Translate

8 Ekim 2014 Çarşamba

NAYMAN ANA EFSANESİ (Dejenerasyona Karsı Milliyetçi Muhafazakar Durus)





TÜRK-İSLAM GENÇLİĞİNİN DEJENERASYONU İLE EMBESİL BİR TOPLUM AMACI GÜDEN MANKURTLAŞTIRMA TAKTİKLERİNE KARŞI MİLLİYETÇİ MUHAFAZAKAR DURUŞ

Asya nın uçsuz bucaksız sarı-özek bozkırının yerlileri olan naymanların topraklarını işgal etmek için, onlara savaş açan baskınlar düzenleyen Cücenler, bu savaşlarda esirler ele geçirirler. Bu esirleri normal bir insanın dayanamayacağı işlerde kullanmak isterler. Daha önceleri ele geçirdikleri esirler, hem esareti kabul etmemeleri hemde bu işlere dayanamayıp baş kaldırdıklarından, Cücenler yeni bir yönteme başvururlar ve bu yöntem, insanlık tarihinin tartışmasız en vahşi olayıdır.

Cengiz Aytmatov un romanlarıyla literatüre giren ve tüm dünyanın böylece haberdar olduğu bu yönteme mankurtlaştırma denir….bu acımasız yöntem aynı zamanda bir efsaneyi doğurmuştur..bu efsaneye Nayman Ana efsanesi denir…bu efsanede anlatılmak istenen ana fikir,günümüzde faşist ve işgalci ülke ve yönetimlerin,harici ve dahili hainlerin nasıl insanları milli manevi değerlerinden kopardığını ,uygulanan yöntemlerin kafa yapısının benzerliği ve özellikle Türk-İslam gençliğinin çağdaşlık ilericilik yalanlarıyla nasıl zihnine, tarihine dek sömürüldüğüne dair gerçekleri de ortaya koymaktadır…


  





MANKURTLAŞTIRMA YÖNTEMİ VE HAİN AMACI

Ele geçirilen esirlerin başları tıraş edilir ve tek tel kalmamış bir hâle getirilir. O sırada, orada kesilen devenin taze derisinin boyun kısmı ile saçları tıraş edilen kölenin başı sarmalanır. Sonra ,esirlerin dayanılmaz acıdan dolayı attıkları çığlıkları duymamak ve deve derisinin nufüzunu ve kafa derisiyle kaynaşmasını kolaylaştırmak için, esirler uzak yerlerde kızgın güneşe bırakılır. Etrafı çevrilmiş saç, dışarı doğru değil, beyne doğru uzadıkça esirin kafatasının içi saç tutamlarıyla dolar,deve derisinin kafa derisine yapışması nedeniyle dışa doğru uzayamayan saçlar tersine dönüp içeri doğru uzar ve beyne batarak beyni sıkıştırır, esir zihnini ve hafızasını kaybeder. Bu uygulamalarda çoğu esir acı içinde kıvranıp ölür, kimi esirler salt cüssesiyle kalır. İşte bu kalanlar, Cücenler için büyük bir servet, eşsiz bir kazançtır. Bir mankurt on normal köleye eşittir, bir mankurt öldürmenin cezası, bir normal canla ödenir.



kimsenin yapamayacağı işlerde kullanılan bu mankurtlar, sadece beden olarak vardır ve sadece sahibi onlara söz geçirebilir. Sahibinin sözünden çıkamadığından, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilemediğinden, sahibi için hiçbir tehlike arz etmez. Ayrıca atasını, anasını, yurdunu ve tarihini, bir daha hatırlamamak üzere unuttuğu için; bir mankurt anasına, atasına, çocuğuna kavuşmak istemez.O artık, her haliyle bir yabancıdır ve sahibinden başka herkes için tehlikedir. O kadar ki bir mankurt, kendisi için yüreği yanan annesini gözünü kırpmadan öldürebilir. Nitekim, öyküde bir mankurt olan Colaman, kendisini yıllarca düşünen ve yıllar sonra bulan Nayman ana'yı, gözünü kırpmadan öldürmüştür. Bunun tek sebebi, annesinin aklını çelmek istemesi üzerine, Colaman'ın efendisinin sözünden çıkma korkusudur.


                                        


Cengiz Aytmatov "mankurt" kavramını şahane bir öykünün arasına yerleştirmiş ki çağın da en büyük sorunlarından birine ışık tutmuş. Bu olay, katliamlardan, soykırımlardan daha acımasız ve vahşicedir. Bir insanın hafızasını elinden almak; bir insanın anılarını, tarihini, atasını, anasını zihninden silmek!..


                                   


Bugün daha büyük amaçlarla, mankurtlaştırma taktiği kullanılıyor. Yani "artık öyle şeyler yok" demek bu konuda düşülecek en büyük yanılgı olur. Hatta bu yanılgı, kişiyi mankurt olmaya da götürebilir. Çünkü mankurt olmamak için kişinin algılarını açık tutması, zihninin uyanık olması gerekir. Zira mankurtlar nasıl ve ne şekilde mankurt olduklarını bilmez, mankurt olduklarını da asla kabul etmezler.




Mankurtların genel özelliklerine baktığımızda; kimliklerinin olmadığını, milli mensubiyetlerinin belirsiz olduğunu,azınlıklara ve yabancılara yakın durup onlarla birlikte hareket ettiğini,milli – manevi değerlere alternatif yapay olgulara sempati beslediklerini,yaptıkları işleri düşünmeden, mantığa oturtmadan yaptıklarını görüyoruz. İçi boşalmış kavramların ortasında, boş bir hayat sürerler, Yaptıkları hiçbir iş kendi akıllarını ürünü değildir ve hayatlarının hiçbir karesinde orijinal bir milli öz yoktur. İşleri hep ezberdir. Ruhlarını da yitirdiklerinden dolayı, onlara "sadık köpek" yakıştırmasını yapmamız da yanlış olmayacak. Sahiplerine koşulsuz bağlılıklarını da en iyi bu yakıştırmayla anlatmış oluruz.

Milli bilinç yoksunu, beynini yıkayan sahibine hayranlık besleyen ve bu hissiyatla kendi milletine ve değerlerine savaş açan mankurtlar etrafımızda istemediğimiz kadar var. "sahibine hayranlık" kavramı yerini zamanla itaat etmeye bırakır. Kişi haberi olmadan sahibinin kültürüne kayar ve onların istediği gibi düşünür ve yaşar, onlar gibi konuşur, o yapay topluma kendisini adapte etmeye çalışır. Buna karşın kendi kültürüyle çatışır ve kendi kültürünün düşünceleriyle, kendi milletinin konuşmasıyla, kendi toplum yapısıyla savaşır hale gelir.Dedesinin, nenesinin konuşmasıyla, düşünceleriyle ve yaşayış biçimiyle dalga geçenler; milli kültürden, milli kahramanlardan, milli tarihten,törelerden,inançlarından bahsedenlere boş gözle bakanlar ve bu bahseden kişileri gezmek, tozmak varken bu meselelerle uğraştıkları için uçmuş olarak niteleyenler de ,yobazlıkla suçlayanlarda bu mankurtlardan başkası değildir.







Millet olarak siyasi, sosyal sebeplerle inanılmaz savaşlar vermiş, inanılmaz kayıplar yaşamış; tarihin en büyük kahramanlarını çıkartmış, dünyaya hükmetmiş; bilim ve ilim alanında büyük adamlar yetiştirmiş ve bu konularda önemli yol kat etmişiz. Buna rağmen milli konulardan uzak olmak, toplumsal olaylara tepki vermemek bir mankurtluk belirtisidir. Bu mankurtlarda milli hafızanın yok olduğunun da kanıtıdır. Tarihimizi,kültürümüzü,maneviyatımızı ve milletimizi küçümsemek ancak aklı elinden alınmışlara mahsustur.

Aile içi sorunların çoğalması, bir çocuğun ana-babasını öldürecek kadar gözü dönmüş olması milli gelenekte yeri olmayan bir durumdur ve insanlık dışıdır.Uyuşturucu ve alkol bağımlısı,cinsellik düşkünü yaşamın gidişatından ve gelecekten zerre kaygı duymayan ve bunları düşünmeyi reddeden,günlük çıkarlarının derdine düşmüş bir insan, zihinsel yetisi elinden alınmış bir mankurt değil de nedir?



küçücük dünyalarında, gerçeklerden uzak, ucuz bir sevdaya kapılmış, sonu olmayan davaların peşine düşmüş, benliğinden uzaklaşarak kendini el kapılarında arayan ve bütün dünyayı bundan ibaret sanan,böyle olmakla çağdaş ilerici olduğuna inanmış bir çocuğa hangi ananın, atanın yüreği yanmaz?

bu durumda, çağlar öncesini anlatan öyküdeki mankurtla bugünkü mankurtun arasında bağ kurmak gerekir ki, büyük benzerliklerin olduğu aşikardır. hatta aradaki fark, mankurtlaştırma yönteminden ibarettir. yani farklı yollardan gidilmektedir. Dün türlü işkenceler kullanılırken ,bugün medyanın başını çektiği sosyolojik, psikolojik yöntemler kullanılıyor.







ve... mankurtların en acınası yanı, mankurtluğun tedavisinin olmamasıdır. Öyküde aklını çelecek olan nesneyi göz kırpmadan -bu bir anne de olsa- yok eden mankurt, günümüzde kendilerini tedavi edecek olan "düşünme" yetisini kullanmaktan itinayla kaçarlar ve kendilerini düşünmeye sevk edecek şeyleri savuştururlar. Çünkü düşünmek onlar için çekilecek bir eziyet değildir. Yani kendilerine soru yöneltmekten ve yöneltilmesinden nefret ederler. Kendisini eleştirenleri sevmezler. Sizin söylediklerinizi bir zehir olarak karşılarlar ve bu sözleri kafalarını kiraya verdikleri,beyinlerine dikta edilmiş kalıplaşmış –izmlerle cevaplamaya çalışırlar. Tedavi için ilk önce hastanın tanıya inanması gerekir, oysa mankurtlar mankurt olduklarını asla kabul etmezler.






Nayman ana "ah,oğul,ah" diye ağıt yakıyordu, bir daha asla dönmeyecek oğluna. Karşısında duruyordu çocuk, özlemle dolu yıllardan sonra onu kızgın bozkırda deve güderken bulmuş ve oğlu söylenenlerde olduğu gibi; adını, atasını, anasını, yurdunu tanımıyordu. Hatırlatmak için verdiği bütün uğraş boşunaydı ama ana yüreği ne etsin, dayanamaz!

Aslında sadece ana baba değil, düşman elinde kendi milletine düşman olan bu mankurtlara millet olarak yanmaktadırlar.







NAYMAN ANA EFSANESİ

Kırgız ve kazak Türklerinden oluşan nayman kabilelerine sıkça saldıran Cücenler, bir gün bir Kırgız köyüne baskın Düzenler ve Nayman ana nın 19 yaşındaki oğlu Colaman ı esir ederler…


 


Bu ayrılığa dayanamayan Nayman ana oğlunu yıllarca aramış fakat bir iz dahi bulamamış.Acısını yüreğine gömmüş,gözü gökte yıllar yılı beklemeye başlamış.Derken bir gün bir tüccar tesadüfen Nayman ana'nın misafiri olmuş.Misafir yemiş içmiş,havadan sudan konuşulmuş.Derken develerden ve deve ticaretinden söz açılmış.Tüccar deve otlatan yiğit ve yakışıklı bir köleden söz açmaya başlamış ki, Nayman ana hemen kulak kesilmiş, sezdirmeden dinlemiş ve karar vermiş ki bu kendi oğlu.

Nayman ana,Ak maya adlı devesini hazırlamış,yanına katık almış ve yine hiç kimseye sezdirmeden bozkırın yolunu tutmuş.Onlarca deve sürüsünü görmüş,çobanları uzaktan incelemiş ama oğluna bir türlü rastlayamamış.Tam umudunu kesmek üzereyken büyük bir deve sürüsüne rastlamış.Çobanı uzaktan uzun uzun gözlemiş ve anlamış ki bu çoban onun oğlu Colaman.Devesini sürüdeki develerin arasına bırakmış ve oğlunun yanına gitmiş.Oğlunun gözlerinin içi ifadesizmiş.Kafasında sıkı sıkıya duran o deve derisi ve çevreye ilgisiz bakışları hemen dikkat çekiyormuş. Nayman ana ısrarla oğluna kendisini tanıtmaya çalışır. Ona adını, kendi adını, babasının adını boş yere tekrarlayıp durur. Ama oğlu geçmişine ilişkin en ufak bir şey hatırlayamamaktadır. Birkaç gün daha oğluna geçmişini hatırlatmak için yanına kadar sokulan Nayman ananın her seferinde oğluna söylediği şudur:”senin atan (baban) Dönenbay. sen Dönenbay’ın oğlusun!”




Günlerce uğraşmış ve bir gün az daha yakalanacakken canını zor kurtarmış.Bakmış ki bu iş böyle olmayacak bu kez oğlunu kaçırmaya karar vermiş.Fırsatı bulunca tekrar oğlunun yanına gitmeye yeltenmiş.Ona uzaktan bağırmış,gel demiş,ama çocuk hiç aldırmamış.Çünkü sahipleri ona ok ve yay verip yanına gelen kadını vurmasını emretmişler.Çocukta öyle yapmış.daha yanına yaklaşmadan yayı germiş ve kadını nişan almış.Nayman ana sol böğründen yaman bir ok darbesi almış,devesi ak maya'ya tutunmak istemiş ama başaramamış.Devenin üstünden yere düşmüş. Söylenceye göre zavallı Nayman ananın ruhu bir kuş olur ve sürekli olarak Cücenlerin mankurtlaştırdığı biricik oğlunun başının üstünde durmadan döner. Dönerken de sürekli olarak “senin atan Dönenbay! senin atan Dönenbay!” diye tekrarlayıp durur. bundan ötürü o kuşun adına “Dönenbay” kuşu demişlerdir….Nayman ana'nın öldürüldüğü yer bugün hala var olan ana - beyit mezarlığıdır.





Derler ki Dönenbay kuşu Kağızma'da öten İshak kuşu gibi hala ötüp durmakta imiş kırgız bozkırlarında.
Nayman ana hasretle kavuştuğu oğlunun kendisini tanımamasından dolayı burkulan kalbiyle şu ağıtı yakmıştır;

ah oğul!

düşmanlar belleğini kökünden söküp attıkları, başına deve derisi sararak kuruyan derinin yavaş yavaş büzülmesiyle, kerpetenle ceviz kırarcasına beynini sıkıştırdıkları kafana görünmeyen bir çember geçirip, kanla karışık korku gözyaşlarıyla yuvarlaklarını dışarı fırlattıkları ,sarı özekin dumansız ateşinde ölüm öncesi susuzluğun seni canından bezdirdiği ,dudağını ıslatacak bir damla suyun gökten düşmediği zaman ,herşeye yaşam veren güneş, senin için dünyadaki ışıklar arasında karanın karası, kötünün kötüsü, gözlerini kör eden bir ışık olmadı mı?



ah oğul!

sen acıdan kıvır kıvır kıvranırken, avaz avaz çığlıkların bozkırda yankılandığı, geceler-gündüzler boyu çırpınarak ,haykırarak Allah a seslendiğin gökyüzünden umutsuzca yardım beklediğin kahredici azaplar sonunda boşalan kusmuklar, ıstırap kasılmalarıyla gövdenden dışarı akan pislikler, irinler içinde debelendiğin, bu pis kokular arasında bir yandan sinekler yer, bir yandan yavaş yavaş aklını yitiririken tükenip gittiğin zaman, hepimizi yaratan, yarattıktan sonra da dünyada kendi başımıza yürüten Allah ı, kalan bütün gücünle lanetlemedin mi?

ah oğul!

karanlığın örtüsü,işkencenin sakatladığı aklını ağr ağır dışarıya kapadığı zorla elinden alınan belleğin geçmişle bağlantısını geriye dönülmez bir şekilde kopardığı yaban hayvanları gibi çırpındığın sırada, annenin bakışını ,yaz günleri oyun yerin olan dağın dibindeki akan derenin şırıltısını, unuttuğun harap olmuş bilincinde, kendi adın babanın adı kayıplara karıştığı, aralarında büyüdüğün insanların yüzü, sana utangaç utangaç gülümseyen kızın adı, zihninden silinip gittiği, anımsamamanın uçurumuna yuvarlandığın zaman seni karnında filizlendiren, sonrada böyle bir gün için dünyaya getiren annene lanetlerin en büyüğünü yağdırmadın mı?


                                              


İşte Cengiz Aytmatov da özellikle eserlerinde ısrarla kullandığı böylece tüm dünya edebiyatında yer etmiş mankurtlaştırma operasyonu ve Nayman Ana efsanesiyle siyasi bir duruş sergilemiştir…Bu duruş Tabii ki Milliyetçi-muhafazakar bir duruştu…Hedefinde ise, o coğrafyanın vebası,komunist rus emperyalizmi ve Türk-İslam gençliği üzerindeki dejenerasyonu vardı…Ruslar birçok Türki devlet ve halk gibi kırgızlarıda sömürgesi altına almış komunizm belasını yaymak ve Kırgız Türk-İslam gençliğini rus emperyalizmine baş kaldıramayacak hale getirmek amacıyla İslamdan,törelerden,Türk kültüründen koparmak amacı güden ve bir robota benzetmeye çalışan mankurtlaştırma operasyonuna girişmişti…

Rus emperyalizminin yoğun baskısı altında kalan Aytmatov un çalışmaları Sovyetlerin dağılması ile başta çok sayıda Türki cumhuriyetin bağımsızlığını kazanmasıyla anlam kazandı….fakat,diğer Türki cumhuriyetlerde de olduğu gibi Kırgızistan da gençlik halen daha İslam ı ve Türk kültürünü yaşamayı bilmiyor…Rus kültürünün etkisinden kurtulmuş değildir ve yönetiminde halen daha rusyanın etkisi sürmektedir…Bu durumda mankurtlaştırma faaliyetinin Efsanede de anlatıldığı gibi geri dönülmesi zor ve onarılamaz yıkımını gözler önüne sermektedir…



Tabi ki Türk ulusu, Cengiz Aytmatov un o nayman kabileleri gibi basit göçebe topluluklar olarak kalmadı….İslam ın ortaya çıkması ve yayılmasıyla Allah, Türk ü İslam ile şereflendirdi …Onu ordusu,İlahi adaletinin kırbacı haline getirdi….Türk töresi,Türk Külürü,Türk kanı İslamla anlam kazandı ,İslam da kendini buldu ve bunun sonucunda büyük medeniyetler ve dev zaferler kazanıldı….İslam,Türklüğü onu parlatan ve aydınlatan bir çerçeve gibi sardı…tabi bunlar yaşanırken ,mankurtlaşma da bu geçiş sürecinde geri kalmadı,Aksine sınırlarını ve etkisini genişletti ,Slavlaşıp Ruslaşarak kimliklerini kaybeden nice türk kavimleri tarih oldular… doğuda bunlar olurken batıda Bulgarlar Macarlar gibi kimi türk kabileleri Allah ın nuruna sırt çevirdiler…Hristiyanlaşıp Avrupalaştılar…doğal olarak mankurtlaştılar ve bırakın türk kimliğini kaybetmeyi Aynen Nayman ana yı öldüren oğlu gibi birer Türk düşmanına dönüştüler….


                                      


Neredeyse tam anlamıyla bağımsız kalabilen tek Türk ülkesi olan Türkiye de ise medya ,azınlıklar ve dejenere kesim in nerden geldiği belli olmayan büyük paralar ve imkanlarla, emek harcadıkları propogandalar ve kadrolaşmalarla yaymaya çalıştığı Türk-islam gençliği üzerindeki yoğun mankurtlaştırma ve statükoya hizmet eden embesillere, beyinsiz zombilere dönüştürme çabası ile hain emellerine bir nebze ulaşmışlardır…. şeref,onur,namus, adalet,merhamet,dostluk,yardımseverlik, Allah sevgisi,Peygamber sevgisi, vatan sevgisi,şehitlik onuru….vb. erdemleri içinde barındıran Türk töresi ve İslam maneviyatı, içki,kumar masalarında serbest aşk ve çağdaşlık masallarıyla unutturulmak istenmiş,Türk gençliğini de kendilerine benzetip kendi hain emellerinin ve çıkarlarının birer kölesi olan embesillere dönüştürmek hedefini gütmüşlerdir….Türk-İslam ordusunun ve şehitlik kavramının,Şanlı tarihimizin,şerefli kültürümüzün,kutsal inancımızın içi boşaltılıp etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır….












Biz tüm bu gerçeklerle ve sahip olduğumuz Türk-İslam ruhu ile örgütleneceğiz ve mankurtlaştırılmaya çalışılan Türk gençliğini uyandıracağız…bunu yapmaktayız ve başarı da kazanmaktayız….biz şanlı Türk gençleri ,kurtuluş savaşı vermiş tüm dünyayı dize getirmiş şerefli Türk evlatları ,3- 5 leş kargasına boyun eğeceğimizi mi sanıyorlar…Türk gencini mankurtlaştırmaya çalışan hainlerin kökünü kazıyacağız…Kazanan her zaman olduğu gibi,bu Vatanın varlığının tek nedeni ve Bu ülkenin sahip olduğu tek gerçek, genç ve güçlü dinamiği olan milliyetçi muhafazakar Türk- İslam cephesi olacaktır….Kazanan Türk – İslam Ruhu olacaktır…Kazanan Türkiye olacaktır….











Şanlı Türk gençliği sonsuza dek yaşayacak…Türk – İslam ruhu sonsuza dek var olacak…











KÜNYE

Tür;Arastırma,deneme,makale
İçerik;Politik,Tarih,edebiyat
Kaynak; C.Aytmatov- Nayman Ana Efsanesi
Dönem;Şubat 2008
Güncelleme; Yok 

27 Temmuz 2014 Pazar

KAVGAM - ADOLF HITLER



Bu kitabı 2005 yılında bir yaz akşamı sokakta dolaşırken yerde ufak bir kitap sergisi açmış işportacıdan 5 lira karşılığında almıştım.Fazla çeşit yoktu.İçlerinden seçip aldığım o an ilgimi çeken 2 kitaptan biriydi.

Kitap, Hitler in Avusturya ve Almanya da geçen gençlik yıllarındaki zorlu yaşamını,o zamanki dünyasını,anılarını,görüşlerini,çevresini ve izlenimlerini anlatan roman tadında bir politik biyografidir.
Daha hiç tanınmayan fakir bir gençken,1. dünya savaşında yenilmiş Almanya nın ekonomik çöküşüyle gelen toplumsal patlamanın yaşandığı yıllardaki ilk sokak hareketleri esnasında yakalanıp atıldığı kısa süreli nezaret döneminde ,hapiste bu kitabı yazmış.Tabii ki daha ilk gençlik yıllarını yaşayan ve vizyonu sokaklardan ibaret olan bu adamın görüşleri de öyle büyük planlar, startejiler,komplolar,olaylar içermiyor.Yer yer duygusal,yer yer öfkeli ve yer yer mantıklı cümleler kurmuş.Kitabı okurken, bazı cümleleri onaylayıp bazı cümlelere karşı çıkmanız doğal.

Bu kitabı okuduktan 1 hafta sonra, önce gazetede sonra tv haberlerinde Avrupalıların yaptığı ‘Türk gençliği nin en çok okuduğu kitaplar’ diye bir araştırmadan bahsediyorlardı.Türk erkekleri Hitler in kavgam kitabını,Türk kızları ise melissa p. adlı bir kaltağın cinsel fantezilerini yazdığı adını hatırlamadığım bir kitabı okuyormuş.
Buradan Türk erkeklerini eleştiriyorlardı; yok efendim faşist, ırkçı ,Yahudi düşmanı kitabı okuyorlar diye.Kızlara bir şey diyen yoktu tabii.



Ben bu kitabı okumakla ne faşist oldum, ne ırkçı.Yahudilikten kasıt Siyonizmse eğer buna her zaman karşıydım zaten.Ben çöküşün ortasındaki genç bir insanın o ana kadar ki olan yaşamını ve düşüncelerini okudum.Avrupalıların ve ülkemizdeki bazı lavukların düşüncelerden korktuğu gibi korkmam, ben farklı yada karşıt düşüncelerden kaçmam.En azından Hitler in kavgam kitabı, kezbanların ve Abazanların elden ele gezdirdiği melisa p kitabından 10 kat daha şerefli ve anlamlı bir kitap.Bu kitabı okuduğum için asla pişmanlık duymuyorum ve gururla bu blogda ‘okuduğum romanlar’ olarak paylaşıyorum.

KÜNYE

Tür;Sanat,Edebiyat,Roman
İçerik;Politik,Tarih,Biyografi,Tanıtım
Kaynak;Okuduğum Romanlar
Dönem;Şubat 2005
Güncelleme; Yok 

19 Temmuz 2014 Cumartesi

GARBAGE – ONLY HAPPY WHEN İT RAİNS (BEN YALNIZCA YAĞMUR YAĞDIĞINDA MUTLUYUM)






KÜNYE

Tür;Sanat,Müzik,Rock/Metal
İçerik;Klip,Şarkı sözü,Türkçe Çeviri,Tanıtım
Kaynak;Dinlediğim Şarkılar,METALLIUM 2009
Dönem;Eylül 2009
Güncelleme; Yok 

26 Haziran 2014 Perşembe

MARTYRS - İŞKENCE ODASI

MARTYRS -  İŞKENCE ODASI - ŞAHİT





Tarih:2008 Tür: Dram/Gerilim/Gizem Süre: 97 dk. Yönetmen: Pascal Laugier Görüntü Yönetmeni:Stéphane Martin,Nathalie Moliavko-Visotzky Müzik: Alex Cortés,Willie Cortés,Seppuku Paradigm Senaryo: Pascal Laugier

Konusu;70’li yıllarda bir genç kız vücudu yaralarla doğranmış halde bir evden koşarak kaçar ve bir yola çıkar.Film bu sahneyle başlıyor.Yolda bir müddet koştuktan sonra düşen kızı sonunda bulup hastaneye kaldırıyorlar yaraları iyileşiyor psikolojik destek falan alıyor.Yaklaşık bir 15 yıl geçiyor bu arada. Her şey düzeldi derken kız o eve geri dönüyor ve insanı sarsan unutulmaz bir katliam sahnesi yaşanıyor.Sonra film yine farklı bir yöne dönüyor gizli bir kapı ve ardından acımasız ritüellere sahip felsefi bir akıma kapılmış bir tarikat işin içine giriyor ve beklenmedik bir sona doğru akıyor film.



Beğeneni kadar beğenmeyeni de çok olan bir film.Bu da filmin herkesin izleyebileceği bir film olmamasından ötürüdür.Keza çoğu sahnesi kanlı ve vahşet doludur bunu da herkes kaldıramaz.Ayrıca kan,vahşet,psikoloji,felsefe,Tarikatlar ve ölüm gibi bir çok sansasyonel olgu filmde harmanlanmış ve bu durumda çoğu kişinin bu bağlantıları çözememesine neden olmuştur.Fakat bunların hiç birisi Türkiye de ‘işkence odası ‘ olarak geçen aslında ‘Şahit’ anlamına gelen ‘Martyrs’ adlı bu etkileyici ve sıra dışı filmi kült olmaktan çıkaramamıştır.Film sahneleri nedeniyle +18 kategorisindedir.Fakat hangi yaşta olursa olsun içeriğini kaldıramayanlar için uygun değildir.

Oyuncular: Morjana Alaoui(Anna Assaoui), Mylene Jampanoi(Lucie Jurin), Catherine Begin(Mademoiselle), Robert Toupin (baba),Patricia Tulasne (Anne)



KÜNYE

Tür;Sanat,Sinema,Kült Film
İçerik;Film tanıtımı,İzlenimler
Kaynak;İzlediğim Filmler,Fan Clup,Tanıtım
Dönem;Kasım 2009
Güncelleme; Yok 


22 Haziran 2014 Pazar

ANNELİESE MİCHEL'İN KORKUNÇ HAYATI


ANNELİESE MİCHEL'İN  KORKU FİLMLERİNE KONU OLAN GERÇEK HAYATI



1952 doğumlu Anneliese'in mutlu yaşamı; 1968 yılında bir gece, kendini kontrol edemediği bir şekilde kasılırken bulduğunda tamamıyla değişir. Psikiyatristler sürekli devam eden bu olağan üstü krizlere "epilepsi" teşhisi koyarlar.



1970-1975 yılları arasında ataklar sıklaşır ve Anneliese gündelik yaşamında da şeytani görüntüler ve hayaller görmeye başlar. Aynı zamanda koyu katoliktir ve bir süre sonra ruhuna şeytan girdiğine inanmaya başlar. İblislerin kendisine emirler verdiğini doktorlara anlattığında doktorların ve verdikleri ilaçların kendisine yardımcı olamayacağını anlar.

1973 yılında katolik kilisesinden "şeytan çıkarma" işlemi için izin istenir. Kilise buna izin vermez ve medikal tedavinin devam etmesi gerektiğini belirtir. Ancak ataklar artarak devam eder ve 1974-1975 yılları arasında kliseye defalarca başvuru yapılır. Klisenin tavrı nettir. Anneliese'nin daha dindar bir yaşam sürmesi gerektiğini söylerler.

Ataklar sırasında Anneliese'nin kendine ve ailenin diğer fertlerine zarar vermeye başladığı, karınca ve örümcek yiyerek beslendiği ve yemek yemeyi reddettiği 1975 yılının son baharında Almanya Katolik Klisesi sonunda "The Great Exorcism"in uygulanmasına izin verir ve bu iş için iki rahip atar.




1975 Eylül- 1976 Temmuz ayları arasında "şeytan çıkarma" seansları haftada 1 ya da 2 kez olmak üzere gerçekleştirilir. Bu arada Anneliese hiç bilmediği bir dilde konuşmaya başlamıştır. Kesinlikle yemek yemez, iblislerin buna izin vermediğini düşünür. ilac ile uyutulup yiyecek verilebilmektedir.. aliesinin evinde kalan annaliese kriz anlarında bağırmaya başlayıp evin içinde çırıl çıplak koşturmakta, kendi çişini içmekte,örümcek ve dışkı yemekte, anlaşılmayan lisanlarda ve ses tonlarında konuşmakta, yer yer kendine zarar vermekteydi.. bazı durumlarda 2 ya da 3 erkek güçlükle zapt etmeye başlamıştı... bu arada seanslar devam ediyordu.. haliyle psikolojisi de iyice kötüleşmişti.. duvarın karşısında günde 600-700 defa arka arakaya diz çöküp kalkıyordu ki bu yüzden dizleri parçalanmıştı..
rahipler bu ara seansları hep kaydettiler.... son seans 30 haziran 1976'da oldu.. 




daha sonra...ataklar azalmaz. Hatta zaman zaman kısmi felç geçirir. Daha öncekilere oranla daha kendini bilmez şekildedir. Medikal tedaviye son verilmiştir. Seansların detaylarını saklamak amacıyla seanslar ses kasetlerine kaydedilmiştir. yaklaşık 40 ses kaseti dolmuştu…

Son "şeytan çıkarma ayini" 30 Haziran 1976'da gerçekleşmiştir. Bu sırada Anneliese zatüreeye yakalanmıştır. Vücudu tamamıyle halsiz kalmıştır. Ayinler sırasında obsesif şekilde yaptığı hareketleri bile yapamaz durumda bulur kendini. Annesi Anna Michel kızının ölümünü ertesi gün, 01 Temmuz 1976'da kaydeder. 1 temmuz öğle vakti anna son nefesini verir.Otoritelere haber verilir ve savcı hemen konuyu soruşturmaya başlar.



Ailesi ve rahipler hakkında dava açılır. Ölüm sebebi açlıktır. Dava Avrupa'da uzun süre ses getirir. Doktorlar, rahipler, ses kayıtları dinlenir. Psikologlara göre bu durumun sebebi genç kızın ailesi ve rahiplerdir. Anneliese'yi farkında olmadan yanlış etkilemeleri sonucu ölümüne sebep olmuşlardır. (Doctrinaire Induction) kısaca rahipler ve ailesi zaten epilepsi hastası olan kızı belki de farkında olmadan etkilemişlerdi.. yaptığı hareketlere sebep çıkartmışlardı ve zaten gayet katolik olan kızcağız da bu sebebe bağlanmıştı. Sonunda aile ve rahipler suçlu bulunup, 6 ay ceza almışlardır.

Daha sonra Alman Katolik Kilisesi bir açıklama yapmış ve Anneliese'nin vücuduna şeytan girdiğini yalanladı. Bu açıklamanın ardından Katolik klisesi "şeytan çıkarma" ayini ve kurallarını tanımladığı "Rituale Romanum"u incelemeye aldı. 1999 yılında Kardinal Medina Estevez, Vatikan'da gazetecilere 1614 yılından beri Katolik klisesi tarafından kullanılan "Rituale Romanum"un yeni versyonunu sundu. Yeni adı De exorcismis et supplicationibus quibusdam (of exorcisms and certain supplications) olan yeni döküman "exorcism" ve kurallarını Katolik Kilisesi için yeniden tanımlamış oldu.



Anneliese Michel

1952-1976 yılları arasında Almanyada yaşamış olan bu genç kız kilise görevlerini düzenli yerine getiren bir katoliktir. Hikayenin devamı hepinizin bildiği gibi İçine şeytan girdiğini düşünmüş işe yaramayan psikiyatrik tedavilerden sonra tedavileri bırakıp kendini rahibe teslim etmiş ve uzun süre şeytan çıkarma ayinlerine devam etmiştir. Ölmeden önceki gün ertesi gün öleceğini ama önemli olmadığını artık huzur bulduğunu söylemiştir.
Rahibe karşı ilaçları bıraktırması sebebiyle ölümüne sebebiyet verdiği gerekçesiyle dava açılmıştır.
Gerçekleştirilen ayinlerin çoğu kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtlarda Anneliese in çıkardığı sesler inanılmazdır. Aynı anda 7 den fazla farklı sesi çıkarabilmekte hiç bilmediği dillerde konuşabilmektedir. psikiyatrik rahatsızlıklarda hasta kriz anında yaptıklarını hatırlayamazken Anneliese olanları kriz bittiğinde en ince ayrıntısına kadar hatırlıyabilmektedir. Durumu ilerlediğinde yalnızca böcek yemeye başlamıştır





"Biliyorum ki doğru şeyi yaptık, çünkü ellerinde İsa'nın işaretini gördüm. Stigmatalar oluşuyordu, bu Tanrı'dan şeytanları kovalım diye bir işaretti. Anneliese diğer kayıp ruhları kurtarmak için öldü, onların günahlarının kefaretini ödemek için."

Soru : Anneliese'de ne zaman garip belirtiler ortaya çıkmaya başladı?
1968 yılında, 17 yaşında hala lisedeyken, Anneliese geçirdiği kovülsüyonlardan (kasların kasılması) dolayı acı çekmeye başladı. Mahkeme kayıtlarına göre Anneliese'in ilk epileptik nöbeti 1969'da gerçekleşti. Wurzburg Psikiyatri Kliniğinden bir nöroloji uzmanı Anneliese'e "Grand Mal" epilepsi teşhisi koydu. (Bilinç kaybı falan filan kaynaklı hastalıkmış) Bir süre sonra Anneliese ibadet sırasında (dua okurken) şeytanla alakalı kötücül halisinasyonlar görmeye başladı. Ayrıca lanetlendiğini söyleyen sesler de duyuyordu. Yine mahkeme kayıtlarına göre 1973'te Anneliese depresyona girdi ve intiharın eşiğine geldi. 1975 yılında Anneliese'in ele geçirilmiş olduğu kanısına varıldı ve ailesi doktorlardan yardım almayı reddetti. Bunun yerine sadece şeytan çıkarma ayinlerine odaklandılar. Ama Anneliese'in belirtileri şizofreniyle karşılaştırılmış ve tedaviye cevap verebilme olasılığı varmış …

Soru : Anneliese'i ilk kim ele geçirilmiş diye teşhis etti?
İlk doğrulanmamış teşhisler Anneliese'i kiliseye (muhtemelen kilise tarz bir yere) götüren yaşlı bir kadın tarafından yapıldı. Anneliese İsa'nın resimleri önünden geçmekten çekiniyor, kutsal sudan içmeyi reddediyordu. Ayrıca kadın, Anneliese'in berbat korktuğunu da söylüyordu. Yakın bir kasabadan bir exorcist (dua okuyarak kötü ruhları kovan kişi) Anneliese'in şeytani bir şekilde ele geçirildiğini açıkladı. İlk iki talepleri reddedilse de sonunda şeytan çıkarma ayin talepleri Başpapaz tarafından kabul edildi.



Soru :Anneliese Michel gerçekten filmdeki gibi (Emily Rose'dan bahsediyor) kötü ruhların yüzlerini gördü mü?
The Washington Post gazetesine göre Anneliese, etrafındaki insanların ve diğer şeylerin üzerinde şeytani ruhların yüzlerini görmeye başlamıştı.

Soru : Anneliese hangi şeytani ruhlar tarafından ele geçirilmişti?
Anneliese, içlerinde Lucifer, Judas Iscariot, Nero, Cain, Hitler ve Fleischmann'ın da olduğu bir kaç ruh tarafından ele geçirilmişti Frankish Papazı'na göre. Ayrıca Anneliese'in belirttiğine göre başka bir kaç lanetlenmiş ruh da kendini Anneliese'e göstermişti.

Soru : Anneliese Michel'in ölümünde kimler suçlu bulundu?
2005'teki The Exorcism of Emily Rose filmindekinin aksine sadece bir kişi değil, dört kişi suçlu bulunmuştu. (İhmalden dolayı ölüme sebep olmak suçundan) Peder Arnold Renz, Papaz Ernst Alt ve Anneliese'in annesi ve babası. Dördüde altı ay hapis cezasına ve üçer yıl gözaltı cezasına çarptırıldılar.



Soru : Anneliese'in 1973'teki The Exorcist filminden etkilenme (aslında taklit etme) ihtimali var mı?
1974'te The Exorcist filminin gösteriminden 2 yıl sonra Anneliese'in kaydedilmiş seslerindeki havlama, hırlama ve kendi vahşi sesi her ne kadar filmdeki Linda Blair'ın çıkardığı seslerle benzerlik gösterse de daha soğuktu. Bunun nedenini ise bazıları, Anneliese'in basitçe filmden gördüklerini taklit etmesine bağladılar (tabi Anneliese filmi izlediyse...) Avrupalı bazı psikiyatristler, filmin gösterildiği dönem sonrasında bu gibi taklitlerin hastalar arasında çoğaldığını söylemişlerdir.

Soru : Anneliese'in başka anormal davranışları nelerdi?
Anneliese, kendi idrarını yerde yalamak gibi, sinek, örümcek, kömür yemek gibi aşırı derecede rahatsız edici davranışlar sergiliyordu. Bunlardan bir diğeri de ölü bir kuşun kafasını ısırıp koparmaktı. Bir keresinde ise tam 2 gün boyunca bir masanın altında köpek gibi havlamıştı. Çoğunlukla saatlerce çığlık atıyordu. Ama en geneli elbiselerini parçalayıp yere işemesiydi.



Soru : Şeytan çıkarma ayinleri Anneliese'e fiziksel zarar verdi mi?
Evet. Anneliese 10 ay boyunca 67 kez şeytan çıkarma ayinine maruz kaldı. Bu ayinler sırasında 600 kez diz çökmesinden dolayı dizlerindeki bağlar koptu. Ölümünden bir hafta önce son ayininde o kadar zayıf ve halsizdi ki bu hareketleri ebeveynlerinin yardımıyla anca yapabildi.

Soru :Bu ayinler sırasında yanlarında bir doktor var mıydı?
Hayır. Paskalya Bayramı sırasında ölen Anneliese, yeme ve içmeyi reddetmeye başlamıştı. Hiç bir doktor çağırılmadı. Bilirkişilerin açıklamasına göre eğer bu 4 insan (peder, rahip, anne ve babası) Anneliese'i yemeye ve içmeye zorlasalar Anneliese hala yaşıyor olabilirdi. Ayrıca Anneliese'in kız kardeşlerinden birinin mahkemedeki açıklamasına göre bütün bu denemeler boyunca Anneliese, ilaç almamak ve yemek yemeye zorlanmamak için hastaneye gitmeyi istememişti.




Soru : Peki Anneliese Michel neden yemek yemeyi reddetti?
Anneliese kendini yemek yememe açısından bayağı zorlamıştı çünkü böylece şeytanın etkisinden kurtaracağını düşünmüştü. Öldüğünde sadece 33 kiloydu. Ayrıca ölümüyle, dikbaşlı inatçı gençliğin ve modern kilisenin dönek rahiplerinin günahlarından arınacağını söylemişti.

Soru : Anneliese teknik olarak neyden öldü?
Otopsi kayıtlarına göre 1 Temmuz 1976'da Anneliese Michel, şiddetli susuzluk ve gıda eksikliğine dayanamayarak öldü. Öldüğüde zatüree ve yüksek ateşten dolayı da acı çekiyordu. Öldükten sonra gayrimeşru olan kardeşinin yanına gömüldü. Gömüldükleri bu kısım, mezarlığın hemen dışında (yerde) gayrimeşru çocuklar ve intihar edenler için ayrılmış bir bölgeydi.



Soru : Anneliese'in son sözleri nelerdi?
Halsiz ve ölüm döşeğindeyken Anneliese son sözlerini ölmeden önceki gün söyledi. Şeytan çıkarma ayinini yapanlara : "Kurtuluş için dua edin" dedi. Annesine ise "Anne, korkuyorum" dedi.

Soru : Anneliese kötü ruhlar tarafından ele geçirilmeden önce dindar biri miydi?
Evet. Anneliese ve üç kızkardeşi sıkı bir Katolik aileden geliyordu. Babaları ise (Josef) Papaz olarak yetiştirilmiş, teyzeleri ise rahibeydi .Anneliese doğmadan 4 yıl önce annesi gayrimeşru bir çocuk dünyaya getirmişti. Ve sonuç olarak da bu utanç verici durumdan ötürü düğününde siyah bir duvak giymeye zorlandı. Anneliese çocukken annesi onu (muhtemelen gayrimeşru kardeşinden bahsediyor) bu gayrimeşruluk damgasının günahlarından kurtulma amacıyla dine olan bağlılığını sağlamak için cesaretlendirdi. Anneliese'in kardeşi Martha 8 yaşındayken, böbreğinde oluşan bir tümorü alma operasyonu sırasında öldü. Ve bu sadece Anneliese'in, annesinin kefaretini ödeme arzusunu arttırmıştı. Anneliese ileriki yıllarda başkalarının günahlarından dolayı acı çekmeye devam etti. Genç bir kızken yoldan çıkmış rahiplerinden, uyuşturucu bağımlılarından gördüğü gibi, onların günahları bağışlansın diye taş bir zemin üzeride uyurdu. Üniversite yıllarında odasındaki duvarlara azizlerin fotoğraflarını asar, odanın kapısına yakın bir yerde kutsal su bulundurur ve düzenli olarak Rosary'e dua ederdi. Bu zamanlarda olduğu gibi ölümü sırasında dahi hala yoldan çıkmış gençliğin ve rahiplerin günahlarının arındırılmasından söz etmiştir.






Soru : Okudum ki Anneliese Michel öldükten sonra mezardan çıkmış, bu doğru mu?
Evet. 25 şubat 1978'de, Anneliese'in ölümünden 2 yıl sonra, Anneliese'in ölü bedeni mezarı kazıp dışarı çıkmış ve yanındaki tenekeyle çizilmiş yeni meşe ağacından yapılmış tabuta gitmiştir. İddaya göre Anneliese'in bedenin tabuttan çıkma sebebi, içinde olduğu tabutun çok eski ve kötü olması. Zaten ailesinin de arzusu Anneliese'i oradan çıkarmakmış. Ayrıca bir rahibenin gördüğü düşe göre Anneliese'in bedeni bozulmamış. Ama doğrulanmış raporlara göre Anneliese'in bedeni doğal bir şekilde (ölümünden dolayı) bozulmuş. Anneliese'in mezardan çıkmış (yada çıkarılmış) fotoğrafları hiçbir zaman gösterilmemiş. Ve ailesinin de bu olaya tanıklık etmesine izin verilmemiş. Yine de Anneliese'in evlerinden belirli bir uzaklıkta olan mezarı yatak odasından görülebiliyormuş. Bir de annesi hala orada yaşıyormuş.



Bavyera`da bir köyde doğan ve bir Katolik olarak yetiştirilen Anneliese Michel`in hikayesi. Anneliese Michel, 18 yaşında sara nöbetleri geçirmeye ve korkutucu halüsinasyonlar görmeye başlamış. Sorunun nörolojik değil de doğaüstü kaynaklı olduğuna ikna olan ailesi tıptan ümidi kesip kiliseye başvurunca, Katolik kilisesinden onaylı şeytan çıkarma ayinleri düzenlenmiş. Ne var ki bu öykü Anneliese Michel`in 23 yaşında ölümüyle sonlanmış. Ve genç kızın ölümünde sorumlulukları olduğu düşüncesiyle ailesi ve rahipler aleyhine dava açılmış.




Annaliese Mitchel’in nasıl öldüğü bugün hala gizemini koruyor…dosyası kapanmıştır…kilise yine dönekliğini yapmış…kızın bedenine giren şeytanı yada cini çıkarmak için yaklaşık bir yıl boyunca ayinler yapmasına rağmen,kız öldükten sonra bedenine cin falan girmediğini söylemiştir…o zaman derler lan pis papaz o ki kızın bedenine cin girmemiş ne diye uğraşıyorsun..yada tedavi olmasını engelleyip ölümüne neden oluyorsun (zaten üstü kapalı demişler-6 ay kaktırmışlar)….Anneliese’nin ölümündeki sır perdesi zaten kilisenin fazla suçlanmaması ve üzerine fazla gidilmemesi içinde pek kurcalanmadığı açıktır….anneliese nin yakalandığı epilepsiden ölmesi imkansızdır…çıldırmıştır..nedeni belli olmayan bir şekilde aniden bir gece aklını kaybetmiştir…sonra bu ruh halinden yaklaşık 8 yıl boyunca çıkamamış asla normal ve sakin bir hal sergilememiştir…bu durumu bedeninin zayıf düşmesine ve o anda yakalandığı zatüreenin etkisiyle ölümüne neden olduğu düşünülmüştür…ama onu bu duruma getiren neden gizemini koruyor….
Cinler insanların bedenine girip onları çıldırtabilirler…sapmış hristiyanların uydurma İncilleri ve duaları o cini uzaklaştıramayacaktır tabii….

Anneliese Michel 'in bu acılarla dolu gerçek hayatı, 2005 yapımı 'The Exorcism of Emily Rose' adlı filmde Emily Rose karakteriyle beyaz perdeye uyarlanmıştır.


Anneliese Michel in şeytan çıkarma ayininin gerçek ses kayıtları


KÜNYE

Tür;Biyografi,Araştırma
İçerik;Parapsikoloji,Gizem
Kaynak;Doğaüstü Olaylar
Dönem;Eylül 2007
Güncelleme; Yok