da mısırlıların en çok korkup korunmak zorunda kaldıkları
medeniyetin Hititler olduğu görülmüştür.
Hititlerin
durumu bu olsa da ilkçağda tartışmasız
dünyanın en büyük ve güçlü ülkesi mısırdır!Mısır tarihte her yönden etkili bir
medeniyet kurmuş ilk ülkedir.Öyle ki mısır medeniyeti yunan medeniyeti ve
mitolojisini doğrudan etkileyip yönlendirmiştir ve daha sonraki Avrupa
medeniyetinin tetikleyicisi olmuş,Mısır medeniyeti örnek alınarak ,firavunlar
mısırının zayıflayıp yıkılmasıyla bu sefer dünyaya bu medeniyeti örnek alan
roma medeniyeti hakim olmuştur.
İLK ÇAĞDA SAPKIN MISIR UYGARLIĞI VE FİRAVUN MATERYALİZMİ İLE DOĞAN
KABALA İNANCI
Kutsal
kaynaklarda mısır uygarlığı ve bu uygarlığın kralları firavunlarla ilgili
bilgilerin ve uyarıların bu kadar çok yer alması tesadüf değildir;
‘’Eski
Mısırlılar maddenin her zaman için var olduğuna inanıyorlardı; onlar için bir
yaratıcının mutlak olarak hiçlikten bir şey yapmasını düşünmek mantık dışıydı.
Onların görüşüne göre, dünya, kaosun içinden düzenin doğmasıyla oluşmuştu... Bu
kaotik duruma "Nun" adı veriliyordu ve aynı Sümerlerin tanımı gibi...
karanlık, güneşsiz, sulu bir derinlikti, bu derinliğin kendi içinde bir gücü
vardı, bu yaratıcı güç kendi kendine düzenin başlamasını emretmişti. Kaosun
maddesinin içinde yer alan bu gizli güç, kendi varlığının bilincinde değildi; o
bir olasılıktı, düzensizliğin rastgeleliği ile birleşmiş bir potansiyeldi.’’(
Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, London, 1997, s.
131 )
Mısır
medeniyetinde tam bir faşizm söz konusudur!materyalizm tüm yönleriyle bu
medeniyette kendini gösterir;put adı verilen tanrısal sıfatların maddeye
indirgenmesi koyu ve yoğun bir biçimde bu medeniyette kendini gösterir.Bunun
yanı sıra kendini tanrı olarak lanse eden tanrı-krallar firavunlar ile buna
iman eden sapkın bir halkın medeniyetidir mısır uygarlığı ,aslında tüm bu olgu
ve aldatmacanın oynandığı perdenin arkasında, tüm cahil halkı ve cahil firavunu
kandırıp kukla gibi oynatan sapkın rahiplerden (ezoterik kabala büyücüleri)
oluşan bir azınlığın yönetimindeki materyalist ve evrimci gizli bir tarikat
vardır.Bu tarikat materyalist evrimci mikrobunu ilginç bir biçimde mısır
medeniyetine hakim kıldıktan sonra bu medeniyetin çürüyüp yok olmasıyla bu
sefer yunan medeniyeti ve mitolojisinde kendini göstermiş, buradan da roma
imparatorluğuna geçerek bir kez daha dünyaya hakim olmuş putperestliği
hristiyanlıkla yoğurup pişirdikten sonra Avrupa medeniyetlerine hakim olmuş ve
oradan da daha sonra amerikayı ve en sonunda da günümüzde tüm dünyayı etkisi
altına almıştır.Bu konuya daha sonra kısaca yeniden değineceğiz,şimdi bu başlık
altında firavunlar ve mısır medeniyetinin materyalist yapısı hakkındaki
gerçeklerden bahsedelim;
İsrailoğulları
henüz Hz. Musa hayatta iken dahi Eski Mısır'da gördükleri putların benzerlerini
yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa'nın vefatının ardından daha ileri
sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey
söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır'ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası
bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin)
öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif
etmişlerdir.
Eski
Mısır'dan Yahudiliğe devrolunan öğreti adını ezoterik olarak çokça duyduğumuz
Kabala'dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik bir
öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile
ilgilenmiştir. Kabala'nın dikkat çekici bir yönü ise, Tevrat'taki yaratılış
anlatımından çok farklı bir anlatım içermesi, Eski Mısır'ın maddenin
sürekliliğine dayalı materyalist görüşünü korumasıdır. Türk masonlarından Murat
Özgen Ayfer bu konuda şunları yazmaktadır:
‘’Tevrat'ın
ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bulunduğunu
göstermektedir. Kabala'nın en önemli bölümü, evrenin oluşturulmasına ilişkin
kuramıdır. Bu kuram, teist dinlerde benimsenen yaratılış öyküsünden pek
farklıdır. Kabala'ya göre, yaratılışın başlangıcında, "daireler" ya
da "yörüngeler" anlamına gelen ve SEFİROT olarak anılan, hem özdeksel
(maddi) hem de tinsel (manevi) nitelikli oluşumlar doğmuştur. Bunların toplam
sayısı 32'dir; ilk onu Güneş Sistemi'ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız
kümelerini temsil ederler. Kabala'nın bu özelliği, eski astrolojik inanç
sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar... Böylece
Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu'nun eski gizemci inanç
sistemleriyle... çok daha bağdaşır.’’ (Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve
Nasıldır?, İstanbul, 1992, s. 298-299)
Eski
Mısır'ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler,
Tevrat'ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest
kavimlerin büyücü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala Yahudiliğin
içinde ama Tevrat'a muhalif bir mistik öğreti olarak gelişmiştir. İngiliz yazar
Nesta H. Webster "Ancient Secret Tradition" (Antik Gizli Gelenek)
adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:
‘’Büyücülük,
bildiğimiz kadarıyla, Filistin'in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden
önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da
kendi kahinlerine ve büyücülerine sahipti. Musa Yasası'nda (Tevrat'ta)
büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz
ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal
geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı
zamanda Yahudi Kabalası'nın spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden,
neo-Platonizm'den ve yeni Pisagorculuk'tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala
karşıtlarının, Kabala'nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki
itirazlarının haklı temeli vardır.’’( Nesta Webster, Ancient Secret Tradition,
Secret Societies And Subversive Movements, Boswell Publishing Co., Ltd.,
London, 1924)
Amerikalı
araştırmacı Lance S. Owens, Kabala hakkındaki bir yazısında bu öğretinin
varlığın kökeni hakkındaki düşüncesini şöyle anlatır:
‘’Kabalistik
tecrübe, kutsallık hakkında çeşitli algılamaları doğurmuştur ki, bunların çoğu
genel kabul edilen görüşten hayli uzaklaşmışlardır. İsrail'in inancının en
temel taşı, "Tanrımız Birdir" şeklindeki beyandır. Ama Kabala,
Tanrı'nın tamamen açıklanamaz bir teklik olarak en yüksek formda var olduğunu
kabul etse de (ki buna Kabala dilinde Ein Sof, yani sonsuzluk adı verilir), bu
bilinemez tekliğin kaçınılmaz olarak birçok tanrısal forma dönüştüğünü iddia
etmiştir: Yani çok sayıda tanrıya. Kabalistler bunlara "Sefirot"
adını verirler, bu Tanrı'nın yüzleri veya kapları anlamına gelir. Tanrı'nın
anlaşılamaz bir teklikten bu çokluğa geçişi, Kabalistlerin pek çok meditasyon
ve spekülasyonuna neden olmuş bir sırdır. Açıkçası, bu çok yüzlü Tanrı imajı,
çok tanrılı olmak suçlamalarını da beraberinde getirmiştir. Kabalistler bu
suçlamaya karşı çıkmışlar, ama başarılı bir şekilde cevaplandıramamışlardır.
Kabalistik
teosofide İlahi varlık sadece çoğul sayılmakla kalmaz, ama aynı zamanda
Tanrı'nın ilk belirsiz yansımasında Erkek ve Dişi olarak ikili bir form
aldığına inanılır. Bunlar kutsal Baba ve Anne'dir veya Kabala diliyle Hokhmah
ve Binah. Kabalistler Hokhmah ve Binah arasındaki ilişkinin nasıl yeni formlar
oluşturduğunu anlatmak için açıkça seksüel benzetmeler kullanmışlar.’’(Lance S.
Owens, Joseph Smith and Kabbalah: The Occult Connection,Dialogue: A Journal of
Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s. 117-194)
Kabala'nın
tam anlamıyla bir "hurafe" olan bu senaryosunun ilginç bir özelliği,
insanı "yaratılmış" bir varlık saymaması, adeta insana bir tür
ilahlık atfetmesidir. Lance S. Owens bu Kabala hurafesini de şöyle açıklar:
‘’Kabala'nın
karmaşık Tanrı imajı... aynı zamanda antropomorfik (Allah'a insani vasıflar
atfeden) bir şekildedir. Bir Kabalastik yoruma göre Tanrı, Adam Kadmon'du; yani
ilk ve örnek insan. (Bu inanca göre) İnsan, Tanrı ile kendi özünden gelen,
yaratılmamış bir kıvılcım ve kompleks, organik bir form paylaşıyordu. Adam
(Adem) ile Tanrı arasındaki bu garip Kabalistik özdeşleştirme, aynı zamanda
Kabalistik bir şifre ile destekleniyordu: İbranice'de Adem ve Yehova (Yod he
vav he harfleri) kelimelerinin sayısal değeri aynıydı; 45. Dolayısıyla
Kabalistik yorumda Yehova Adem'e eşit sayılıyordu; Adem Tanrıydı. Bu iddiayla
birlikte, tüm insanlığın en yüksek realizasyonunda Tanrı gibi olduğu iddiası
geliyordu. ‘’( Lance S. Owens, Joseph Smith and lah: The Occult
Connection,Dialogue: A Journal of Mormon Thought, Vol. 27, No. 3, Fall 1994, s.
117-194)
Pagan
dinlerin hurafelerinden devşirilmiş olan bu uydurma senaryolar, Yahudiliğin
dejenarasyonunun temelini oluşturdu. İnsanı ilahlaştırmaya kalkacak kadar akıl
sınırlarının dışına çıkan Yahudi Kabalistler, söz konusu "insan"ın da
sadece Yahudilerden ibaret olduğunu, diğer ırkların insan sayılmadığı iddiasını
da senaryolarına eklediler. Bunun sonucunda, Allah'a itaat ve kulluk temeli
üzerine kurulmuş bir din olan Yahudiliğin içinde, Yahudilerin kibir hislerini
tatmin etmeye yönelik sapkın bir öğreti gelişmeye başladı. Tevrat'a rağmen
Yahudiliğin içine sokulan Kabala, bir zaman sonra Tevrat'ı tahrif ederek kendi
öğretisini onun içine yerleştirmeye başlamıştır.Bu işlem tamalandıktan sonra
fanatikleşerek ‘Siyonizm’’i meydana getirmiş ve bugün bu doğrultuda tüm dünyayı
etkisi altına alan kanlı bir politikayı faaliyete geçirmişlerdir.
Kabala'nın
sapkın öğretisindeki bir diğer ilginç nokta, Eski Mısır'ın pagan öğretisiyle
paralellik göstermesiydi. Eski Mısırlılar, yukarıda değindiğimiz materyalist
ideyle paralel olarak, "maddenin hep var olduğuna" inanıyor, bir
başka deyişle maddenin yoktan yaratıldığını reddediyorlardı. Kabala ise aynı
reddiyeyi insan için yapıyor, insanın yaratılmadığını, kendi varlığının
sorumlusu ve idarecisi olduğunu ileri sürüyordu.
Buna karşın
tek tanrı inancı bu dönemlerde peygamberler ile Allah vasıtasıyla tüm dünyada
insanlara anlatıldı,bunlardan biri Yusuf peygamberdir….Yusuf peygamber mısır
medeniyetinin ilk zamanlarında mısır krallarının firavun değilde malik olarak
adlandırıldığı zamanda bu ilahi mesajı iletmiş,yüksek mevkilere gelerek yayma
fırsatını da bulmuştur.Ama daha sonra mısır tarihindeki o komplolar ve
mücadeleler dönemi sonrası daha sonra başkent olacak olan Teb şehri
hanedanlığının hakim olmasıyla bu dönem tarih sayfalarından silinmiştir,Çünkü
Teb şehri tuhaf bir şehirdi;şehrin yüzlerce tanrısının en büyüğü Amon-ra adlı
bir tanrıydı ve bu tanrının tapınakları, karnak rahipleri adı verilen büyücü
–materyalist kabalistik bir tarikatın yönetimi altındaydı.Bu öyle bir tarikatti
ki firavun denilen krallara tanrısallık yüklüyor ama tanrısallık verdikleri bu
insanı her daim kendilerine ve tapınaklarına hizmetçi durumuna düşürüyorlar ve
her türlü karar ve yetkide kendilerine danışılmasını ve itaat edilmesini
öngören bir yasa (Maat yasası) ile firavunu aslında çıkarları için
kullandıkları bir kukla durumuna getiriyorlardı.Halk ise etkileyip gazladıkları
firavunun kölesiydi ve böylece halkta bu materyalist sapkın büyücülerin elinde
basit ve değersiz bir oyuncaktan başka birşey değillerdi.İşte bu Teb şehri ve
büyücülerinin mısır ülkesine ve medeniyetine hakim olmasıyla tam 30 hanedanlık
firavun nesli bu büyücü kabalistik şeytani tarikatın kuklası oldu.
Bu 30 nesil
arasından yalnızca tek bir firavun ‘’ tek ilah’’ inancına sahip oldu ve bunu
yaymaya çalıştı.Mısır tarihinde ‘’sapkın firavun’’ olarak adlandırılan ve ismi
ve inancı tüm mısır arşivlerinden kabala büyücüleri tarafından silinen
Akhenaton tek bir ilah inancını benimsemişti.Firavun Akhenaton annesi
tarafından kendine öğretilen Fenike medeniyetinde ortaya çıkan tek ve büyük bir
ilah öğretisinden yada Hz. Yusuf öğretisinin bir şekilde kaybolmayıp Akhenaton
u etkilemesinden veyahut da kardeşi
Smenkare ile bir mağarada tek bir ilah ve yaratıcı güçten bahseden sahifeleri
bulup okuyup etkilenmesinden böyle bir inanca sahip olduğu
düşünülmektedir.Akhenaton,rahiplerin etkisi altındaki Teb i değil kendi
yaptırdığı tek bir ilaha tapınılan kenti başkent ilan etmiş ve diğer tüm
putları ortadan kaldırıp,büyücü rahiplerin gücünü kırıp halka bunlara tapmayı
yasaklamıştı.Fakat iktidarı kısa sürdü,ölünce arkasında oğlu olmadığı için
küçük yaştaki kızı ile evlenen yine küçük yaştaki Tutankamon geldi.Akhenatonun
ölümüyle Karnak ın materyalist rahipleri tecrübesiz firavun ve eşine baskı
yapıp eski putperest dini ve eski putperest başkent Tebi yeniden
yüceltmiş,Akhenatonun mezarını putperest kabalistik resim ve sembollere göre
inşa ettirmiş,hatta bunla yetinmeyip korkularından Akhenatonun cesedini ve
mezarını bu kez tamamen ortadan kaldırmış,inançlarından şüphelendikleri
Akhenaton un kızı ve damadı firavun Tutankamonu şüpheli inançları nedeniyle
kısa sürede çeşitli komplolarla ortadan kaldırtmışlardır ve adlarını da mısır
tarihinden sildirmeye çalışmışlardır….böylece mısır uygarlığının sonuna dek bu
büyücü rahipler etkilerini sürdürmüştür.
Daha sonra
gelen önemli peygamberlerden biride Hz. Musa dır…İbraniler (Yahudiler) Hz.
İbrahim den beri tek ve yaratıcı bir tanrıya inanıyordu…bu Hz. Yakup ve Hz.
Yusuf ile de mısır uygarlığında kendini gösterdi…Hz. Musa zamanında 2.Ramses
firavundu ve sapkın büyücü rahiplerin etkisi altında israiloğullarını köle
olarak çalıştırıp zulmediyordu…İbranilerdeki tek ilah inancından haberdar olan
firavun 2. ramsesin bu kavim üzerindeki zulmünün asıl nedeni bu
inançlarıydı….2. ramses öldükten sonra Hz. Musa, sapkın firavun Mernaptah
zamanında tek tanrıya inanan israiloğullarını toplayıp mısırdan çıkardı.Fakat
Hz. Musa nın ölümünden sonra Yahudiler hemen putperestliğe döndü ve kabalistik
rituelleri, materyalizmi ,putperest pagan inancı ve büyücü rahipliği Hz. Musa
ile indirilen Tevrat a ve Yahudi inancın içine sokup bozdular ve bugüne dek böyle
geldiler…Peki bu durumda İsrailoğulları'nın, hem de Hz. Musa tarafından
kendilerine gösterilen pek çok mucizenin ardından, bir anda kolayca
putperestliğe eğilim göstermelerinin nedeni ne olabilir?
Bunun İki
nedeni vardır; Kendisine derin bir temel elde etmiş ve gizli kalmayı başaran
Kabalistik Yahudi tarikatlerin tekrar etkisini kazanması ve bununla bağlantılı
olarak İsrailoğulları'nın, her ne kadar tevhid dini üzerine yaşayan bir toplum
olsalar da, çevrelerindeki putperest kavimlerden etkilenmeleri, Allah'ın
kendileri için seçtiği din yerine putperestliğe özenmeleridir.
Konuyu
tarihsel kayıtların eşliğinde incelediğimizde, İsrailoğulları'nı etkileyen
putperest kültürün, uzun devirler içinde yaşadıkları Eski Mısır olduğunu
görürüz. Bizi bu sonuca götüren önemli bir gösterge, Hz. Musa Tur Dağı'nda iken
İsrailoğulları'nın saparak tapındıkları "böğüren buzağı heykeli"nin,
aslında Mısır'daki Hathor ve Aphis adlı putların bir taklidi oluşudur.
Araştırmacı yazar Richard Rives, Too Long in the Sun (Güneş Altında Uzun Süre)
adlı kitabında şöyle yazar:
‘’Mısır'ın
boğa ve inek tanrıları, yani Hathor ve Aphis, güneşe tapınmanın
sembolleriydiler. Bu putlara tapınılması, Mısır'ın güneşe tapınma konusundaki
uzun tarihinin sadece bir parçasını oluşturuyordu. Sina Dağı'ndaki
(İsrailoğulları'nın tapındığı) altın buzağı ise, orada kutlanan bayramın güneşe
tapınmayla ilgili olduğunu gösterir.’’ (Richard Rives, Too Long in the Sun,
Partakers Pub., 1996, s. 130-31)
İsrailoğulları'nın
burada özetlediğimiz Eski Mısır kaynaklı putperest eğilimi son derece önemlidir
ve bize Tevrat'ın tahrifi ve Kabala'nın kökenleri konusunda önemli bir bakış
açısı sunmaktadır. Bu iki konuyu yakından incelediğimizde, her ikisinin de
kaynağında Eski Mısır'ın putperest ve materyalist dininin izlerini görürüz.
Eğer
günümüzün terimleriyle konuşursak, Eski Mısır'ın öğretisinin adı
"materyalizm"di.
Kabala'nın
öğretisi ise "seküler (din dışı) hümanizm" ve günümüz astroloji ve
burç fallarının kurucusu olan ‘’yıldız falı büyücülüğü’’dür.Bununla birlikte
medyatik propagandayla kontrol altında yürütülen Bilim dünyasında tüm genel
geçer akımların sınırlarının çizildiği evrimsel tekeldir.
Ne
ilginçtir ki, bugün bu kavramlar, son iki yüzyıldır dünyaya hakim olan kültürü
de tarif eden kavramlardır.
Acaba
tarihin derinliklerinden Eski Mısır materyalizmini ve Kabala öğretilerini
günümüze taşıyan birileri mi olmuştur?Şimdi bu soru eşliğinde konuya yukarıda
bıraktığımız yerden devam edelim.
YUNAN-HELEN MİTOLOJİSİ VE FAŞİZMİN BABASI PLATON İLE
MATERYALİST DÜŞÜNCENİN AVRUPAYA GEÇİŞİ
Mezopotamya
Nil nehri ve Kızıldeniz in çevrelediği topraklar insanlık tarihi için
önemlidir.İnsanlık adına günümüze dek gelen ve etkisini koruyan tüm
bilimsel,felsefi,sosyal ,dinsel akımların kaynağıdır bu bölge.İlk insan Adem
A.s. ın cennetten uzaklaştırıldıktan sonra dünyada Mezopotamya bölgesine
sürüldüğü bazı dinsel kaynaklarda belirtilir.Yine bilimsel bulgular en eski
insan medeniyetlerinin izlerinin başlangıcını bu bölgede bulurlar ve medeniyet
bu bölgeden yayılır.İşte Dinler tarihi boyunca tanrı tarafından doğrunun ve
şeytan tarafından doğrunun saptırılması işlevinin kaynağı ve yoğunluğunun bu
bölge olmasının nedeni budur.Yine hem o eski çağlarda hem de günümüze dek gelen
bu olguların sonuçlarının,tüm dünyaya ve çağlara etkisi düşünülünce bu
düşüncemizin ne kadar mantıklı olduğu ortaya çıkmaktadır.
İlk inanç
kesinlikle putperestlik değildi.Pagan doğa dinleri de değildi,ilk inanç tek ve
yüce bir yaratıcıya olan inançtı ve her çağda bu düşünce peygamberler ve
kitaplar aracılığıyla Allah tarafından korunup
öğretildi.Mısır,Hitit,Sümer,Pers,Babil..vb. büyük medeniyetlerde ne kadar
putperestlik hakimmiş gibi gözükse de her zaman Hz.Nuh,İbrahim,Yusuf,İdris
peygamberler gibi peygamberler ve tek tanrı inancını benimsemiş kimseler
tarafından tevhid inancı varolagelmiştir…
Eski
Mısır'ın materyalist felsefesi, bu uygarlık ortadan kalktıktan sonra yaşamaya
devam etti. Bazı Yahudiler bu felsefeyi devralarak, Kabala öğretisi içinde
yaşattılar.
Öte yandan,
bazı Yunan düşünürleri de aynı felsefeyi devraldılar ve "Hermetizm"
olarak bilinen Eski Yunan öğretisi içinde yeniden yorumlayıp devam ettirdiler.
Allah, Hz. İsa ile bu kabalistik sapkın Yahudi inanca uyarı ve düzen getirse de
bu kabalistik materyalist felsefe günümüze dek hem israilde hemde Avrupa ve
Amerika kıtasında varlığını sürdürdü…
Hermetizm
kavramı, Eski Mısır inancındaki hayali tanrılardan biri olan thoth un
Yunanca'daki karşılığı olan Hermes kelimesinden gelir. Bir başka deyişle
Hermetizm, Eski Mısır felsefesinin Eski Yunan'daki karşılığıdır. Aynı zamanda
mısır medeniyetinin yunan mitolojisinin etkileyicisi olduğunun göstergesidir.
Yukarıda
değindiğimiz gibi insanlığı etkileyen her türlü kavramın beşiği
mezopotamyaydı.Avrupa o zamanlar gerçek bir medeniyete sahip değildi ve asla
göz önünde olan ve bugün olduğu gibi popülerliği söz konusu bile değildi.O zamanlar
her anlamda popüler olan mısır medeniyetiydi…işte bu medeniyetin felsefi
öğretileri o zamanlar daha bir medeniyet olabilmenin başında olan Avrupalı
birkaç düşünürü kendine çekti…bu düşünürler daha sonra elle tutulur ve iddialı
bir yunan-helen medeniyetinin tetikleyicisi ve aynı zamanda günümüze dek gelen
pagan-materyalist avrupa popüler
ideasının kurucuları oldular…
Çiçeron,Pisagor,Thales,platon,Ksenofanes,Parmandines,Zeno,Melisus,Herodot..vb.mısır
medeniyetini ziyaret etmiş birçok düşünürün içinde en etkin olanı kuşkusuz
platon du….
EskiMısır'daki
Hermes Öğretisi tamamen ezoterik ve inisiyatik bir öğretiydi. Örneğin; belirli
düzeye gelmiş insanlar, gizli toplantılarda tarikatın törenlerini yaparlar,
ruhsal duygularını ve düşünülerini açıklarlar, daha küçük dereceli üyeleri
eğitirlerdi.Pisagor bunların arasında yetişmiş bir hermetiktir. Yine eski
Mısır'dan kökünü alan İskenderiye Okulu ve eski Yunanda platon tarafından
temelleri atılan Yeni Platonculuk (neopaltonizm) gibi felsefi düşünce
sistemlerinin kuruluş biçimi ve düşünceleri için hermetiktir diyebiliriz.
Eski Yunan, Mısır ve Roma uygarlıklarında
muayyen bir bilim, bir "gnose" veya gizli irfan çevresinde toplanan
"Giz Okulları" (écoles de mystères) bulunurdu. Bu Giz Okulları'nın
mensupları, ancak uzun tahkikatlardan sonra ve tekris merasimleri ile kabul
edilirlerdi. Bu okulların arasında, ilkinin "Osiris" okulu olduğu
sanılan cemiyette çalışmaların esaslarını, Osiris'in doğuşu, delikanlılık
dönemi, verdiği mücadeleler, nihayet ölümü ve tekrar dirilmesi temalarını
oluştururdu.Bu temalar ritüellik dramalar şeklinde ruhban sınıf tarafından
merasimler esnasında oynanırdı ve böylece fiilen iştirak edilerek temsil edilen
ritüel ve sembolizmanın daha etken olması sağlanırdı...Mısırlılar Heliopolis
(güneş şehri)ve Menfis şehirlerini kurmuşlardır. Hermetik efsaneye göre, bu iki
şehir, bilim ve fennin, kaynağı olmuştur.
Heliopolis'i ziyaret etmiş olan Pisagor
oradaki mabetten uzun uzadıya bahseder. Onun için yetiştiği tapınak, Menfis
Tapınağı, tarihi bir önem taşır. Teb şehrinde bilimsel teori ve deney
konularında kapsamlı yüksek dereceli idealist yordama göre hareket eden okullar
bulunurdu.
Platon,
işte bu osiris okulu yada giz okulları adı verilen cemiyetlerden etkilendi… bu
okulların sözde bilimsel öğretisi, tartışmasız bir materyalist düşünce ve
‘’giz’’ adı altında tamamen kabalistik büyü ve ritüellerle ortaya konan
ezoterik karanlık ilkelere dayanır.
Platon, bir
yunanlı olarak ilk ve önemli yunan şehirlerinden biri sayılan sparta nın
hayranıydı…bu hayranlık bu kentin yönetimindeki tuhaf farklılıktan
kaynaklanıyordu…işte platon materyalist hermetik felsefesinin birebir somut
örneği olan sparta nın faşist yapısını birleştirerek platonist düşünceyi
kurdu…bu düşünce daha sonra çömezi olan ve kendisi gibi yunan medeniyetini ve
sonraları başta roma olmak üzere günümüze dek gelen Avrupa medeniyetlerini
etkileyen Aristo nunda düşüncelerinin temelini oluşturmuştur .
Yunan
öncüller aslında Memphisteki bu gnoselerde tüm bilgileri elde edemediler.Çünkü
dediğimiz gibi bunlar ‘giz’ okulları olarak bir tür soruşturma ve yemin
törenleri ile öğrenci alan kapalı bir cemiyet mantığına sahiptir.Bu
cemiyet-okullarda da bilgiler gizli ve saklı tutulurdu bu nedenle buraya gelen
yunan öncüllere bu bilgilerin tamamı verilmedi.
Tüm Antik
Mısır medeniyeti ve bilim anlayışını ele alırsak ve bunu bir komple deve olarak
temsil edersek,Yunan öncüllere bu devenin sadece kuyruğu verildi.Kuyruk ise
buraya dek bahsettiğimiz kabalistik etkileşimli materyalist temeldir.Zaten o
zaman bilimsel ve sosyal anlamda çok geri olan Avrupalıların en önemli
temsilcisi yunanlılar da bu materyalist ideadan etkilendiler ve bundan
başkasını gözleri görmedi.Bu materyalist idea onların pagan inançları ve
putperest sosyokültürel yapıları ile de örtüşüyordu.
Şu noktada
farklı bir durum var belki; Antik mısır da isimler ön plana çıkmıyordu!Bilim
felsefe ve icat konusunda tanrısal esin neticesinde tanrı isimleri ile yine
tanrıdan görev aldığı söylenen hükümdarların isimleri ön plana
çıkarılıyordu!Yani bilimsel felsefi fikir ve deneyler hep tanrı ve hükümdarlara
atfediliyordu bu durumu da biz araştırdık.Bunun nedeni de doğu kültürünün
bencil olmayan ve icraatleri tanrıya yada hükümdara ithaf eden düşünce
yapısıdır.Bunun bir kısıt yada eksiklik olduğunu iddia etmek komedi! Batıda ise
bunları araklayan yunanlı filozofların tek tek adını biliriz çünkü bunlar
kendilerine ait olmayan ve öğrencisi oldukları bilgileri bencilce sahiplenerek
kendi isimleri ve kişilikleri ile ortaya çıktı ama fikir ve bilgi antik mısır
tanrılarına ve krallarına aitti! zaten antik yunanda özellikle platon da çıkan
bu bencil kafa yapısı platonu faşizmin babası yaparken antik yunanı da
materyalistleştirmiştir.
bu ortaya
konan hem felsefi sanatsal edebi teorik olgular hem bilimsel fenni deneysel olgular
kişisel ve benlikleri ve isimleri aşarak tanrılar yada yarı tanrı kabul edilen
hükümdarlara ithaf edilirken aynı zamanda bu felsefi bilimsel yordamın teorik
ve pratik olgusu da ''giz'' olarak kendi içerisinde kapalı kalmıştır ve bu
durumlar bu olgunun tüm bunları bencilce kendisine mal eden ve isimleri ile ön
plana çıkan yunan filozofların gölgesinde ve tekelinde bırakmıştır!
Ama antik
yunan filozoflarının yapabildiği tek şey bu bilgileri alıp avrupaya batıya
taşıyan bir araç olmaktan ileri gidemedi! yunan öncüller sayesinde antik mısır
felsefesi batıda ilk başta maddeci kafa yapısı içinde kısıtlı olarak yer buldu
lakin daha sonra yunanlılardan bunu devralan latin kökleri ile antik mısırla
bağı olan romalılar yunanlıların bu zayıf eksik ve sığ durumunu geliştirip
kapsamını arttırarak etkili bir hale getirmeyi başarmış yunanlılar avrupa
medeniyetinin temeli sayılırken romalılar modern avrupanın öncüsü olmuşlardır.
Eski
Mısır'daki Hermes Öğretisi tamamen ezoterik ve inisiyatik bir öğretiydi.
Örneğin; belirli düzeye gelmiş insanlar, gizli toplantılarda tarikatın
törenlerini yaparlar, ruhsal duygularını ve düşüncelerini açıklarlar, daha
küçük dereceli üyeleri eğitirlerdi.Pisagor bunların arasında yetişmiş bir
hermetiktir. Yine eski Mısır'dan 'gnose' lerden kökünü alan İskenderiye Okulu
ve eski Yunanda platon tarafından temelleri atılan Yeni Platonculuk
(neopaltonizm) gibi felsefi düşünce sistemlerinin kuruluş biçimi ve düşünceleri
için de Eski Mısır bilimsel felsefesi olan hermetiktir diyebiliriz.İşte bu yapılanma roma medeniyeti ile tekrar dirilmiş tapınak
şovalyeleri ve masonik modern bilimsel ve felsefi popüler yayınların ve
icraatlerin de öncüsü haline gelerek klüp ve cemiyetler şeklinde aynen bugünde
modern dünyada hakim yönetici karar verici aklı meydana getirmişlerdir!
Platon Arşimet Pisagor Demokritos Aristo gibi
öncüller Antik mısırda hermetik düşüncenin teori babında bugünkü yunan sanat
edebiyat ve politik değerlerini özümseyerek yorumlayıp ortaya koymuşlar
,pratik/deney babında ise matematik kimya fizik hatta astronomi geometri gibi
bilim dallarını öğrenmişler sparta da bu öğrendikleri şeylerin deney ve
uygulama alanı olmuştur !İşte bu durum bugün bizim Yunan medeniyeti dediğimiz
olguyu meydana getirdi!Tüm bu bilim dallarının en geniş ve kapsamlı odaklarını
da antik mısır araştırmalarında açıkça görmekteyiz bu da bu noktada binlerce
kanıtı önümüze döker!
Platon,
Yunan faşist şehir devleti Sparta'daki modeli savunurken, faşizmin bir diğer
yönünü, yani toplumun devlet tarafından büyük bir baskıyla yönetilmesini de
savunmuştur. Platon'a göre bu baskı günlük hayata o kadar hakim olmalıdır ki,
insanlar devletin emirleri dışında hiçbir şey düşünemez hale gelmeli, kendi
akıl ve iradelerini tamamen bir kenara bırakarak, adeta beyinleri yıkanmış bir
şekilde hareket etmelidirler. Karl Popper'in kitabının hemen başında faşist
zihniyetin tam bir ifadesi olarak aktardığı Platon'a ait aşağıdaki sözler,
faşist düzenin yapısını tarif eder:
‘’En temel
prensip şudur ki, erkek veya dişi olsun hiçbir kimse lidersiz olmamalıdır. Ve
de hiç kimsenin zihni, bir şeyi kendi inisiyatifi ile yapmasına izin verecek
şekilde düşünmeye alıştırılmamalıdır... En küçük konuda bile liderliğin
yönetimi altında olmalıdır. Örneğin sabah kalkması, hareket etmesi, yıkanması
veya yemek yemesi, sadece eğer bunları yapması emredilmiş ise gerçekleşmelidir.
Tek kelimeyle, ruhunu öyle bir şekilde eğitmelidir ki, asla bağımsız olarak
davranmayı hayal etmemeli ve bunu yapma yeteneğinden de tamamen yoksun hale
gelmelidir.’’ (Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The
Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 7)
Bu düşünce
ve uygulamalarıyla, Spartalılar ve Platon, faşizmin temel özelliklerini de
ortaya koymuşlardır: İnsanları hayvan türü olarak gören bir anlayış, fanatik
bir ırkçılık, savaşın ve çatışmanın yüceltilmesi, toplumun devlet baskısıyla ve
"beyin yıkama" yöntemleriyle yönetilmesi...
platonun
sparta etkileşimli bu faşist düşüncesinin kaynağı, bağlı olduğu ve yaydığı
cemiyetin ve sözde akademiaların ana düşüncesi olan materyalist - kabalistik
karanlık öğretidir.Yukarıda açıkladığımız gibi bu düşüncenin kaynağı da Eski
Mısır'ı yöneten Firavun'ların kurduğu sistemdir. Firavunların diktatörlüğünün,
Sparta faşizmi ile olan paralelliği platonun öğretisini doğurur. Mısır
Firavunları da güçlü bir askeri disipline sahip devlet sistemleri kurmuşlar ve
bunu kendi halklarına baskı uygulamak için kullanmışlardır. Hz. Musa döneminde
Mısır'ı zalimce yöneten Firavun -tarihi kaynaklarda II. Ramses olarak geçer-
Sparta'daki bebek katliamlarını hatırlatan bir zalimlikle inançlarından dolayı
ülkesindeki tüm Yahudi erkek çocukların katledilmesini emretmiştir. Bu
Firavun'un kendi halkına karşı uyguladığı fikri baskı da Platon'un tarif ettiği
faşist baskı sistemini desteklemektedır.
Platon bu
materyalist – kabalist düşüncenin etkili olduğu akademialarla gizli
cemiyetlerle ve yine bu düşüncelerinin doğrultusunda sahip olduğu devlet
yönetimi ve iktidar ilkeleriyle yunan-helen uygarlığı ve dolayısıyla tüm Avrupa
medeniyetinin yaşamına sosyal ve kültürel yapısına hakim oldu.
Platonun
savaş yanlısı, güçlünün zayıfı ezdiği, sürekli bir yaşam mücadelesinin hüküm
sürdüğü ,insanlarının ırklarının ve maddi –geçici değerlerinin mutlak asalet
olarak ortaya konduğu bu faşist ve
materyalist idea Avrupalıların yunan mitolojisindeki tanrılarını bile değiştirdi…tanrılar
arasında sürekli bir mücadele ve savaş hakim oldu.Tanrılar insanlarla
evleniyor,çocuk sahibi oluyor,birbirleriyle ve hatta insanlarla kavga ediyor ve
hatta dayak yiyor,hırs ve ego yarışına giriyordu.Kadınların sözde yüceltildiği
ama doğurganlıklarının ilahi mucizesi ve Allah ın kudreti değil kadının
cinselliği ön plana çıkarılıyor tanrıçalar bile cinsellikleri,ikiyüzlülükleri
ve entrikaları ile ön plana çıkıyordu.Homoseksüellikte yine farklı yada aynı
anlamda çeşitli saçmasapan düşüncelerle kendine yer bulmaya başladı.
Böylece bu
ideanın etkisi altına giren Avrupalı halklar tam bir
barbarlık,savaş,katliam,yıkım,sapkınlık ve zulmün hakim olduğu günümüze dek
gelen materyalist – faşist yapısına büründü…
KABALİSTİK BÜYÜCÜ YAHUDİLER VE HERMETİK PAGAN ROMALILAR IN İÇİNDE
BÜYÜYEN HZ. İSA VE HRİSTİYANLIK ALDATMACASI
Yukarıda
belirttiğimiz gibi platonist düşünce ile sürekli maddeci bir mücadele içine
giren Avrupa da faşist ideolojiyle güçlü bir yapı sağlayan roma hakimiyetini
kurdu.Bu hakimiyeti tamamen materyalist ve faşist yapılı bir yönetim ve orduya
borçluydu Roma.
Roma
imparatorluğu incelendiğinde tam bir krallık monarşisi yada cumhuriyetten söz
edilemez,bu iki birbirine zıt sayılan olgunun aslında bir etkisi yoktur
.günümüzde bu durum halen daha tartışılmaktadır.
Roma
imparatorluğunda sadece mutlak faşizm olgusuyla ortaya konmuş materyalizm
etkiliydi.
İmparator
kelimesi zaten baş komutan anlamına gelir,romanın ilk imparatorunun kim olduğu
bilinmez ama en önemli imparatorlerinden jul Sezar a cumhuriyet döneminde dahil
yaşam boyu diktatör unvanı verilmişti,böylece roma imparatorluğu büyük
arenalarda insanların parçalatıldığı,halkın vergilerle ezildiği,çarmıha
germe,kolların kesilip o halde uzun yolların yürütülmesi,aç susuz bırakma,linç
vb. işkencelerin yoğun olarak uygulandığı, maddi değerlere sahip insanların ve
ailelerin ancak asil olabildiği güzel şehirlerde ve gelişmiş metropollerde
yaşayabildiği,arka planında ahlaksızlık,acımasızlık,entrika ve cinayetlerin yer
aldığı materyalist bir emperyal ihtişamdan ibaretti.
Savaş,
sürekli mücadele, katliam, sindirme, yıkım ve sapkınlık sadece roma
imparatorluğu sınırları içinde yaşanmıyordu…roma dönemin en büyük gücüydü aynen
bir zamanlar mısır medeniyetinin olduğu gibi…roller değişmişti ama mısır medeniyeti
ile roma arasında pek bir fark yoktu…
Roma,
etrafında yer alan barbar topluluklarla mücadele halindeyken egemenlik alanı da
gelişti…kutsal topraklara sahip oldu ve valileri ile bu bölgeleri yönetimi
altında tuttu…işte bu bölgelerden birinde, Celile de Hz. İsa kendinden önce
görevlendirilmiş tüm peygamberler gibi Allah ın öğretilerini yaymaya başladı.
Hz. İsa
hemen bölgede etkisini gösterdi..Kudüs’ e yayıldı…amacı Hz. Musa ile Allah
tarafından indirilmiş gerçeği ve doğruyu tekrar ortaya koymak ve israiloğullarının
kabala ile pislettiği Yahudi inancı ve tevratı düzeltip tamamlamaktı..hedefinde
ve karşısında ise dolaylı olarak roma valisi ile işbirliği içinde kökeni mısır
materyalizmine ve büyüye dayalı sapkın bir inanca sahip mısır medeniyetindeki
büyücü ve kahin rahiplerin görevini aynen üstlenmiş ve bundan büyük maddi rant
ve nüfuz elde etmiş kabalistik hahamlar vardı.Bunlara 'Sadukiler' adı verilirdi.Sadukiler,O zamanlar 4 ayrı mezhebe bölünmüş yahudiler içinde pagan roma imparatoru ve geleneğime yakınlaşmış ,bu yakınlaşmanın getirisiyle makam zenginlik ve nüfuz kazanmış en güçlü ve elit yahudi cemaatiydiler.Bu yakınlık ile yahudi din adamlığı hahamlık ve yasa ceza hukuku bu sapkın sadukilerin elindeydi çünkü Roma kendilerine yaltaklanan bu topluluğa yahudileri yönetme iznini de vermişti.Sadukiler sırf siyasal anlamda değil dinsel anlamda da Romadan aldıkları bu yetki, güç ve çıkarlar ile Roma pagan geleneğine de iyice yakınlaştılar.Zaten sapkın olan yahudi inançları iyice paganlaşmaya doğru kaydı.Bu Saduki nüfuzu muhafazakar sayılan diğer bir yahudi mezhebi Farisilerin içinde de bölünmelere ve farisilerin hızla Sadukilerle aynı tarafa geçmelerine neden olmaya da başlamıştır;Bu 2 akım sadukiler ve farisiler daha sonra Hz.İsa nın imanına ve peygamberliğine karşı duracaklardır.
''Çok önemli bir iş olarak kabul edilen tapınak faaliyetlerini yürüttükleri için de başka hiç bir işle ilgilenmezler ve kendilerini de yüksek bir sınıf olarak görürlerdi.Öte yandan,oldukça 'materyalist' sayılabilecek kendilerine has bir inançları vardı.Ölümle birlikte ruhun da öldüğüne yani ölümden sonra yaşamın var olmadığına inanıyorlardı.Yahudi geleneğine rağmen getirdikleri bu inancın nedeni ise büyük olasılıkla Roma kültüründen etkilenmiş olmalarıydı.Çünkü Sadukiler 'son derece dünyevi kozmopolit kişilerdi ve imparatorluğun geneline hakim olan greko-romen değerlerini ve yaşam biçimini benimsemişlerdi'' (Nehemya 9:1-3)
‘’İsa
(a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi.
Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli
idi. Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandalet giyer, çoğu
zaman da yalınayak yürürdü.
Kendisinin
geceleri varıp barınacağı bir evi, değerli eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir
şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti
özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada
konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile
günlerini geçirirdi.’’ (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335).
‘’İsa (a.s)
göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri
dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı.’’ (A. Musannef, XI, 309).
Hz. İsa nın
etkisi sanıldığı kadar azmıydı?inananları gerçekten bir avuç insandan mı
ibaretti? O dönemle ilgili araştırmalarımız inanmayan insanların bir hayli çok
olduğunu gösterir.Fakat inanan insanlar sanıldığı kadarda az değildi ve
etkileri genişti…bu gerçek İncil in bozulmasına rağmen bilinen kadarıyla 400
adet farklı versiyonunun özelliklede geniş bir coğrafyanın farklı bölgelerinde
ortaya çıkmasıyla anlaşılır.
Sonuçta
roma imparatoru Agustus zamanında Hz İsa ,mısır ve Kudüs valisi Pontius Pilatus ve kabalistik Yahudi
hahamlarının işbirliği ile ortadan kaldırıldı(ortadan kaldırdıklarını
sandılar).
Hz. İsa
güya öldürülmüştü..ama yukarıda bahsettiğimiz gibi etkisi azımsanmayacak kadar
büyüktü ve sonuçlarını roma aleyhine göstermeye başladı.Gerek romanın kendi
sınırları içinde gerekse sömürgelerinde her ne kadar gerçeğinden sapmış yada
başka versiyonlara bürünmüş olsa bile Hz. İsa düşüncesi fikri destek buldu.
Roma
imparatoru Hz İsa ile mücadelesinde, valisi Pilatus desteğiyle gizli ama etkili
cemiyetler halinde var olagelen kabalistik Yahudi düşünceye yakınlaştı ve
kısmen etkilendi.Bu etkinin asıl nedenlerinden biride İseviliğin yahudiyede büyük ölçüde büyücü
hahamların kurduğu statüko sayesinde etkisiz kalmasıydı.İmparatorun ülkesi
romada ise İsevilik,imparatorun aleyhine köylüler ve soylular arasında
yayılmaktaydı ve paganist olan imparator bu hristiyan yayılmayı acımasızca
ezmeye çalışsa da başarılı olamıyor ayrıca pagan inanç içerisindeki dinsel
bölünmüşlüğün ve temelsizliğinde farkına varıyordu.
Roma
imparatoru Konstantin İznik konsülünde ilk adımı attı.400 den fazla sayıda olan
incili 4 e indirdi.bunu yaparken kendi pagan inançları (konstantin pagan kültü
sol invictus a ölene dek inandı) ile kabalistik Yahudi inançlarını yoğurup Hz.
İsa nın Allah tan ilham alan öğretisini yeniden yorumlayıp daha da bozarak yeni
bir din ortaya koydu;bu yeni modifiye dine ‘Hristiyanlık’ adı verildi.(Allah
hristiyanlık diye bir din göndermedi.Hz. İsa (a.s) hristiyan değil Yahudi
peygamberidir.görevi ise Hz. Musa (a.s.) nın Yahudilerce bozulmuş olan dini
tevhide uygun hale getirmek ve böylece tamamlamaktır.İşte bu nedenle Hz. İsa
nın lakabı ‘İsrailoğullarının kralı’ idi.bu kral kelimesi tabii ki hem bozuk
kabalistik hahamların çıkarlarına hem de bölgeye hakim olan romanın hoşuna
gitmeyecekti.Hz. İsa Yahudi peygamberidir.Aynen Hz. Musa gibi.kendisine verilen
İncil ve öğreti ise Hz. Adem den başlayıp Hz. Muhammed (s.a.v.) dek gelen İslam
dır.Hristiyanlık roma imparatorunun uydurması bir dindir.)
Roma
imparatoru tarafından hristiyanlık oluşturulurken kabalistik hahamlardan ve
pagan doğa dinlerinden faydalanıldı.4 incilde buna uygun olacak şekilde
seçildi.İşte bu nedenle o zaman suni biçimde kurulan ve günümüze dek gelen
hristiyanlıkta Hz. İsa pagan ve putperest mısır inancının firavun-tanrı
düşüncesiyle ortak doğrultuda Tanrının oğlu ve aynı zamanda tanrıdır.Hz. İsa
silueti heykelleştirilip putlaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır.oluşturulan
papa ve ruhbanlık sınıfı, aynen kökeni mısır büyücü kahinlerine dayanan
kabalistik büyücü hahamların statükocu yapısının kopya edilmesiyle ortaya
çıkmıştır.kutsal gün Pazar (sun-day güneş günü ) hem güneşe tapan mısır ın ve
hemde doğaya tapan pagan dinin kutsal ayin günüdür.yine Meryem ana pagan ve
mısır firavunlarının eşlerinde,annelerinde (kraliçe-tanrıça) olduğu gibi
tanrıçalık özelliği taşır hale getirilmiştir.Hz. İsa, Meryem ana ve diğer
azizler güneş kursu ve pagan ritüellerinin bir sonucu olarak ışık halesi içinde
tasvir edilir.Şarap ,ekmek-kan,et ritueli pagan dinden alıntıdır.Günah çıkarma
ayini pagan doğa ritüellerinden girmiştir.Hz.İsa nın sözde doğum günü (noel
olarak kutlanan tarihte doğmadığı bilinir) ve doğum günü olgusu pagan dinlerde
sosyal ve dinsel bir ayin olarak eğlence,içki,kumar ve sapkınlıklarla
kutlanırdı.bugünde böyle kutlanır.Paskalye bayramı tamamen roma dönemi pagan
doğa dinlerden alıntıdır.Yine cadılar bayramı geleneği ve kostümleri tamamen
pagan doğa dini geleneğinden alıntıdır.Bu durum daha birçok örnekle çoğaltılıp
kanıtlanabilir…
Böylece
Konstantinus ile kurulan yeni din, uygulanan kıyımları perdelemek için
imparatora uygun hale getirildikten sonra serbest olarak ilan edildi.
Bu yeni din
papalar ve kiliseler tarafından roma imparatorunun desteğiyle hakim
kılındı..tabii ki başta tüm İsevilere uygulanan baskı ve katliam bu sefer
romanın eliyle kurulan yeni dine (hristiyanlık) uymayanlar üzerinde devam
etti..kısa sürede papa ve kiliselerin etkisiyle hristiyanlık hakim kılındı.Ama
o zamandan beri süregelen yeni görüş ve mezheplere kilise ve papanın taviz
vermez va baskıcı hatta yok edici baskısı günümüzde etkisini yitirse de tarihte
ve yakın zamana dek varlığını göstermiştir.
Serbest
bırakılan ve imparatorun lehine olan ve desteklenen hristiyanlık
Sonrada
tamamen Teosodius un zamanında romanın resmi dini oldu.Böylece Avrupa
medeniyetinde din ve devlet işleri bütünleşti.Papanın ve kilisenin ayrıca
siyasi yetkileri de olmuş oldu.İlk başta koyu paganlar ve farklı hristiyan
mezhepleri ve farklı dinsel düşünceler kanlı bir biçimde baskı altına
alındı.Mısır uygarlığında olduğu gibi papa ve ruhban sınıfı imparatorun ve
imparatorlukların üzerine çıktı.Kralları ve halkları etkisi altına aldı ve bunu
özellikle maddi-manevi çıkar ve statülerini koruyup geliştirmek için
kullandı.Bu durum Özellikle Atalarımız olan Osmanlı ve Selçuklu
imparatorluklarına karşı tavan yaptı .Bu sayede hristiyanlık olgusu papa ve
Avrupalı krallar tarafından kullanıldı ve pekiştirildi.Ancak özellikle İstanbul
un haçlılar tarafından yağmalanması ve kilisenin çıkarcı uygulamaları gerek
hristiyan dini içinde gerekse farklı düşüncelerde güçlü bir muhalafet ve
başkaldırmaya neden oldu.Kilise ve papa başta yine kanlı yöntemlerle bu isyanı
ve asileri cezalandırsa da önünü alamadı ve özellikle Fransız ihtilali ile papa
ruhban sınıfı ve kilise etkisini yitirirken Avrupa yeni bir döneme
girdi.Şeytanın silahı materyalizm hristiyanlığı sabit bir ağaca bağladıktan
sonra yeni bir köpeğe sahip oldu.İşte bu dönemle birlikte Avrupa ve dünya
farklı ve karanlık bir yola girdi.kötülük bir kez daha şekil değiştiriyordu.
FRANSIZ İHTİLALİ İLE GİRİLEN YENİ DÖNEM VE MATERYALİZMİN EVRİMLE
PEKİŞTİRİLMESİ UĞRUNA BİLİMİN KİRLETİLMESİ
1789
Fransız ihtilali sosyo-siyasi bir ihtilal gibi görünür ama kökeninde kiliseye
karşı bir başkaldırıdır.Kiliselerin ve ruhbanlık sınıfının ayrıcalıkları ve bu
sınıfın etkisindeki kralların baskıcı yapısı Fransız ihtilalini
doğurdu..ihtilal kültürel –sanasalt-sosyal-siyasal..vb. birçok alanda etkisini
gösterirken temelinde kilise çerçevesi içinde dine ve inançlara karşı bir
başkaldırı ve özgürleşme hareketidir.Daha sonra siyasi ve sosyo –kültürel
yaşamda bu doğrultuda yönlendirildi…
Hz.
Muhammed ile Allah ın son dini bildirmesi ve koruması altına alması şeytanı
yeni bir strateji geliştirmeye itti.Sapkın roma medeniyeti ile bloke edip kendi
safına çektiği ve hristiyanlık olarak bozduğu Hz. İsa öğretisini Hz. Muhammed
in gittikçe yayılmakta olan öğretisine karşı kullanmış ama başarılı olamamıştı.
Son
peygamber gönderilmiş İslam sabitlenmiş ve kıyamet çağı başlatılmıştı.Bu şeytan
için yeni stratejiler geliştirmesi gereğini de gösteriyordu.Bu nedenle şeytan
çok kolayca hedeflerine ulaşıp at koşturabildiği Avrupa bölgesine hakim
oldu.Tezgahını burada kurdu .Çünkü doğunun büyük bir bölümüne İslam hakim
olmuştu ve gitgide yayılmaktaydı.Şeytan Allah ın dilemesiyle ve sözüyle İslam
üzerinde doğrudan bir etki kuramayacağını biliyordu.Bu işi dolaylı olarak
yapması gerekiyordu.Bunun için maşalara ve kuklalara ihtiyacı vardı ve Avrupa
bölgesi bunun için en uygun yerdi zaten şeytan asırlarca burada istediğini elde
etmeyi kolayca başarmıştı.Bunun en önemli örneği kudüste ortaya çıkan Hz İsa
peygamberliğindeki islamı avrupada tamponlayıp tamamen islamdan farklı bir hale
getirip en sonunda da islama karşı bir düşman haline getirmesi gösterilebilir….
Şeytan,Hz
İsa ile gönderilen İslam ı bozarak uydurduğu hristiyanlık ile akla hayale
uymayan sapkın bir dönem başlatmıştı,fakat hristiyanlık Hz. Muhammed ile
gönderilen İslam a karşı zayıf düşünce, hristiyanlık ipini bırakması
gerektiğini anladı e hristiyanlıktaki ruhban sınıfının sapkınlığını kullanarak
Fransız ihtilaline neden olan ortam için gerekli tezgahı düzenledi.Şeytan
aslında islamı bozup ekarte edebilmek için çokça uğraşıp bunu hristiyanlık
olarak ortaya koysa da halen daha hristiyanlık içerisindeki tanrı ve iyilik,
onur, namus gibi kavramlardan hiçbir zaman hoşnut değildi.Her ne kadar
hristiyanlıktaki gerçek islamı öğretiyi bozmuş olsa da bazı insani ve ahlaki değerleri
ortadan kaldırmayı başaramamıştı.
Bu nedenle
şeytanın armageddon çağında artık yeni bir silaha ihtiyacı vardı bu tam çağa
uygun bir silah olmalıydı.Çağ gelişim ve teknoloji çağıydı.Bilim ,keşif,icat
çağı…dünya rotasını bu yöne çevirmişti ve bilim dallarının etkisi dünya
yaşamını doğrudan etkiliyordu .Şeytan bunun üzerine oynamalıydı.Fransız
ihtilali ile bilim ve sanat olgusunu kirletmeli ve dini ve Tanrı inancını bilim
ve sanata zıt ,düşman hatta geri bir konuma düşürmeliydi ve böylece harekete
geçti;
Antik
Mısırdan etkilenip eğitildikleri maddeci düşünce yapısını antik yunan
felsefecileri avrupaya taşıdılar.Bu doğu batı arasındaki ilk kültürel geçiş
sayılır.
Bu Avrupada
materyalist düşünceye zemin hazırladı.Yunanlılar tabii barbar konumdaki
avrupada maddeci de olsa bir medeniyet ve devlet yapısı geliştirebilmek için
çok uğraştılar yunana medeniyeti daha çok bir var oluş mücadelesi verdi.Lakin
Avrupa asıl yükselişi Roma medeniyeti ile yakaladı!
Roma
medeniyeti ile maddeci sistem sistematik hale getirilirken doğudan bir çok
bilimsel ve felsefi akım transfer edildi ve bu maddeci sistematiğe uygun hale
getirildi.
İşte bu
noktada Roma medeniyetinin Latin kökleri ile Eski antik mısır öğretileri
yakınlaştılar ve ortak bir hedef için hareket etmeye başladılar.Bunlar en başta
tapınak sovalyeleri,illuminati benzeri etkili masonik
Klüp ve
cemiyetlerle sağlandı !zamanla bu klüp tarikat ve cemiyetler yönetici kral
tüccarlar ve askerleri bünyesinde toplayınca çok önemli ve güçlü bir karar
verme merciine dönüştüler.Bu dinsel gizli ve etkili tarikatlar, zamanla asil
yöneticilerin çıkarına hizmet ettiği için bir çok imtiyaza sahip olup bağımsız
bir yapı haline gelen kilise ile çatışmaya başladı.Her ikisi de materyalist
putperest
Evrimci
faşist olan kabalacı masonik tarikatler ile hristiyan kilise arasında yaşanan
iç darbe ile planlanan ‘’Fransız ihtilali’’ devreye sokuldu!Bu yapılırken yine
bilindik medyatik propaganda taktikleri ile
bir devrim planlanarak devreye sokulmuştur.Sanat ise buna alet
edildi.Sanatın getirdiği aydınlanma ve düşünce çağı popülist propagandası
yapılarak Fransız devrimine destek sağlandı.Sanki Fransız ihtilalinden önce
heykel,resim,edebiyat ve felsefe akımları hiç yokmuş yada önemsizmiş gibi !
Böylece bu
taktiklerle kilisenin etkisi kırıldı !güya özgürlük hürriyet cumhuriyet akımı
ile bu parlatıldı!Fransız ihtilali ile bir çok kişi vahşice katledildi.Bu
avrupada derin ve etkili yapılanmalara sahip masonik Siyonist kabala
Yahudilerinin eliyle oluyordu ve Fransız ihtilali ile sonuca ulaşıyordu.Buna
önce Sanat ve felsefe alet edildi!Daha sonra ise buna Bilim alet edildi.
Fransız
ihtilali, maddeci materyalist amaçlar uğruna buna tek engel olarak duran manevi
kutsal değerlere bir baş kaldırıdan
başka bir şey değildir.Bir aydınlanma ve gelişim değil aksine
terörizm,darbe,yıkım,ölüm,sömürü,kaos ,anarşi gibi kavramları doğurmuş ve
ihtilal anından itibaren tüm dünyayı gelecekte de bu girdabın içine
sürüklemiştir.Sanata edebiyata bilime ve felsefeye kattığı ekstra hiçbir şey yoktur!Tek yaptığı
sanat dalları felsefe ve bilimi manipüle ederek maddeci düşünceye hizmet eder
hale getirmekti.Daha önce etkileri görülse de
O çağa dek
dinsel düşünce yanında,insanlığın başından beri süregelmesine rağmen bu maddeci kafa yapısı sadece ön plana
alınarak hepten yeni ve farklıymış gibi gösterilerek popülerleştirildi.
Fransız
ihtilalinin amacının özgürlük hürriyet cumhuriyet olmadığı ihtilalden sonra
değişen avrupada kralların krallıkların hanedanların,saray sosyetesinin aynen ve daha güçlü şekilde devam ediyor
olmasından anlayabiliriz.Etkin asil bı krallıkları varlıklarını ve etki alanını
arttırırken bunlar dünyanın çok ötelerinde sömürge alanlarını değiştirirken
hedef alan olan orta avrupa ile doğu Avrupa ve balkanlardaki devletlerde sadece
cumhuriyet rejimi etkili oldu.
Bu
cumhuriyet hürriyet özgürlük akımı en fazla Osmanlı içerisine ajanlarla
uygulandı ve Osmanlının ortadan kaldırılıp hakim olduğu verimli toprakların
sömürülebilmesi için Osmanlıda iç isyan ve yıkıcı bölücü bozucu faaliyetlerin
adı olarak anıldı Cumhuriyet ve hürriyet kavramları.
Bu Fransız
ihtilalinde üretilip karanlık ve gizli güçlerin hizmetine verilen politik
akımların çıkarlar ve amaçlar uğruna nasıl kullanıldığına Osmanlı devletinin
yıkılışı çok iyi bir örnektir.Kendi krallıkları dinsel kurumları ve sarayları
ayakta kalıp daha da güçlenen batı cumhuriyet ve hürriyet sahte akımını
kullanarak Osmanlının hakimiyet gücünü oluşturan 2 makamı direk hedef aldı;
‘’hanedanlık ve halifelik’! Fransız ihtilalinde piyasaya sürülüp kilise ve
fransa kralına karşı Avrupa da denenen bir tür kitle imha silahı ve içten
yıkıcı propaganda olan ‘’cumhuriyet ve hürriyet’’ adlı silah ilk kez düşman
ülke olan Osmanlı üzerinde denenerek gereken başarı sağlandı ve Osmanlının
hammadde dolu zengin topraklardaki hakimiyet alanına son verilerek Siyonist
kabalistik masonik tarikatlerin ve klüplerin kontrolündeki batılılar adi amacına ulaşıldı!Kudüs alınarak
İsrail kutsal devletinin temeli atıldı!
Daha sonra
bu ‘’cumhuriyet ve hürriyet’’ silahı batılıların içten yıkıp sömürmek istediği
çoğu arap ve Afrika ülkesine uzak doğu halklarına aynen uygulanarak yeni
başarılar elde edildi!Mesela abd nin ırağa,İtalyanların
libyaya,Fransızların
Başta
Cezayir olmak üzere Afrikada,İngilizlerin orta doğuda halka güya demokrasi
hürriyet ve gerçek cumhuriyeti getiriyoruz deyip o bölgeleri işgal ederek
sömürü alanlarına dahil edip genişletmeleri gibi Fransız ihtilainin yapılış
amacını açıkça ortaya koyuyordu! Tabii bu yapılırken maddeci bir zihniyetle
yorumlanıp evrenselliği baltalanmış sanat felsefe ve bilim akımları parlatılıp
bir tür maddeci sahte medeniyet ve yalan ilerleme ve gelişim propagandası ile
kitlelerin gözleri boyanarak böylece çıkarlarına destek olarak
kullanılıyordu!Bu zehri zerk ettikleri ülkelerdeki çoğu ateist maddeci malakta
gelişim ve medeniyet zannederek bunların uşağı oluyordu otomatikmen ,zaten
bilim sanat ve felsefenin mantalitesi de Fransız ihtilali ile bu amaç
doğrultusunda bozularak maddeci zihniyete göre yeniden yorumlanmıştı.
İşte
böylece Fransız ihtilali ve bu ihtilal ile ortaya çıkan şeyler asla bir
aydınlanma özgürlük ve gelişim değil, aksine doğu halkları başta olmak üzere
tüm dünyayı sömürüp köleleştirmek ve insanları kitleler halinde katledip yok
etmek için devreye sokulmuş bir sahte devrimdir!Şeytanın devrimi!
Fransız
ihtilali medeniyeti değil yıkımı getiren; 1. ve 2. dünya
savaşlarını,sömürgeciliğin sistematikleşmesini,
para ve ün için icat
yapmayı,ırkçılığı ve aynı amaca yönelik komunizmi ve faşizmi,
Kitle imha
silahlarını,popülist materyalist felsefe ve bilim anlayışıyla kitlelerin
maddeci bir doktrinle zehirlenip mutluluk ve başarının manevi yönünün tamamen
yok edilip sadece maddi değerlerle ölçülmesini sağlayarak kitleleri;onlara tek
mutluluk yolu olarak beyinlerini yıkayıp yönlendirdikleri en değerli madde olan paraya ulaşmak için
zaman ve mekan arasında sıkışıp koşuşturan ve bu koşuşturmada zayıf olanların
ayaklar altında ezilmesini bir normalite olarak öne süren,toplumu oluşturan
insanların birbirinin yardımcısı değil rakibi olarak tanımlayan ve bunu vahşi
bir yarışa dönüştürerek kitleleri en sonunda kendi zenginlik başarı ve
yükselişleri için müşteri gibi kullanılan bir tür dinsiz tanrısız hayvan
sürüsüne çevirmeyi başarıyorlar!
İşte
Fransız ihtilalinin maddeci evrimci faşist ırkçı şeytani sapkın amaç için
planlanıp uydurulan yapay bir alet olmasının gerçeği bu!
FAŞİST MATERYALİZMİN KOMUNİZMLE YAYGIN HALE GETİRİLMESİ VE EVRİM
TEORİSİNİN PERDE ARKASI
En başından
İlk insandan beri şeytanın sırtında gelen ve fırsat kollayan putperest
materyalizm artık Fransız ihtilali ile temel alacağı zemine kavuştu.
Bir
aydınlanma çağı olarak ortaya konulan Fransız ihtilali Tüm insanlık tarihi
olarak hem geçmiş hem de gelecek açısından tam bir karalık çağı beraberinde
getirdi.Ekonomik ve Sosyal anlamda ipleri eline geçiren kabalistik materyalist
düşünce Fransız ihtilali ile aydınlanma çağını değil insanlığı karanlığa
sürükleyecek olan materyalist yeni dünya düzeni çağını başlatmış oldu.
Fransız
ihtilalinde avrupayı ve dünyayı sömürmek ve materyalizmle mahvetmek için bilinç
merkezi ve teorik alt yapısı her alanda ön plana geçirildikten sonra İngiliz
sanayi devrimi ile bu pratik hale getirildi.Lakin Bunun da teorik alt yapısı
gerekecekti.
İngiliz
sanayi devrimi bir makinalaşmayı getiriyordu lakin Avrupa alt yapı ,insan gücü
ve hammadde olarak çok fakirdi Materyalizmi kendine şiar edinmiş avrupaya
hammadde ve insan gücü gerekiyordu ve bunu diğer halklardan elde
edeceklerdi.Niyetleri ise hiç iyi değildi ve işte bu noktada zaten teorik alt
yapısı Fransız ihtilali ile oluşturulmuş olan evrim teorisi bilimsel dünyada
bir kanser gibi yayılarak tekel haline getirildi bunun içinde medya
propagandası manipülasyon ve algı operasyonlarına baş vurularak global anlamda
tüm dünyanın beyni yıkanmaya evrim teorinin tartışılmaz yadsınamaz tek gerçek
yordam olabileceği algısı sabitlendi.Bu politika İdealist bilim anlayışına
başlı başına ters olması ve bilimin yordamıyla çelişmesine rağmen kimse buna
ses çıkarmadı çünkü alt yapı çok sağlam hazırlanmış sistem ve ağ çok iyi
kurgulanmıştı.Amaç ise çok açıktı manipülasyon ve propaganda ile faşizmi
ırkçılığı güçlünün zayıfı ezmesini köleliği fakirliğin bazıları için (alt
türdekiler) bir kader olduğunu hem teorik hem de pratik olarak tüm dünyaya
benimsetmekti,evet bunu hem ezenlere hem
ezilenlere benimsetmek.Ezene ezmekte haklı olduğunu ,ezilene de ezilmeyi hak
ettiğini benimsetmek !bu noktada tabii en konforlu rahat ve avantajlı konuma
Avrupalı beyaz adam yerleştirildi.Yani siyonist Yahudiler.
Bu noktada
tüm bu planlamayı yöneten genelde mason olarak bildiğimiz lakin masonluğa çok
benzer farklı isim ve yapılanmalarla ortaya çıkan kökleri ve yordamları taa
Antik Mısır medeniyetinde etkili olan Siyonist kabalacı büyücü
önderlerdir.Bunlar ekonomilk ve sosyolojik güçleri ve tefeci bağlantıları ve
cemiyetleri ile bir çok güçlü zengin ünlü ama yalnız olan kişileri bir tür güç
birliği ile maddeci bir çıkar uğruna bir araya getirmeyi başladı bu durum
onlara global anlamda dünya hakimiyetini getirecektir.Bu çok iyi planlandı.
Bu noktada
devreye sokulan ilk isim Charles Darwin ile evrim teorisinin kökünü
oluşturacak ‘Türlerin kökeni’’ fikriydi.Bu konuyu çok geniş olarak burada ele
almayacağız bunu, evrim teorisi ve darwinizmi daha önce ‘’Antifaşist
–Antimateryalist Manifesto’’ ile genişçe ele aldık ,daha sonra farklı bir bakış
açısı ve yine güncel bilgi kaynak ve gözlemlerle farklı bir makalede yine ele
alacağız.Bu makalemizde buna, global dünyamıza bugünümüze ve geleceğimize dair
karanlık materyalist hedeflerini anlatmak açısından değinirsek eğer;
Charles
Darwin ‘in bir bilim adamı değil bir araştırmacı kimliğiyle Galapagos adasına
giden ve orada gördüklerinden etkilenerek bir fikir edinen bu fikrini de türlerin
kökeni adlı kitabında toplayıp evrim teorisinin ilk basamağını oluşturan bunu
sadece bilimsel değil ekonomik,coğrafi,tarihi,sosyal,kültürel,ahlaki..vb bir
çok alana da hızla empoze edilmesine öncülük eden önemli bir şahıs olarak
karşımıza çıkarılmıştır evet görevi her açıdan detaylı olarak planlanmış
biridir Darwin.
Charles
Darwin belki Glapagos adasına hiç gitmemiş bile olabilir. Orada hiç gözlem
yapmamışta olabilir.Darwin orada gözlem yapan belli başlı kişilerin
gözlemlerini alarak bunu planlı bir fikir adına yeniden yorumladı.Bunu yaparken
örnek aldığı kişi ise Lamarck tan bile önce ‘’evrim ve ortak ata’’ kavramını
tanrı dışında doğal bir mekanizma olarak tanımlayan dedesi Erasmus Darwin di!
(Fairfield Osborn, From The Greeks to Darwin, s. 141-148.)
Zaten onun
kimliğini yapacağı şeyleri ve görevini planlayan kişinin de dedesi Erasmus
Darwin olduğu aşikar.Peki kim bu Erasmus Darwin dede?
Erasmus
Darwin dede; Bir tür ‘’Doğa tapınağı’’ inancına sahip hrisityanlık öncesi pagan
putperest. Şeytanın ana gücüne inanan materyalizmin baş savunucusu Siyonist
Yahudi. Erasmus Darwin Yazılarında savunduğu fikirlerin Kitabı Mukaddes ile
uyum içinde olduğunu göstermek için Kitabı Mukaddes’te Eski ahitten alıntılar
yapıyordu. (Erik Nordenskiöld, The History of Biology, s. 295.)
İngiliz
Sanayi devriminin mekaniklerinden birisi ve sanayi devrimi sonrası hammadde ve
insan gücü eksiği sorununa çözüm getirmekle görevli en önemli kişilerin başında
geliyor.Bu amaçla hammadde ve köle arayan zengin İngiliz sanayicilerden oluşan
Lunar cemiyetinin kurucusu olan temelde ise en başta Büyük ve köklü Mason
locasının en büyük üstadlarından biriydi.Adını ise Fransız ihtilali akabinde
yaşanan Rönesans ın öncüsü olan Desiderus Erasmus tan alıyordu.Kiliseye karşı
çıkan ve din ahlakı ve Tanrı bilinci dışında bir tür insani ahlak ve vicdan
dürtüsünü savunan maddeci erasmus un adını!
İşte Darwin
in dedesinin kimliği her şeyi aslında açıklamaya ve anlamaya yetiyor.Bizim
Charles de çok küçük yaştan beri dedesinin yanında büyüyüp
Her şeyi
ondan öğrenmiş ve onun fikirlerinin etkisinde kalmıştır.Böylece zamanı
geldiğinde Bu maddeci kabalistik pagan dede torunu Darwin e evrim ideasının
temelini oluşturması için ‘Türlerin kökeni’ kitabını yazdırttı ve bu kitap kısa
sürede belli çevrelerin desteği ile popülerleştirildi!
Tabii sonra
devreye ‘’Ajan 666’’ lakabıyla bilinen Aliester Crowley alındı ve plan devreye
sokuldu !Satanizmin asıl öncüsü sayılan Crowley bir çok seçkin ve gizli zengin
mason kuruluş ve cemiyetine rahatça girip çıkabilen prestijli ve güçlü biridir
ama onu bir deli ve çılgın olarak gösterirler Crowley o dönemde kilit olacak
çoğu ünlü ve güçlü isimle abd başkanları İngiliz kraliyet ailesi Fransız ordu
komutanı ve bir çok zengin iş adamı ile aynen antik mısır başlığı altında bahsettiğimiz gizli ve etkili bir cemiyet
tarikat örgütlenmesi ile güç birliği ve garanti zenginlik ve ün vaat ederek
beyinlerini yıkadı ve medya da etkili olarak bu zehir tüm dünyaya empoze
edilmeye başlandı.
Tabii bunun
teorik alt yapısı oluşturulup pratikte karşılıkları konulmaya başlanınca bu
doğrultuda düşünen şahıslar bir bir türemeye başladılar bunun başında gelen
yine planlar dahilinde görevlendirilen maddeci ve evrimci Karl Marx tır.
Çalışmayı
sevmeyen, köleliği savunan,böylece kazandığı servetle villalarda yaşamını
sürdüren,karısını her defasında hizmetçilerle aldatan,hamile kalan hizmetçiyi
kapıya atan gerçek bir faşist olan Marx kendisi gibi serseri ortağı Engels ile
birlikte,Darwin in Türlerin kökeni ile
Ortaya
attığı evrim düşüncesinin insan ırklarına uygulanması sonucunda bir ‘sınıfsal
idea’ geliştirerek komunizmin öncülüğünü yaptı.
Bunu
öncelikle Engelsin Darwin'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz Marx'a yazdığı şu
satırlarda görüyoruz; "Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek
kelimeyle muhteşem".( Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology and the
Social Scene, Philadelphia; the University of Pennsylvania Press, 1959, s.527)
Marx ise
Engels'e yazdığı 19.12.1860 tarihli cevap mesajında şöyle diyordu;
"Bizim
görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur." (Marx ve
Engels, Mektuplar, s. 426)
Marx, daha
sonraları bir başka sosyalist dostu Lasalle'a 16 .01.1861'de yazdığı mektupta
ise; "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin
doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor."- (Mıarxısm in Our Time, by
Leon Trotsky, Coyoacan, D.F., Mexico, 18 April 1939.)
Faşizmden
hiçbir farkı olmayan sadece faşizmden farklı bir basamaktan faşizmle aynı
kapıya materyalist kapıya çıkan komunizm böylece ilk adımları atılıp devreye
sokularak Avrupa merkezli Siyonist masonik klüplerin çok uzak ve ters
coğrafyalarda bile güç ve etki alanı elde etmesine yardım etti.
Temelinde
Erasmus un maddeci hümanizmi ve sahte vicdan dürtüsü merkeze alan Darwinizmi
barındıran komunizm ideolojisi özellikle Lenin i etkisi altına alarak çok
farklı ve uzak bir coğrafyada Rusya da kanlı ve zorlu mücadelelerden sonra çok
geniş bir etki alanına hakim oldu.Bu kanlı mücadelelrden zaferle çıkan
komunistlerin önderi Lenin devrimi getiren düşüncelerini açıklarken etkilendiği
karanlık akımı da açıkça ortaya koyuyordu;
"Marx'ın teorisinin tümü, evrim
teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş
kapitalizme uygulanmasıdır. Marx'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da,
materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve
komünizmi, kapitalizmden itibaren gelişen bir şey olarak düşünmektir."(Vladimir
I. Lenin, Devlet ve İhtilal, Marksist Devlet Öğretisi ve Proleteryanın
Devrimdeki Görevleri )
Lakin
gerçek yüzü yani maddeci materyalist faşizmden bir farkı olmadığını bu üstünlük
mücadelesinden sonraki icraatlerinde aynen gösterdi.
Komunizmin
tepeye çıktıktan sonra faşizmden hiçbir farkı kalmamıştı!çünkü komunizm ve
faşizm şeytanın materyalizmden olma çocuklarıydı ve birbiri ile anlaşamayan
görünüp aslında aynı amaç için kavga eden kardeştiler.İnsanlığın çöküşü ve
karanlığa gömülmesi amacı için!
Bu amaç
doğrultusunda önce 1. Dünya savaşı çıkarıldı .Hedef avrupanın fakiri olduğu
orta doğu, Afrika ve uzak doğudaki Genellikle Osmanlının hakimiyet ve etki
alanı içinde bulunan çoğunluğu Müslüman olan
hammadde ve insan gücüne sömürmek amacıyla ulaşmaktı .Bu noktada tüm
Avrupa devletleri başta çok kutuplu olan savaşı ,tek hedef olan Osmanlı
imparatorluğunu içten ve dıştan yıkabilmek için toplu mücadele savaşına
dönüştü.
Bu karanlık
odaklar Osmanlıyı özellikle cumhuriyet özgürlük hürriyet sahte akımları ile
içteki hainlerle zor duruma düşürdü bu savaş alanlarında cephelerde Osmanlı
ordusunun da haince etkisiz hale getirilmesiyle Osmanlı devleti yıkıldı ve
hakim olduğu hammadde insan gücü ve stratejik anlamda zenginlikle dolu Afrika
orta doğu batılı maddeci evrimci faşistlerin sömürüsüne açıldı.
Daha önce
Amerika kıtasını ve Avustralya kıtasını işgal edip yerli halkları katleden
hammadde ve zenginliklerini zorla ve yalanlarla sahtekarca adice çalan halkı köleleştiren batılılar Osmanlının
ortadan kalkmasıyla bunu bu sefer Afrika ve orta doğuya rahatça uyguladılar.
Her şey
planlanıyordu böylece 2. dünya savaşı çıkarıldı.Bunun amacı ise yeni dünya
düzeninin global anlamda mühendisliğini gerçekleştirmekti!Bir tür global toplum
mühendisliği. Tabii burada asıl amaç en temel istek en baştan beri gelen idea
İsrail in kurulmasıydı.Daha önce 1. Dünya savaşında Osmanlının saf dışı
bırakılmasıyla Kudüs ve Filistin sahipsiz kalmış ve buraya leş kargası gibi
Avrupalılar çöreklendikten sonra 2. Dünya savaşı ile Kutsal Kudüs ün ele
geçirilmesi ve sahipsiz kalan Filistinde israilin kurulması için gereken
politik zemin hazırlanmıştı.2.Dünya savaşı sonrası artık her şey batılı
Siyonist mason yahudilerin istediği gibi bir hal almış oluyordu. (The Israeli
Holocaust Against the Palestinians by Michael A. Hoffman.)
2. Dünya
savaşının planlanması ve uygulamaya konuluşu ile sonuçları bize evrim teorisi
materyalizm ve bundan doğan pis akımlarının amacının ne olduğunu da açıkça
kanıtladı;
Bu tüm
hammadde ve teknolojik gelişmenin asklında tüm insanlığı yok edebilecek en
büyük ölümcül silaha ulaşma yarışıydı.Bu yarışta belli aşamalarda atom
bombaları,kimyasal silahlar,biyolojik silahlar nükleer kitle imha silahları ile
izlerini açıkça gösterdi.Dünyayı toptan köleleştirmek için evrimin temele
konulduğu sosyo-ekonomik banka ve faiz sistemleri ile borsa piyasalarını
istedikleri gibi speküle edip kendi çıkarlarına göre yönlendirebilen bir istemi
de böylece en temele aldılar tabii tüm bunların merkezinde Siyonist kabalacı
materyalist putperestler vardı.Hepsi zengin ve güçlüydüler artık ve gizli
cemiyetlerde tüm yas ve kanunların üzerinde bir konumda kendilerini
tanımlamışlar artık herkes güçlü ve zengin olan herkes yalnız kalmamak ve bu
pastadan ufak bir pay alabilmek için bizzat evrimci masonik cemaatlere gelip
köle oluyorlardı.
Bu karanlık
odak ise teorik temele evrim teorisini oturttu.Bunu yaymak ve etken halde
tutmak içinde Bilim in gücü ve empatisinden faydalanmayı seçtiler.Din ile
bilimi ayırıp idealist anlayışı baltalayıp gömdükten sonra bilime materyalist
zehri şırınga ettiler.Böylece evrim kanseri bilim dünyasına yayıldı ve tek
realite olarak algı yaratılarak tekel durumuna getirildi.Bunun kontrol
merkezinde de özellikle İngiltere de merkezlenen Siyonist Yahudi masonik
klüplere üye güçlü nüfuzlu ve zengin aileler,devlet başkanları
,politikacılar,askerler,iş adamları..vb yer aldılar. (Nature of Anti-semitism
History of Jewihs in Engeland.)
Temel iş
görme araçları da bilim oldu.Bilim dünyasını çıkarları doğrultusunda kontrol etmeye başladılar.
Evet,Evrimsel
bilim tekeldir ve bu tekelde yer alan medya üniversite kurum ve proflar tamamen
siyonist
yahudi aklı ve sermayesiyle finanse edilip beslenir.Atesitler bu tezgahta fason
olarak üretilirler.Evrime ilk iman şartı olarak kayıtsız şartsız biat eden
Ateizm tüm bunları faydalı ve doğru bir ilerleme ve gelişim olarak görmeye
programlanmış,beyni yıkanmış,algı operasyonları ile zehirlenmiş bilimin tek
güvenilir odak noktası olduğunu inandırılmış mal sürüsüdür.Peki amaç neydi
?görülen bilinen amaç tabii ki Siyonizmdir!Siyonizm tevrata göre vaat edilmiş
topraklar ve Yahudi üstün dünyasını gerçekleştimektir.Aslında vaat edilmiş
topraklar Kudüs merkez olmak üzere oluşuyordu ama aslında tüm dünyayı
kapsıyordu.Buna göre Yahudilik ve Tevrat tek gerçektir.Yahudi üstün değil tek
insan ırkıdır! Bu durumda diğer insan görünümlü varlıklar hayvan seviyesindedir
ve hayvanların bir tanrısı ve dini
olamaz.
Siyonizm
Hareketi, İsrail Devleti kurulduktan sonra ilki 14-30.Agustos. 1951` de olmak
üzere, 23 ten 30`a kadar olan kongrelerini Kudüs`de yapmıştır. Bu kongrelerde
alınan kararlar bugün İsrail`in yürüttüğü politikaların esasını oluşturur.
Kongrelerde alınan en öncelikli kararlar arasında, İsrail devletinin, Siyonist
faaliyetleri gevşetmemesi oluyordu. Ve yine bütün cihanı bu güne kadar idare
eden, büyük bilgin ve önderlerin tuttukları yoldan ayrılmadan “Nusha-i Kübra“
hedefimiz olmalıdır deniyordu. Siyon önderlerinin dünya siyasetinden hiç bir
zaman elinizi çekmeyiniz uyarısını dikkate alarak, “Görünmeyen Güç“ olmaya
devam etmeliyiz deniyordu. Çünkü “Görülmeyen Gücü“ hiç kimsenin yıkamayacağı,
hiçlikten yaratılan İsrail devletinin nihai hedef olamadığı, tanrının
yeryüzünde bize vadettiği cihan hakimiyeti davasına koşarak gidelim deniyor ve bazı
kararlar alınıyordu.
a) Yahudi
halkının İsrail merkez olmak şartıyla birliği ve bütünlüğü.
b)
İsrail`in devlet olarak varlığının devamı ve kuvvetlendirilmesi.
c) Kendi
Aramızda Peygamber idealleri ve adaletinin temeline dayalı bir sulh
uygulanması.
d) İsrail e
Yahudi göçünün hızlandırmak ve yeterli durma getirmek.
e)
Yahudilerin İbranice öğrenmelerini teşvik ve temin etmek.
f) Yahudi
halkının eğitiminin İbrani Dili ile yapılması.
g)Yahudi
ruhu ve kültür değerlerinin korunarak hakların her yerde muhafaza edilmesi
karara bağlanıyor. (The Israeli Holocaust Against the Palestinians by Michael
A. Hoffman.)
Böylece
ateizm de son tahvilde piyasaya konularak algı operasyonlarıyla medya
propagandalarıyla ve evrimle zehirlenmiş materyalist bilim anlayışıyla tüm dünyaya
pompalanmaktadır.İnsanların kitleler halinde ateist olması amaçlanır!Diğer var
olan dinler de buna uydurulur sadece adı kalır!Ateistler amaçlanan
insanlardır.Bir tanrısı ve dini olmayan ve hayvandan geldiğini kabul etmiş
tevrattaki Yahudi olmayan diğer hayvanlar!Ateistler işte böylece fason olarak
üretilirler Yahudi tevrata hizmet ederler ,materyalist yendi dünya düzeninde
hayvanlar gibi birbirini ezmek ve üste çıkmak için her türlü yola baş
vurabilecek hayvan sürüsü !siyonist Yahudi masonlar ise en yüksekte lüks
şatolarda uzun yemek masalarından göbekleri şişmiş halde ellerinde viski
kadehleri şöminelerin başına geçerek atesitlerin hayvan gibi birbirini yiyip
yok etmelerini ve çıkarlarına hizmet edişlerini kahkaha ve alaylarla
izlemektedirler.
Peki
neden?Tüm bunlar neden yapıldı? Şeytan ın amacı buydu çünkü;
İblis
demişti ki;
‘’Azgınlığımdan
ötürü aleyhime hüküm vermene mukabil, ben de, and içerim ki, onları (insanları)
saptırmak için senin doğru muhkem, güvenli yolunun üstünde
oturacağım'‘(Kur’an/Araf-16)
İşte bu
makalemizde bahsettiğimiz putperest materyalizm,faşizm,komunizm,evrim teorisi
ateizm ile gelen savaşlar yıkım ölüm katliam ve zulmün sonucu nedeni budur!Kur
an tek gerçeklik ve bahsettiğimiz insanlık tarihinin en başından beri gelen bu
bozgunculuğa nankörlüğe ve zalimliğe karşı baş kaldıran tek din İslam dır!
KÜNYE