Translate

2 Haziran 2014 Pazartesi

ANTİFAŞİST & ANTİMATERYALİST MANİFESTO

ANTİFAŞİST ANTİMATERYALİST   MANİFESTO

EVRİM YALANI VE FAŞİZM ( EVRİM: DÜNYANIN EN BÜYÜK YALANI)


Evrime karşı olmamın ve koyu bir antiemperyalist ve antimateryalist olmamın altında materyalizm ve onun şeytandan olan öz çocuğu emperyalizmin yalancı,dürüstlükten uzak,bilimi ve insanlığı kendi çıkarları uğruna kullanan ve dünyayı karanlık ve pislik bir hale getirmeye çalışan tüm akımlarda doğrudan yada dolaylı olarak rol oynaması yatmaktadır…


Konuya öncelikle teori kelimesinin anlamıyla başlayayım..teori kanıtlanmamış bilimsel hipoteze verilen isimdir…evrim bir teoridir..darwin de bir bilim adamı değil teorisyendir…evrimin bırakın kanıtlanmayı günden güne batan bir teori olduğunu öncelikle darwinrin ‘’teorilerimin bilim geliştikçe kanıtlanacağını umuyorum’’ sözüyle hemfikir oluruz…bilim gelişmiştir ama ortada kanıtlanmış bir şey olmadığı gibi..ilk baştaki ateşli halini artık kaybetmeye başlamış ve unutulmaya çürümeye yüz tutmuştur..ama gelin görün ki çürümekte olan ölüsünü bazı sözde bilimsel ve sosyal çevreler ayakta tutmaktadır..buna da ayrıca değineceğim..evrim sadece bi iddia aşamasındadır. Ve öle kalmıştır..

Kanıtlanmış hipoteze ise teorem denir ve evrim teorisi..adı üstünde teori..ya tutarsa..asla bi teorem değildir ve olamayacaktır..çünkü kanıtlanıp bir ''teorem'' durumuna gelen teorilerin neredeyse tamamı matematiksel teorilerdir...bunun nedeni de hiçbir tesadüf ve varsayıma dayanmamasıdır...evrim ise tamamen tesadüf ve varsayımlara dayanmaktadır...

EVRİMCİ YALANCILAR NASIL MAYMUN FOSİLİYLE İNSANLARI KANDIRDILAR?

Bilindiği gibi fosil bilimine paleontoloji denir…paleontolojiyi bir bilim dalı haline getirenler aslında evrimcilerdir…amaçları bir tanecik.. sadece bir tane olsun yarı insan yarı maymun yada yarı sürüngen yarı balık bir canlının fosilini bulmaktı…bunun için öyle paralar ve imkanlar kullandılar ki..paleontoloji bir anda gelişti..fakat gel gör ki bırakın gelişmeyi çöken bir şey vardı; evrim..evrimciler dünyanın altını üstüne getirdiler ama yok..yok işte…ilk başta buldukları her canlı fosilini evrim çizelgesinde bir yere koymaya çalıştılar…olmayınca..kendi sahte fosillerini yaptılar..oda olmayınca  bu konu başlığında da gördüğümüz yağlı boya resimlerle ,kara kalem çizimlerle heykellerle yetinmeye başladılar…şimdi burada evrimcilerin binlerce sahte-yalan örneğinden ünlü-bilinen sadece birkaçına değineyim:

Archaeoraptor



Çin de bulunduğu söylenen aechaeoraptor fosili ile bazı darwinist bilim adamlarıyla en büyük evrim savunucusu dergi national geographic yetkilileri kandırıldı ve yarı kuş ,yarı sürüngen fosili olarak kuşların atası diye savundukları bu fosili sonra sahteliği açıklanınca aslında bunların hiçbir şeyi araştırmadıkları ve bilimden bihaber oldukları ortaya çıktı…Çinliler evrimcilere sahte fosil satıp keklemişlerdi…


piltdown adamı

evrimci  Charles Dawson tarafından sadece bir çene kemiği olarak bulunan bu fosil bi anda hiçbir araştırma ve deney yapmayan sözde bilim adamı darwinistler tarafından insanların maymun atası olarak müzelerde bile sergilendi..yarım milyon yıl ömür biçildi ve sadece bir çene kemiğinden aşağıda gördüğünüz maymunsu insan piltdown adamının resimleri uydurulup çizildi..hehehe..evrimcilere göre evrim kanıtlanmıştı ta ki bilim gelişip canlıların kemik yaşının belirlendiği testlerin geliştirilmesine  kadar…kemik bir kaç yıllık bir orangutana aitti..işte evrimcilerinin yalan söyleme metodu budur..araştırma, bilimsel deney vb. trişka..amaç farklı..




Coelacanth(zavallı evrimciler)


Coelacanth nedir biliyormusunuz…evrimcilerin hani denizdeki ilkel canlıların nasıl oluyorsa karaya çıkıp kara hayatını başlattıklarını söyledikleri balık…yüzgeçleriyle yürüyüp karaya çıkmış ve evrile evrile sonuçta maymun ve insanı ortaya çıkaran balık…hehe…aaa bu o balık ama yaşıyo..hehehe..ne iş…sakın kimse bunlar evrilememiş te öle kalmış demesin…cevabını çok sert veririrm…





Australopithecus afarensis(lucy)


Evrimci bilim adamlarının insanın atası ve ara geçiş formu olarak ortaya sürdüğü aferensis ve ona bağlı alt türler ne yazık ki maymun fosilleri çıktı..hani bildiğimiz maymunların atası..insanın değil…maymunun…ahh.ahh..halbuki evrimciler ne güzel resimler çizmişlerdi..hayal güçlerine hayranım doğrusu..ama kıskanmıyorum..bende güzel resim çizerim…öle bir maymunsu insan çizerim ki evrim kanıtlanmış olur..hehehe..












neyse fosil konusu uzun sürer…evrim yok…dediğim gibi paleontolijiyi evrimciler geliştirdiler sırf bir tane bile olsun bizim olsun diye ara form bulmak için…dünyanın altı üstüne getirildi..yüzbinlerce fosil bulundu…tüm yaşamı evrimle açıklamaya çalışan zihniyet bi tane kanıt bulamadı…bi tane bulunmazmı ya..bi tane…hehe..yok..bulamayınca kendileri yapboz yapar gibi yaptılar..ama bilim gelişince neyin ne kemiği olduğu kaç yaşında olduğu anlaşılır hale gelince yalanları bir bir ortaya çıktı…evrimin sergilendiği müzeler boşalmaya başladı..yani sen tut 200 bin yıllık maymun fosiline 20 yıllık insan kemiği koy hehehe..bilim yermi…bunun dışında bir maymundan başlayıp dik durarak sözde modern insanı gösteren grafik çizim de ilk baştaki türler maymun sonrakiler ise eski insan ırklarıdır…ve dikleşip 2 ayak üstünde yürüme diye bir şey yoktur…
 konuya kesin ve doğru bir nokta koyarsak sonuç şudur: dünyada fosil araştırmaları yapılırken toprak altında çağ yada devirlerin katman katman olduğu görülür…fosiller bu katmanlar arasında bulunur ve hangi çağa ait oldukları anlaşılır…bu katmanlarda var olan ve yok olan canlıların bir anda var olup yok oldukları görülmüştür..üzgünüm evrim…s.çtın…

EVRİMİN TESADÜF SAÇMALIĞI                                         (LOTO TUTTURMAYA BENZEMEZ BU İŞ)


yani ayıp..şimdi herkes ne olduğunu bir tarafa bırakıp düşünsün…ben koyu bri antimateryalist oluşumu…diğeri darwinist oluşunu bir tarafa bıraksın…yerde yürüyen karıncanın yapısının ne kadar kompleks olduğunu biliyormusunuz…sadece bir karıncayı örnek verdim…genoloji bilimi gelişti bir hücrede dahi ne kadar genetik bilgi olduğunu biliyormusunuz…karıncanın içerisindeki sistemlri düşünün..o yaşayan canlı bir varlık…teknoloji ve bilim o kadar gelişti ki…o karınca tesadüfen olamaz… kör olan karıncanın yön bulma sistemi bile ansiklopedik bilgi içerir…evrimcilerin kafası almaz bunları…kusura bakmayın ama o karınca şans eseri olmadı..şans eseri yolunu bulmuyor ve hiç kimseye sormadan ve ihtiyacı olmadan şans eseri yaşamıyor…bu iş lotoyu tutturmakla açıklanamaz..şans eseri olan bir şey varsa oda evrim teorisidir…

şimdi karıncadaki bu kompleks yapıların temelini hücreler oluşturur..ki bu hücrelerin yapıtaşı dna ve prıoteinlerdir..



Bu, şu anlama gelmektedir: DNA ve proteinler ilk andan itibaren var olmalıdır, yoksa hayat mümkün olmayacaktır.çünkü bu bilinen tüm canlıların yapı taşıdır Bunların rastlantısal olarak aynı anda ortaya çıktıklarını iddia etmek ise, tek kelimeyle saçmalamaktır.sadece oluşması değil bu proteinlerin rastlantısal olarak hücreyi..hücrelerin birleşerek dokuyu oluşturması ve bu dokularında her nasılsa tesadüfen yine birbirinden tamamen farklı ve karmasık yapıya ve görevlere sahip organ ve sistemlere dönüşmesini vedeee tüm bu organlar ve sistemlerde böcek mi,kuş mu,sürüngen mi yada insan mı mekanizmasına dönüşeceğini lotoya bağlamak afedersiniz yani…ayıp…böyle bişeye karşı olmamam imkansız tabi ama afedersiniz ama bir fikirdir bir tezdir diye olan saygımı da kaybediyorum…



Evrimcilerin bu kısıtlama yüzünden sarıldıkları RNA dünyası tezi de onları hayatın kökeni alanındaki çıkmazdan kurtarmamaktadır. 1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu. Sonra bu RNA molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı doğmuş ve her nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıştı. Bu tezin sıraladığı aşamalar adeta bir ‘imkansızlar zinciri’ oluşturuyor hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmiyordu.ve bu da bir iddia olarak kalmış durumdadır..ama materyalist çevreler tarafından sanki kanıtlanmış doğru güncel bilimsel bir gerçekmiş gibi hayatın başlayısını böyle açıklıyorlar.


Gerçekte değişik türler arasındaki benzerliklerden hiçbirisi evrimsel bir ilişkiyi göstermez. Farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklılıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artış yaşanmış olmalı, buna paralel olarak da gen sayılarının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü olduğunu göstermektedir.


Çoğu evrimci biyolog, yaşamın başlangıcını üç temel alemde bulabileceklerini düşünüyorlardı... Tam DNA dizilimleri, başka türlü genlerin karşılaştırılmasının yolunu açtığında, araştırmacılar basitçe bu ağaca daha fazla detay ekleyeceklerini umuyorlardı. Ama Aksine, genetik karşılaştırmalar, hem RNA ağacıyla hem de birbirleriyle çelişki içinde bulunan pek çok farklı hayat ağacı versiyonu ortaya çıkardı. 



Peki insanların DNA'larının % 95 oranında da olsa şempanzelerinkine benzemesi ne anlama geliyor? Bu soruyu cevaplamak için, insan ile başka canlılar arasında yapılan diğer bazı karşılaştırmalara da bakmak gerekiyor.
Bu karşılaştırmalardan biri, insan ile nematod filumuna bağlı solucanlar arasında yapılmış ve % 75 benzerlik gibi ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır.  Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır,hatta genetik araştırmalar derinleştirildikçe insanla patates arasında bile yakın akrabalık bağı kurulabilmektedir. 




Tüm bu tablonun gösterdiği ise şu: İnsan ve diğer canlılar arasında genetik benzerlikler var. Ama bu benzerlikler herhangi bir "evrim şeması" ortaya çıkarmıyor.



Bu genetik benzerliklerin var olması ise, son derece doğal, hatta kaçınılmaz. Çünkü insan bedeni de diğer canlılarla aynı malzemeden, aynı atomlardan oluşuyor. İnsanın soluduğu hava, yediği besinler, içinde yaşadığı iklim hayvanlarınkiyle aynı. Dolayısıyla insan da diğer canlılarla benzer proteinlere ve bunların genetik kodlarına sahip. Ama bu, insanın diğer canlılarla ortak bir kökenden geldiği, onlardan evrimleştiği gibi bir anlam taşımıyor.bu tek bir üstün zekanın ürünü olduklarını gösteriyor.
Nitekim, farklı canlılar arasında yapılan genetik karşılaştırmalar, 150 yıllık evrim ağacını alaşağı etmiş durumda. Genetik bulgular, evrim teorisini reddediyor.
Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin'in evrim teorisi bilim dünyasına hakim olmadan önce verilmişti. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları ortak bir tasarım örneği olarak görmüşlerdi. Yani benzer organlar veya benzer genler, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde tasarlanmış oldukları için benzerdir.



Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu "ortak tasarım" açıklaması olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, canlılar ortak bir planla yaratılmışlardır. 

BİG-BANG EVRİMİN SURATINA PATLADI


Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.” - Prof. Fred Hoyle

“Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.”- Stephen Hawking

''İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.'' - Anthony Flew



Ünlü hubble teleskobunu duymayanınız yoktur…duymamazlıktan geleniniz vardır (örn. Evrimciler) ama duymayanınız yoktur…
Bilindiği gibi 1930 lu yıllara kadar evrimciler evrenin başlangıcının sonsuz olduğunu ve amaçsız tesadüf ürünü olduğunu kabullenmişler ve bunu bilimsel saymışlardı…


Ama son teknoloji ürünü olan hubble teleskobunun bulguları evrimcileri üzdü…çünkü bulgulara göre evren genişlemekteydi..bu evrenin bir noktadan başlayarak büyüdüğü anlamına geliyordu..yani sonsuz değildi…bu noktanın sıfır hacme sahip olması gerektiği anlamına gelir ki bu çok büyük bi çekim gücü demektir..evren ise işte bu noktanın patlamasıyla oluşmuştu…buna big bang büyük patlama denir…yani evren sıfır yok iken var olmuştur ve genişlemektedir…


Bu patlama sonucu oluşan parçacıklar ise yine dev galaksileri,sistemleri,yıldızları ve gezegenleri oluşturmuştur ki bunların yörüngeleri,hızları,açıları,yapıları ve üzerindeki canlı cansız varlıkların yaşam standartları güneş sistemi de dahil çok ince ve karmaşık hesaplamalarla yürümektedir..bu hesaplamalar ise hatasız tam olması gerektiği gibidir..en ufak bir değişiklik çok büyük felaketlere neden olur…işte tüm bu hassas denge ve kanunlar kusura bakmayın tesadüfen olamaz…big-bang evren ve uzay konusunda astronomide artık tamamen kabul görmüştür..evrim değil…

GÖRECELİK EVRİMİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜ (İŞİNE GELMEYENİ GÖRMEMEZLİKTEN GELEN EVRİMCİLER DÜNYANIN EN ZEKİ İNSANI SAYILAN AYN ŞTAYNI BİLE DIŞLADI)


"Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur.’’- Ein Stein


Einstein in ünlü,bilim çevreleri tarafından kabul edilmiş geçerli sayılan teorisi izafiyet kavramı..evrimin bacaklarını kesmiştir..çünkü evrimi ayakta tutan iki bacağından biri maddenin mutlak ve sonsuz olduğu diğer bacağı ise zamanın mutlak ve sonsuz olduğudur…görecelilik kavramı evrimi yere yıkmıştır..

İzafiyet teorisi bizim çevredeki maddeleri yada zamanı algılarımız olarak açıklar…yani madde diye bir kavram yoktur…üç boyutlu mutlak bir madde ve geçip biten bir zaman yoktur…zaman ve madde aslında bizim algılarımızdan ibarettir.

Çevremizdeki tüm maddeler aslında 5 duyu organımızın beynimize yolladığı ve hafızamıza kaydedilen sinirsel algılardan ibarettir..buna göz konusunda da değineceğim..madde mutlak değildir..asıl olan mekansızlıktır…


Aynı şekilde zamanda görecelidir…bir yerden bir yere giderken kişi belli bir süre geçtiğini sanar.ama durum hiçte öyle değildir…buda tamamen 5 duyumuzun bize öyle algılamasından ibarettir…ilk bulunduğumuz yeri duyularımız vasıtasıyla beynimize kaydederiz sonrada ikinci bulunduğumuz yeri beynimiz kaydederken kıyaslama yapar ve zaman süre kavramı ortaya çıkar..ama eğer o arada hafızamızı geçici bir süre kaybettiğimizi düşünelim…o zaman geçen bir zaman söz konusu olmayacaktır…yani zaman mutlak değildir..aynı madde gibi zamanda göreceli bir kavramdır…işte ein stein in izafiyet kanunu aynı big bang gibi ketum evrimciler hariç tüm bilim çevrelerinde kabul görmüş ve bugün geçerli sayılmaktadır…evrim değil…

MILLER DENEYİ TUTARSIZ VE ÇAĞDAŞ BİLİMDE KABUL GÖRMÜYOR ( EVRİMCİLER NEDEN ELLİ YIL ÖNCESİNDE KALIP DENEYİ GELİŞTİREMİYOR…)



Bunun açıklamasını kısa kısa yapmadan önce evrimcilerin miller deneyinin göz boyamadan başka bir şey olmadığını söylemek zorundayım…aslında bu konuyla ilgili araştırmalar yaparsanız kısıtlı bilgiler elde edersiniz…bulacağınız şey basit bir düzenek ve kısır bir deneydir…evrim konusunda bu kadar önemli görülen bir deneyin bu kadar kısır ve küçük kalmasının nedeni ise çağdaş bilimin bu deneyi tutarsız ve geçersiz saymasıdır…ancak halen 50 yıl öncesinde kalmış evrimciler bunu bilmeden sözde kanıt diye ha bire ortaya koymaktadır..peki neden gelişen bilimle birlikte deney geliştirilemedi evrimciler tarafından ve 3 değil canlıyı oluşturan diğer aminoasitler neden sentezlenmeye çalışılmadı..ve daha ilerisi gelişen bilimle tüm bu aminoasitlerin birleşerek ilk hücre ve dolayısıyla doku ve canlıları oluşturabileceği ortamlar uydurup deneyler yapılamadı…çünkü miller deneyi uydurma ve yetersizdi..evrimciler bile artık bunun peşini bıraktı..işte:


1.miller sözde deneyinde kullandığı ilk atmosferde olduğunu varsaydığı (olduğu değil) amonyak ve metan kullandı ama 20 yıl sonra gelişen bilimle özellikle jeolog Abelson un bilim dünyası tarafından kabul edilen araştırmasında ilk atmosferde hiçbir zaman metan ve amonyak olmadığını kanıtlamıştır…Kabul edilen bu araştırmada ilk atmosferin millerin varsaydığının aksine karbondioksit,su buharı,hidrojen ve azottan oluştuğunu kanıtlayıp kesinleştirmiştir…heheh millerin o uyduruk deneyi bu gerçek kanıtlanmış atmosferle tekrarlandığındaysa hiçbir amino asit elde edilememiştir..ve bu deneyi 1975 te chen ve ferris adlı biyokimyacılar yapmışlar ve miller deneyi 1975 ten beri tartışmasız olarak çürümüştür…aynen hala 1953 ler de kalmış evrimcilerin beyinleri gibi…
2-miller deneyde kafasından sallayarak ilk atmosferde dünyada oksijen olmadığını söyleyip miller deneyini yaparak büyük bir hata yapmıştır…oysaki gelişen bilimle jeologların araştırmaları sonucunda 3,5 milyar yıllık demir katmanlarının bulunmasıyla oksijenin var olduğu kanıtlanmıştır…eğer miller bunu bilip deneyinde oksijen kullansaydı amino asitleri parçalayabilecek olan oksijen deneyi başarısız kılacaktı…ama bunu yapmadı…çünkü kendine göre bi atmosfer uydurmuştu…
3-millerin soğuk tuzak saçmalığı ise başlı başına uydurmadır…miller sahte atmosferine elektrik vererek oluşturduğu amino asitlerin yokolmasını önlemek için cold trap denen asla dünyada var olmamış bir ortam oluşturmuştur kendince…böylece sentezlediği aminoasitleri kendi oluşturduğu ortamdan izole ederek korumaya çalışmıştır..ama yapılan araştırmalarda asla ilk zamanlarda böle bilinçli bir mekanizma olmadığı ve bunun deneyin diğer tarafları gibi bilinçli olarak uydurulduğu kanıtlanmıştır…zaten bu mekanizma olmadan miller deneyi tekrarlandığında da deney çürümüştür..
4-millerin yaptığı bu deneyin sonucunda canlıyı değil canlının yapıtaşı olan 3 amino asit sentezlendi..işte bu hep ön plana çıkarıldı ve propogandası yapıldı..halbuki deney sonucunda ortaya çıkan bazı şeylerde vardı bunlarda görmemezlikten gelindi ve üstü örtüldü…miller deneyi sonunda 3 amino asit çıktı ama çok sayıda o amino asitlerle reak siyona girip parçalayacak olan maddede açığa çıktı…bu bir faciaydı…ama bunu bilen yalancı evrimciler durumu gizlediler..yada zaten bilgisiz oldukları için önem vermeyip bunu göremediler haklarını yemeyeyim hehehe…
5-evrimci national geographic ten miller deneyinin artık evrimci olsun olmasın tüm bilimadamları tarafından terkedildiğini gösteren makalesinden alıntı:
“Pek çok bilim adamının bugün, ilkel atmosferin Miller’in öne sürdüğünden farklı olduğuna dair kuşkuları vardır. Bilim adamları, ilkel atmosferin hidrojen, metan ve amonyak yerine karbondioksit ve azottan oluştuğunu düşünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötü bir haberdir. Çünkü karbondioksit ve azotu tepkimeye soktuklarında elde edilen organik bileşikler oldukça değersiz miktarlardadır. Bu, koca bir yüzme havuzuna atılan bir damla gıda renklendiricisiyle aynı yoğunluktadır. Bilim adamları bu derece seyrek çözeltideki bir çorbada hayatın ortaya çıkmasını hayal etmeyi bile güç buluyorlar.” National geographic (The Rise of Life on Earth-1998)
6- ve earth dergisi yine bu deneyin artık tamamen geçersiz sayıldığı 1998 yılındaki sayısından:
“Bugün Miller’in senaryosu şüphelerle karşılanmaktadır. Bunun bir nedeni, jeologların şu an ilkel atmosferin başlıca karbondioksit ve azottan oluştuğunu kabul etmeleridir. Bu gazlar ise 1953’teki deneyde (Miller deneyi) kullanılanlardan çok daha az aktiftirler. Kaldı ki, Miller’in farz ettiği atmosfer va olmuş olabilseydi bile, amino asitler gibi basit molekülleri çok daha karmaşık bileşiklere, proteinler gibi polimerlere dönüştürecek gerekli kimyasal değişimler nasıl oluşabilirdi ki? Miller’in kendisi bile, problemin bu noktasında ellerini hızla ileri uzatıp, ‘bu bir sorun’ diyerek şiddetle iç geçirmektedir. ‘Polimerleri nasıl yapacaksınız? Bu o kadar kolay değildir.” Earth (Life’s Crucible-1998)
7-ve son darbe deneyi yapan millerin itirafı:
“Metan, azot ve yok denecek kadar az miktarlardaki amonyak ile su buharı karışımı ilkel dünya için daha gerçekçi bir atmosferdir. Amonyak okyanuslarda çözüneceğinden atmosferde çok miktarlarda bulunamazdı. - Stanley miller (Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules)
“Şimdiye kadar kabul ettiğimiz şartlarda, azotun kararlı olduğu bileşik amonyak olmasına rağmen, bu amonyak gazının büyük kısmı okyanuslarda amonyum iyonu ve amonyak karışımı olarak çözünecektir.” - Stanley miller (science c.159 s.423)
8-ve deneyi çürüten jeolog Abelson:
“Metan ve amonyak gazlarını içeren ilkel bir atmosfer hipotezinin sağlam temellerden yoksun olduğu ortaya çıktı ve gerçekten de çürütüldü.’’ - Philip Abelson (National Academy of Science Proceedings c.55, s.1365)

GÖZ (BAKARKÖRLERİN GÖZ GÖRE GÖRE SÖYLEDİĞİ GÖZ YALANI)

Bu başlık altında da evrimcilerin özellikle yakından ilgilendikleri göz konusuna değineceğim…burada evrimcilerin kompleks yapıları anlayamaması ve indirgemeye çalışması ile 3 boyutlu madde kavramının mutlaklığının çöküşü gözler önüne serilecektir.
Eğer iki gözde, ayrı ayrı oluşan görüntüler, beyinde tam olarak birleştirilmeseydi dünyayı çift ve iki boyutlu görecektik. Bu da şu gerçeği ortaya çıkarmaktadır; dış dünya üç boyutlu değildir. Her şey aynen bir sinema perdesinde olduğu gibi, iki boyutludur. Bu iki boyutlu görüntüden, her bir gözümüz için birer adet mevcuttur. Gözlerimizden bir tanesi aynı nesneyi belli bir açıdan iki boyutlu olarak görürken diğer gözümüz aynı nesneyi farklı bir açıdan iki boyutlu olarak görür. Bu olağanüstü bir durumdur, çünkü; bugüne kadar gördüğümüz her şey yani vücudumuz, evimiz, arabamız, arkadaşlarımız kısaca her şey birbirinin aynısı olan iki boyutlu, iki görüntüden oluşmaktadır.

Bu bilimsel gerçek 1848 yılında İngiliz fizikçi Charles Wheatstone tarafından ortaya çıkarılmıştır. Derinliği algılamanın mantığı üzerine araştırma başlatan Wheatstone, stereoskopik görmenin temel ilkelerini ortaya atmıştır. Stereoskopik görüntü oluşturma, düz bir yüzeyde üst üste (biraz farklı açılardan) çizilmiş iki resmi her iki göz için farklı filtre edip, her göze kendi açısından çekilmiş görüntüyü sunmak ve derinlik algısı oluşturmaktır. 


Görüntüler arasındaki fark çok basit bir deneyle ispatlanabilir. Bir ağacın dallarına önce iki gözünüzle sonra tek gözünüzle bir süre bakın. Daha sonra iki gözünüzü tekrar açın, dallar daha derin gözükecektir.

Bir başka deney daha yapabiliriz. Tek gözünüzü kapadıktan sonra bir dikiş iğnesine iplik geçirmeye çalışın. Büyük olasılıkla bunu yapmakta zorlanacaksınız. Çünkü tek gözle derinlik algısı olmayacağından, iğne ile iplik arasındaki küçük mesafe farkını algılayamayacak ve ipliği deliğe geçiremeyeceksiniz. Birbirlerinden bağımsız olarak gören gözlerin görüntülerinin tek bir görüntü haline getirilmesi, bunu yaparken iki boyutlu görüntülere üçüncü bir boyut eklenmesi olağanüstü bir durumdur. Asıl önemli olan ise bu durumun evrimcilerin mutlak 3 boyutlu madde kavramını kökten çürütmesidir…


Her gözün gördüğü görüntü retinada ortadan ikiye ayrılır. Bu bölümlerden gelen sinyaller ayrı ayrı yollardan beyne ulaşır ve burada tekrar birleştirilir. Retinada İkiye Ayrılan Görüntü, Beyinde Kusursuz Bir Şekilde Birleştirilir Bu görüntülerin parçalanması ve tekrar birleştirilmesi için mükemmel bir geometrik uyumun yanı sıra birbirini izleyen kompleks işlemler gerekmektedir. Bu noktada daha ilginç olan bir olay ise beynin parçalanan görüntüyü orjinaline uygun olarak tekrar birleştirmesi ve bu görüntüde hiçbir kayma, karmaşa, kopukluk bulunmamasıdır. Bütün bu mucizevi olaylar insanın iradesi dışında gerçekleşmektedir:

Görme olayı biraz daha detaylı incelendiğinde, göz ile beynin büyük bir uyum içinde hareket ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Bu işlemlerden birkaçı şu şekildedir:

İki ayrı gözün retinasından gelen sinyallerin üst üste çakıştırılması, Bu görüntülerin karşılaştırılarak derinliğin algılanması, Çizgi ve sınırların fark edilmesi, Görme merkezinde renk analizi, Beyinde parlaklığın algılanması,
Retinadan gelen görüntünün parçalanıp tekrar birleştirilmesi ve görsel hafızayla tamamlanması, Görüntünün ters çevrilmesi, Kör noktaya düşen görüntünün, boşluk olarak kalmaması için doldurulmasıdır ki bu durum bilindiği gibi sadece organik değil kimyasal ve fiziksel optik mekaniğin kompleks bir bileşiminin sonucudur…evrimciler işin daha organik kısmında takılıp planktonların ışık algılayıcı hücrelerini ilk göze örnek göstermeye ve gözün kompleks yapısını indirgemeye uğrşadursun..planktonda ki bu oluşum bile başlı başına komplekstir ve planktonları ilkel canlılar olarak görüp ilk gözü tanımlamaya çalışırlar…halbuki yine ilkel bi canlı saydıkları box jellyfish deniz anasında ki kompleks göz yapısı neredeyse sözde kendinden evrimleşerek oluşmuş olan yada sözde üst gelişmiş ileri çağdaş canlılarda bile yoktur…

Canlıların sahip oldukları kusursuz ve kompleks organların evrim teorisinin tesadüf iddiaları ile açıklanabilmesi imkansızdır. Canlılardaki tüm organ ve yapılardaki kusursuzluk ve benzersizlik, özel bir tasarım gerektirmektedir. Gerek birbirinden mükemmel özel parçaları ile, gerekse indirgenemez komplekslik özelliği nedeniyle evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan bu kusursuz organlardan biri de her noktasıyla farklı ansiklopedik bilimsel  bilgiler ortaya koyan gözdür.

İnsan gözü, 40 farklı organelden oluşur ve işlev görebilmesi için bu parçaların tümünün bir arada olması şarttır. Gözü oluşturan kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, göz kasları, göz kapakları gibi doku ve organlar aynı anda büyük bir uyum içinde çalışırlar. Her birinin ayrı bir görevi vardır ve bu göreve uygun mükemmel bir yapıya da sahiptir fakat hepsi birbiriyle bağlantılı çalışır. Dolayısıyla, herhangi birinin eksikliği halinde gözün görme yeteneği bozulacaktır.

Bu durum, evrim teorisinin aşamalarla, kademe kademe, tesadüfen oluşum iddiasına tamamen ters düşmektedir. Darwinistlerin, gözün görmesini sağlayacak sayısız mucizevi olayın açıklamasını yapmaları gerekmektedir. Oysa evrimciler, göze ait tek bir hücrenin varlığını bile açıklayamamışlardır. Dolayısıyla böylesine kompleks bir organın hayali evrimsel süreç ile oluşması imkansızdır.



Evrim teorisinin gözle ilgili olarak açıklayamadığı yüzlerce konudan birkaçına aşağıda değinilmiştir: 
  1. Akıl ve şuur sahibi olmayan göz hücrelerinin, vücudun diğer hücrelerinden farklı olarak görüntü oluşturmaya kendi kendilerine karar vermeleri mümkün değildir.
  2. Göz; görüntüyü yorumlamakta, bunu elektrik akımına çevirmekte ve beyne iletmektedir. Gözün ve bu sırada görev alan sayısız sinir hücresinin, akımın beyne iletilmesi gerektiğine tesadüfen karar vermeleri imkansızdır.
  3. Gözden beyne iletilen şey bir elektrik akımıdır. Vücudun diğer dört duyu organından alınan bilgiler de elektrik akımı şeklinde beyne iletilir. Gözden gelen akımların başka bir şeye değilde, her defasında kusursuz bir görüntüye dönüşmesinin hiçbir hayali evrimsel mekanizma ile açıklanabilmesi mümkün değildir.
  4. İki ayrı gözden farklı iki görüntü gelmekte ve bunlar mükemmel bir mekanizma ile birleştirilerek tek bir kusursuz görüntü oluşmaktadır. Bu durum, farklı görüntüleri algılayıp yorumlayan, sonra bunları bir bütüne tamamlayarak bize kusursuz görüntü veren söz konusu yapıların şuurlu hareket ettiklerinin ve kesinlikle tesadüfen meydana gelemeyeceklerinin açıklamasıdırlar.
  5. Gelen görüntü göz içerisinde önce tersine çevrilmekte, çeşitli işlemlerin ardından beynin görme merkezinde tekrar düz hale getirilmektedir. Yağ ve proteinlerden oluşmuş bu yapının, görüntüyü önce ters olarak algılayacak, sonra kusursuz ve hatasız bir şekilde düze çevirecek bir yeteneğinin olması elbette mümkün olamaz. Böyle bir özelliğin rastgele oluşması imkansızdır.
  6. Karşımızdaki renkli dünyanın görüntüsünde hiç bir bulanıklık olmaması, hiç bir kopukluk oluşmaması, görüntünün daima mükemmel bir netlik ve uyuma sahip olması gözün bilinçli olarak yaratılmış mucizevi bir organ olduğunun en açık delillerindendir.
  7. Göz hücrelerinin, renkleri hiçbir zaman birbirine karıştırmamalarının, hareketi, arka planı kusursuz olarak algılamalarının kontrolsüz ve şuursuz tesadüfi olaylarla açıklanması imkansızdır.
  8. Karşınızdaki kişi sizinle konuşurken gördüğünüz görüntü ile duyduğunuz ses, daima bir uyum içindedir. Ne sesi görüntüden, ne de görüntüyü sesten dakikalar hatta saniyeler sonra algılamazsınız. Oysa ses ve görüntü mesajları, iki farklı organdan gelen farklı iletilerle mümkün olmaktadır. Bu durumda, insanın sahip olduğu söz konusu uyumda bir olağanüstülüğün varlığı açıktır.
  9. Görüntüyü gören hücrelerdir. Görüntüyü ileten hücrelerdir. Görüntüyü beyinde algılayan yine hücrelerdir. Bu hücrelerin bulunduğu ortam, yani kafatasının içi zifiri karanlıktır. Kapkaranlık bir kutunun içinde rengarenk, hareketli ve 3 boyutlu bir dünyanın rastgele oluşması mümkün değildir.
  10. Hiçbir kamera, hiçbir fotoğraf makinesi, hiçbir televizyon, gözün meydana getirdiği görüntünün bir benzerini oluşturamamakta, onun oluşturduğu kusursuzluğu yakalayamamaktadır. 21. yüzyıl teknolojisi ile taklit edilemeyen bu yapı açıkça bir şuurun, bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
  11. Görüntüyü tanıyanın, onu hafızadaki saklı görüntülerle karşılaştıranın, yorumlayanın, hissedenin, görüntüyü hatırlayanın yağ ve proteinlerden oluşan hücreler olması imkansızdır. Bir insanın gördüğü görüntüyü yorumlayabilme yeteneğinin olması da zaten apayrı bi kompleks yapının varlığını gösterir


Gözle ilgili olarak saydığımız bu özelliklerin hiçbirinin tesadüflerle açıklanabilmesi mümkün değildir. Göze ait hiçbir parça, algılayabilme ve yorumlayabilme özelliklerine sahip olamaz. Hiçbir hücrenin tek başına karar verme, verdiği kararı uygulayabilme, iş bölümü yapabilme, dolayısıyla şuurlu davranabilme gibi bir özelliği olamaz. Evrim teorisinin, her parçası başlıbaşına şuurlu davranan bu organın özellikleri ile ilgili olarak getirebileceği hiçbir açıklama yoktur. Bu durum sadece göz ile sınırlı da değildir,kulak,dil,burun,sonra böbrek ,mide,kalp,sonra sindirim,dolaşım,solunum sistemleri ve tüm bunlar o kadar kompleks ve aynı zamanda birbiriyle uyumludur ki sadece insan değil,bir tırtıl yada sineği hayran duyulacak hale getirir bu durum yani evrimin tesadüf açıklaması bu kompleks, bilimin birçok dalının içinde bir arada görüldüğü bu mükemmel yapıları açıklamak için çok basit ve yetersiz kalır…
Evrimcilerin gözle ilgili yalan ve yanılgıları ilk başta gözün aslına mükemmel bir yapıya sahip olmadığından bahsederler…buradaki amaç indirgeme düşüncesine bir yol açma çabasıdır ki gözün zamanla bozulduğunu ve bu yüzden mükemmel olmadığından bahsederler…yaşlılık ve göz hastalıkları gözün mükemmel olmadığını göstermediği gibi evrimi de başlı başına çürütür…



İkincisi ise kör noktadır…evrimciler yine kör noktayı gözün yapısındaki gereksiz bir oluşum olarak lanse ederek gözün mükemmel olmadığını işe yaramayan kısımları olduğunu öne sürerek saçma bir şekilde kendilerini ve evrimi haklı çıkarmaya çalışır…halbuki kör noktanın nedeni yukarıda bahsettiğimiz gibi gözün ilk etapta görüntüleri 2 boyutlu gerçek haliyle algılayıp beyinde 3 boyutlu olarak algılanmasının bir sonucudur..ki buda maddenin aslında 3 boyutlu mutlak bir kavram olmadığını gösterir..bu izafiyet teorisinin kanıtı evrimin çöküşüdür..işte kör nokta budur..



Üçüncü iddiaları ise biyolojik safsatalarıdır…evrimcilerin gözün evrimiyle ilgili en büyük iddialarının kaynağı ışıktır…canlıların ışık la birlikte hayat mücadelesindeki başarıyı hedefleme oranına göre gözün evrildiğini öne sürer.ilkel saydıkları benek gözlerden çok gelişmiş keskin şahin gözlere hayali bir yolculuk yaparlar..ama işin ilginç kısmı ki bunu araştırabilirsiniz..mesela kabuklu sınıfındaki bazı canlıların kendi yakın akrabaları olan kabuklulardan farklı göz yapılarına sahip oldukları görülür..hepsi aynı ortamda ve ışıkta yaşadıkları halde…evrimin en büyük desteği değil yanılgısıdır ışık…çünkü ilkel saydıkları benek gözler yada ışık algılayıcılarına sahip canlılar içinde sahip oldukları bu gözler mükemmel ve komplekstir…yaşamlarını sürdürmeleri için tam olması gerektiği gibi tasarlanmıştır ve o canlı için bu göz yeterlidir.ki bu canlılar genellikle ışığın fazla olmadığı ortamlarda yaşarlar…hatta günümüze dek gelen yaşayan fosil adı verilen bu çok fazla rastlanılmayıp keşfedilememiş türlerin üyeleri incelenirse ki binlerce yıl önceki atalarından farklı bi göz yapısı geliştirmedikleri görülür…kambiyen devri canlıları evrimcilerın mış muş ifadelerle varsayımla ışık ve evrimi ilişkilendirerek ilk göz tipi olarak var sayar ama gelişen fosil bilimiyle kambriyen devri canlıların kendine özgü hiç değişmemiş yaşam şartlarına göre birebir uyumlu kompleks canlılar olduğunu gösterir…nitekim bir arı,örümcek,insan veya kartal tam ihtiyaç duydukları göz yapısına sahiptirler ve bunlar kendi içinde indirgenemez bir kompleksliğe ve çalışma mekanizmasına sahiptirler…ki bu görme işinin içinde tekrar söylersek optik fizik kimya ve biyolojinin dalları girer ve çok ince formülize edilmiş hesaplarla bu iş olur…yani optiğin şu kanunu var…evrim derki eğer bi köstebeğin gözü iyi gelişmemişse bunu nedeni ışığa yönelmemiş olmasıdır…üstün gelişmiş gözler ışıkla haşir neşir olmayla yada hayat savaşımında ışıktan faydalanma oranının yüzdesinin canlı tarafından arttırılmasıyla oluşmuştur…halbuki ışık şiddeti eğer gözün yapısının gerektirdiğinden daha fazla örn. 30 kandela sınırındakine 35 kandela ışık şiddeti verilirse göz ne olacaktır..gelişip üstün bi göz oluşturacaktır…hehehe saçmalıyorum galiba..hehehe..göz bozulacaktır…zaten göz kapakları gözü kısma hareketi işte bunun için tasarlanmıştır…göz kapağı olmayan yada göz beneği biçiminde göze sahip canlılar ise ilk yaratıldıkları günden bugüne dek değişmeden karanlık mağrada da ve sularda yaşarlar…evrim üzgünüm yine s.çtın..

Elbette ki hiçbir hücre, tek başına bilinç gerektiren işler yapmaya muktedir değildir. Göze ait hücrelerin her birinin şuurlu davranmalarının tek sebebi, kendilerini akıllı bir tasarımın ürünü olmalarıdır ve indirgenemez olmalarıdır.evrimin saçmaladığı şekilde yukarıda bahsettiğimiz retina,mercek,ağ tabaka sinirler,ışık şiddeti..vb. birbiriyle bağlantılıdır..evrimin haklı olabilmesi için canlının bunları sırayla evrimleştirmesi gerekir..indirgemenin söz konusu olabilmesi için retinanın herhangi bir şekilde herhangi bir şeyden evrilmesi gerekir ki..retina evrildi diyelim…niye evrilsin..retina tek başına hiçbir işe yaramaz..çünkü göz kompleks bir yapıdır..retinanın iş görmesi için diğer yapılarında var olması ve birbiriyle uyumlu bir biçimde de çalışma şuuruna sahip olması gerekir.zaten evrimcilerin de bildiği gibi sadece örneğin retinaya sahip olan bir canlı yoktur..çünkü sadece retina hiçbir işe yaramaz..göz indirgenemez…bir canlı durup dururken retina ortaya çıkartamaz..ne geçmişte ne şimdi ne gelecekte böyle bir mantık saçmalık yok…dünyanın hiçbir çağında böyle bir görüntü yok…durup dururken ortaya çıkan tek şey evrimin saçmalıklarıdır…


Peki evrimciler neden gözle, yanıldıklarını gördükleri halde bu kadar ilgileniyorlar ve kanıtsız,uydurma iddialar ortaya atıyorlar işte nedeni:


"Farklı mesafelerdeki cisimleri benzersiz bir mükemmellikte odaklayan, farklı oranlardaki ışığa göre kendisini uyarlayan göz gibi bir organın doğal seleksiyona dayalı rastlantılarla ortaya çıktığını öne sürmek, itiraf ediyorum ki, olabilecek en yüksek düzeyde saçmalamaktır."
Charles Darwin diyor bunu artık yuhh

"Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu..."
Charles darwinn

Ve evrimcilerin korkulu rüyası ve tüm yalan dolanlarının kısaca nedeninin özeti olan materyalizmin babası darwin in kendi sözü:

"Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır."
Heheehe..ben evrimci olsaydım..işte bu sözden sonra hemen uydurma deneyler,yalanlar,propoganda,savaşlar..vb. ile gerçeği görmezden gelip saplantılı bi psikolojiyle harekete geçerdim hehehe…yaratılış görmezden gelinmeli,yaratılış yok,olamaz,haaayııırrr…hehehe

Yine son söz olarak konuyla ilgili şunu söyleyebiliriz ki,savaşlar işgaller olan zamanlarda ırkçı faşist sömürgeci devletlerin biyolog ve profesörleri sömürüp işgal ettikleri ülkenin insanları üzerinde özellikle gözleri üzerinde sayısız deneyler yapmışlardır…evrim ilkelerini amaç edinerek evrimci bilim adamı ve doktorların bu deneyleri sonucunda kobay olarak kullandıkları özellikle çocuk ve engelli insanlar büyük acılar çekerek kör olmuşlardır…gözler üzerinde özellikle iki amaç hedeflenmişti…birincisi indirgeme..ikincisi ise değiştirmeye çalışma…yani evrim uygulanmaya çalışılmış …sonuç gelişme değil körlük olmuştur…



EVRİMİN VARYASYON OYUNU                                           (EVRİMİN YALANCILIK VARYASYONLARI)


Varyasyon yani türleşme bir canlının genetik bilgisinin farklı eşleşmelerle farklı sonuçlar ortaya çıkarmasıdır…yani söz konusu genetik bilgi zaten mevcut olduğu gibi ortaya çıkan canlıda orjinalin bir yansımasıdır…farklı olan değişen bambaşka bir canlı söz konusu değildir..evrimin öne sürdüğü gibi tür içinde değişme ve türler arası geçiş bilimsel olar söz konusu bile değildir.

Bunu daha iyi anlamak için futbolu örnek verebiliriz..hepimiz duymuşuzdur futbolda değişik atak varyasyonları oyun düzeni ve dizilimiyle ilgili varyasyonları..vb. ama futbolda her ne gibi bir varyasyon uygulanırsa uygulansın futbol oyun kuralları içinde olmalıdır…yoksa cezalandırılır.. yada daha yumuşak bir tabirle futbol oyunu ortaya koymuş sayılmazsınız..aynen evrimin bilimsel bir şey ortaya koyamadığı gibi…

Evrimciler gen havuzu adı verilen olguyu işlerine gelmediği için yok sayarak aynı canlı üzerinde örneğin sinekler ve bazı bitkiler üzerinde eşleştirmeler yaparak temelde aynı ama iki farklı bireyin eşleşmesiyle oluşan üçüncü farklı bireyi elde ederek evrimi kanıtladıklarını sanarlar…iki farklı sivrisinek cinsini çiftleştirirseniz ortaya çıkan yavru iki atasının da özelliğini taşıyacağından bif melez ve farklı bif cins olacaktır…bu durum köpekler göz önüne alınırsa daha kolay anlaşılır..bugün bile değişik köpek cinsleri çiftleştirilerek yine değişik köpek cinsleri elde edilmektedir…ama sonuçta köpek  köpektir..köpekten başka bir şey elde edemezsiniz…

Evrimcilerin bu kör akılları darwin e dayanır çünkü darwin bir gün pazara gitmiş ve farklı inek türlerini görünce evrimin ilk önce canlı türünün kendi içinde değişmeye başlaması ve değişe değişe artık örneğin ineğe benzemeyen bir atın ortaya çıktığını iddia etmiştir…halbuki bu imkansızdır..örneğin köpek cinsleri arasında istediğiniz kadar varyasyon uygulayın yine köpek elde edersiniz..başka bir canlı asla elde edemezsiniz…
Evrimcilerin bu iddiaları bilimin gelişmesinden etkilenmemektedir..çünkü onlar kanıtsız darwini,subjektif bir aklı ve deney mantığını seçmişlerdir…işte bu yüzdendir ki teorileri çürümeye mahkumdur..bunun nedeni ise darwini bir peygamber gibi görmelerindendir…yine bu konuyla ilgili darwin in ta o zamanlar söylediği bu sözü halen daha genetiğin ilkelerine rağmen kör bir bağnazlıkla söyleyebiliyorlar:


"Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum.’’ - 
Charles Darwin teorisyen
Bende merak ettim şimdi yeni doğan bir kız çocuğunu suya koyup hiç çıkarmasak orada beslenip büyüse suda evlense ve çocukları ve torunları da bu şekilde devam etse acaba yarı balık yarı insan bir deniz kızı ortaya çıkar mı…hiç sanmıyorum..çünkü aklım başımda ..gözümde kör değil…bir insan çevresel faktörlere göre değişik renk,dil davranış ve kültürlere sahip olabilir ama her ne kadar ufak farklar görünse de o insandır…duygularıyla düşünceleriyle tamamen bir insandır..işte dünya üzerindeki halklar böle oluşmuşlardır…kesinlikle farklı bir canlıdan değil..ve sonuçta da asla farklı bir canlı meydana gelmeyecektir…ilk insanla günümüz insanı arasında zeka ve mükemmellik açısından hiçbir fark yoktur..işte bu yüzdendir ki ateş ve tekerlek gibi buluşlar dünyanın en önemli buluşları sıralamasında ilk sıraları alırlar..vede günümüzde bir Afrikalıyla Asyalı Amerikalıyla Avrupalı birbirinden üstün yada aşağı değildir…her insan ırkından zeki yada evrimci…dürüst yada evrimci…güzel yada evrimci…iyi yada evrimci insan çıkmaktadır..hehehe
Gen havuzu ilkesi ise işte bu sınıra verilen addır..hayvan türleri içerisinde kendilerine göre bir gen havuzu ve sınırlaması vardır…ve bu gen havuzunun genetik bilgileri o türe ait her canlıda mevcuttur..yani zaten elde edilebilecek olanı elde edersiniz..fazlasına asla gen havuzunun duvarları izin vermeyecektir

İşte bu bilgi doğrutusunda gelişen genetik bilimi genetik değişmezlik (genetic homeostasis) ilkesini kabul etmiştir artık…işte bu ilke yukarıda bahsettiğimiz gibi canlı türleri arasında yıkılamaz duvarların olduğunu bir canlı türünün bambaşka bir canlı türüne asla dönüşemeyeceğini ve iki farklı tip sinekten farklı da gözükse yine bir sinek elde edebileceğimizi ama bununda orijinal var olan gen bilgisinin olanak verdiği ölçüde olabileceğini söyler.
"bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" - Luther burbank zooloji uzmanı



"Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır ve, örneğin, üzüm değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış durumdayız." - Edward deevey biyolog
Doğal popülasyonların çoğunda, varyasyon oldukça yüksektir. Bakteriler gibi, mayoz bölünme ile çoğalmayan türler bile genetik varyasyona sahiptirler.Richard M. Harrison life science ancyclopedia

‘At serisi türler arası geçiş için önemli bir sorun teşkil ediyor.’’
Stephen jay gould - Paleontolog

OTA BENGA (EVRİMCİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR VE OTA BENGA)

Evrimciler insanın kökeni isimli darwinin kitabından etkilenerek özellikle maymun insan arası araform bulma yarışına giriştiler..yukarıdada bahsettiğim gibi paleontoloji ve fosil bilimiyle dünyanın her yanında araştırmalar yaptılar ve piltdown adamı sahtekarlığından sonra dünyada halen ara geçiş formuna sahip yarı insan yarı maymun canlıların bilinmeyen balta girmemiş ormanlarda ilkel hayatlarını yaşıyor olabileceğini düşünerek afrika ve avustralya kıtasına yöneldiler…özellikle evrimcilerin ve faşist ülkelerin ilgi kaynağı afrikalı siyahi insan ve avustralyalı pigme insandı…ve kazılarda aborjinlerin mezarları bulundu…bu insan ırkının kaş ve çene yapısı evrimcilerin onları hiçbir araştırma yapmaya gerek görmeden gelişmemiş insan kategorisine koymalarına yetti bile…

Aborjinlerin mezarlarından çıkan kafatasları evrimcilere ve müzelere gönderildi ..ama işin kirli tarafı müzeler ve evrimcilerin bu kafataslarına azımsanmayacak değerde paralar veriyor olmalarıyla açığa çıktı..

Kısa sürede mezarlıktaki kafatasları tükenince evrimci kafatası avcıları vahşi ve iğrenç bir girişimde bulunmaya başladılar…ırkçılığın tavan yaptığı bu girişimin adı katliamdı…para için aborjin yerlileri öldürülüp kafaları parçalanıp kafatasları çıkarıldı ve bunlar eskitilerek müzelere ve evrimcilere satıldı…bunu yapanlarsa kendilerini üstün insan ırkı aborjinleri ise değersiz alt ara geçiş formu olarak görerek haklı çıkaran evrime inanmış yaratıklardı…o yüzden masum ve savunmasız insanları sırf para için öldürmekte hiçbir sakınca görmediler…

İşte bu katliamda öldürülen kadın çocuk erkek aborjinlerin kafataslarındaki özenle kapatılmış mermi delikleri ve vahşet creation magazine de ayrıntılı olarak yazılmıştır…ayrıca bu kafataslarının en iyi örnekleri ise evrimi kanıtlamak adına kurulmuş olan Smithsonian Enstitüsü depolarında bedeli ödenerek depolanmıştır…
Yine aynı evrimci mantıktan dayanak alan faşistler,insanlık arasında üstünlük aşağılık sınıflandırması yapmış ve kendilerini bi b.k sanıp yukarıda da söylediğimiz gibi özellikle afrikalı ve avustralyalı insanları köle olarak bedavaya çalıştırmış..işine yaramayınca ölüme terk etmiş,hiçbir hesap vermeden istediği gibi işkence etmiştir…
Durum sadece kölelikte değildir..bu insanlar sömürüp işgal etmek parçalamak istedikleri ülkelerde kendi askerlerinin yerine gönderilip savaştırılmışlardır..bunun en büyük örneği kurtuluş savaşıdır…şanlı dedelerimiz bu savaşı ingiliz fransız üniforması giydirilmiş avustralyalı afrikalı ve asyalı askerlere karşıda vermiştir…çünkü kendilerinin sözde çok gelişmiş evrimin üst seviyesindeki değerli k.çlarını çizdirmemek için sömürgelerindeki insanları aşağılık faşist emellerine alet etmişlerdir…

Bu vahşeti canlı canlı göz önüne seren olaysa afrikalı ünlü ota benga nın yaşadıklarıdır…ota benga 1904 te kongo da evrimci araştırmacı Samuel Verner tarafından insanla maymun arası canlı ara geçiş formu olarak evrimci bilimadamlarına gönderildi…ota benga (dost anlamına gelir) zincirlenerek,kafeslenip gemiyle avrupaya gönderildikten sonra aynı yıl evrimci bilim adamları tarafından ara form diye sunularak maymunların olduğu diğer kafeslerin arasında teşhir edilerek sergilendi…daha sonra ise amerika new york taki bronx hayvanat bahçesine götürülerek şempanze goril ve orangutanların arasında insanın ilkel atası olarak sergilendi hatta koyu evrimci William Hornaday böyle bir yaratığa sahip olduğu için gurur duyduğunu söyleyerek övüne övüne uzun konuşmalar yaparken ziyaretçilerse ota benga ya bri hayvan gibi davranıp aşağılayıp alay etmişlerdir…tüm bu eziyete dayanamayan kendi dilinde adı dost olan iki çocuk babası ota benga intihar ederek hayatına son vermiştir.. kafesinin önündeki tabelada şunlar yazmaktaydı:
Afrika pigmesi "Ota Benga"
Yaş:23
Boy:4 fit 11 inç
Ağırlık: 103 Paund
Bulunduğu yer: Kasai Irmağı Kongo
Dr Verner Tarafından bulunmuştur.
Her öğleden sonra ziyarete ve gösterime açıktır.

İşte ota benga william hornaday kadar insandı anatomik olarak ama şeref onur haysiyet ve gurur gibi konularda kesinlikle hornaday ve onun gibi hareket eden yığından kat kat daha çok ve daha mükemmel bir insandı…
İşte ota benga nın yaşadıklarını aynen Kızılderililer ve Afrikalılarda köleleştirme ve sömürme uğruna yapılan faşist zulümler altında kitleler halinde esaret  ve eziyet görüp ve katliama maruz kalarak yaşamışlardır…



EVRİMCİLER IRKÇI VE FAŞİSTTİR                                     (KAHROLSUN EVRİMCİ SÖMÜRGECİLER,YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE EŞİTLİĞİ)

Bu başlık altında evrimin yol açtığı sosyal yıkımdan bahsedeceğim…beyni yıkanmış küçük evrimcilerin çoğu bu gerçekleri göremeyecek kadar kördür..onlar daha işin biyolojik boyutunda çakılı kalmışlardır çünkü ufacık bir bitin içindeki sistemler ,organlar gelişen bilimle ortaya çıktıkça savunmaya çalıştıkları iddianın ne kadar saçma ve gerçeklerden uzak olduğunu görürler ve hep başa dönerek işin biyolojik varoluşunda takılıp kalırlar..yani daha ilk basamakta çakılırlar…birkaç basamak çıkmaya çalışsalar da yine hep o ilk basamağa geri dönerler…

İlginç olan darwinin bu evrim iddiasının bazı çevreler tarafından havada kapılıp hemen hayata geçirilmesiydi..halbuki darwin iddialarının çıkmazlarını ve çelişkilerini bilimin geliştikçe kanıtlanabileceğini ve ortada kanıtlanmış birşey olmadığını ,tezinin o zamanki çağın bilimsel seviyesini aştığını söylüyordu..işte bu bazı çevreler darwin kadar dürüst olamadılar..ama küçük evrimciler gibi ilk basamaktada çakılı kalmayıp olayı genişlettiler…
Sonraki aşamaların hızlandırılmasıysa ilginçtir…daha kanıtlanmamış bir iddianın bu kadar kısa sürede tamamen doğru kabul edilip sosyal hayata uygulanmasındaki amaç neydi…amaç:faşizme ve emperyalizme haklılık kazandırmak,açgözlülük ve dünya çapında bir çıkar savaşını bir an önce başlatmak…

Evrimin canlıları sınıflandırılması,gruplara ayırıp onlara değer biçmesi tartışmasız insan ırkını üstün ve aşağı olarak ayrıma tabi tutmaya ve ırkçılığa yol açmıştır..buna tamamen evrim yol açmıştır…bunu kimse inkar edemez…bugün afrikada açlıktan ölen çocuklar,avrupada genç yaşta hamilelikler ve kürtaj,amerikada ki uyuşturucu kullanımı ve aile yapısının çökmesi,tüm dünyada artık dostluk kavramının bir efsane olarak anılması,komşuluk,paylaşım ve yardımseverlik gibi asil duygu ve davranışların unutulması,yerin ise açgözlülük ve bencilliğin yani faşizmin geçerli olmasının nedeni evrim ve bunu hayata geçiren evrimci felsefecilerdir…

İşte bu evrimci felsefecilerin etkisiyle devlet adamları ve askerler savunmasız masum insanları katletmişler,ailelerinden yada yurtlarından sürerek dağıtmak istemişlerdir…bunun nedeni ise tamamen maddiyat uğruna para,makam,ün..vb. için yani madde için…peki ya maddeci nedir..(bakz. Maddeci=evrimci=materyalist=darwinist=faşist=racist)

BİLİM NEDİR? EVRİM BİLİMİN NERESİNDE ?(EVRİMCİLER NEDEN MAÇIN İKİNCİ YARISINDAN BAŞLIYOR?)

Bilim nedir..bilim nasıl ortaya çıkar..bilimin kaynağı sorudur…insanın beyninde oluşan sorulardır bilimin kaynağı…5n1k olarak özetlediğimiz  insan aklının merak ettiği (papağan yada maymun aklı..vb.değil) sorulara cevap bulmak isteği bilimi ve dallarını ortaya çıkarır işte….

İşte bu tanımlamadan sonra evrimin bilimin neresinde yada bilimin ne kadarını kapsadığını kendimizde bulabiliriz…bilimi tamamen evrime ipotekleyen materyalistlerin çapı aslında ne kadar…
Evrim maddeciliğin gereği yaşamı açıklamaya çalışır kendince…ama hep sorular karşısında çelişkili tutarsız ve mantıktan uzaktırlar..bunu da yüzlerce süslü makaleler yayınlayarak.sahte fosiller yaparak,hayal ürünü resimler çizerek,subjektif sözde bilimsel yayınlar kurarak (ki evrimci medyaya da kısaca değineceğim bunların amacı ne ve bağlantılarını kısaca açıklayacağım aşağıda) ve evrimci çıkarcı lobinin düzenlediği sözde ilimsel ödüller dağıtan kurumlar kurarak örtbas etmeye ve propaganda yapıp popülerliğini arttırmaya çalışırlar…çünkü felsefede insan psikolojisini de etkileyen bir kural vardır popüler olan doğrudur yada en azından popüler olan geçerlidir diye..halbuki bilimde popülistliğe yer yoktur bunun nedeni ise çok açıktır…dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bilim adamının dikkate alınmamasıdır..çünkü o zaman bunu söylerken popüler olan şey dünyanın düz olduğuydu ve insanlar bunu bilmeden doğru sanıp kabul etmişlerdi…evrimciler de işte bu popülistliğe sürekli baş vururlar..o yüzden aldanmamak gerekir…önce yalanlarını popülerleştirip sonra popülizmi körüklerler…

İşin diğer bir boyutu da…evrimin bilimi ve insan aklını kapsayamadığı ve o yüzdende evrensel olamadığıdır..çünkü evrim çok büyük bir hata taparak subjektifçe ölümü ve ölümden sonrasını yada doğumdan öncesini ve yaşamdaki bazı bilinmeyen ve anlaşılamayan şeyleri kökten reddetmesidir…ama halbuki bu ve bunlarla ilgili sorularda insan beyninden çıkmaktadır ve bilimde otomatikmen bunlarla ilgilenmek zorundadır..işte bu yüzdendir ki evrimin kara bulutlarından kurtulmaya başlayan bilim dünyası son zamanlarda teoloji parapsikoloji,ruhbilimi..vb. konularda bölümler kurmakta ve araştırma yapmaktadır…evrim ise bunları ta baştan reddettiği için açıklayamaz da zaten…evrim zaten bırakın bunları açıklamayı varoluşu bile açıklayamamaktadır ve görmezden gelerek yada işine gelmediği yerleri atlayarak yada insanların sorularından kaçarak maçın ikinci yarısından başlamaya çalışırlar…

Evrimin işte insan aklından çıkan bu sorular karşısındaki çaresizliğini bastırmak için başvurduğu savunma mekanizması ise..ölümden sonrası yok diyerek kestirip atarak insanları hayvanlar içinde sınıflandırıp..sadece doğum ve ölüm arasında hayvanlar gibi yemek,içmek,üremekten ve dolayısıyla yaşamı çıkar savaşından ibaret görerek insanın düşünüp bu soruları soran beynini düşünmeyen ve soru sormayan hayvan yada robot beynine indirgemekten ibarettir..ama düşünüyorum o halde varım sözüyle taçlanan insanın düşünen bir canlı olması evrimin ensesine şaplağı indirmektedir…her zamanda indirecektir…

EVRİM İLAHİ OLMAYAN BİR DİNDİR (EVRİM İLAHİ DİNLERE KARŞI OLAN BİR DİNDİR)

Bu dünya iyi ve kötünün yada doğru ve yanlışın savaşımından ibarettir…
Evrim araştırılırsa felsefi ve mantıksal boyutunun altında ateizm ve satanizm,scientolojism gibi dinsel inançlarla yakın ilişki içinde hatta birbirlerini tamamlayıp desteklediklerini görürüz..
Evrim düşüncesinin karşıtı hepimizin kabul edeceği üzere tartışmasız yaratılıştır…yaşamın başlangıcından öncesi..yaşamın başlangıcı..yaşamın kendisi…yaşamın sona erişi..vede yaşamın sona ermesinden sonraki dönem dinsel kaynaklarda açıklanmış ve insanların hayatlarını dürüst ve mutlu bir biçimde dolu dolu yaşayarak yine huzurlu bir sonsuzluğa ulaşmaları için öğütler verilmiştir…
Evrim ise yaşamın başlangıcı ve yaşam olgusunda çakılıp kalmıştır ve bocalamaktadır…hayatlarını da bunu kanıtlamak için ve eğer kanıtlayamıyorlarsa en azından sahtekarlık yaparak popülerleştirmek için uğraşmakla ve yiyebileceğinden çok yiyip obez olarak açgözlülükte tavan yapıp sürekli maddi mücadeleler içinde ufak başarılarla mutlu olmaya çalışarak tüketirler…çünkü yaşamdan öncesi ve yaşamdan sonrasını baştan kesinlikle reddetmişlerdir…varoluş ve ölüm ise kanıtlayamadıkları ve açıklayamadıkları kısaca bilmedikleri şeylerdir..geriye ise şu kısacık ömürleri kalır ve onun için bencilce yiyebildiği kadar yiyip,içip,sevişerek,maddi çıkarlar uğruna kısa mutluluklar yaşayıp tatmin olmaya çalışarak ortalama 70 yıl olan insan ömrünü açgözlülükle tamamlamaya çalışıp kendini boşa yorarlar…
Evrimcilerin psikolojisi dikkat edersek yaptıkları tek şey ufak anlık zevkler yada başarılarla egosunu tatmin etmektir…dikkat edersek bu mutluluğun tanımı değildir…sevgi,huzur,dostluk,yardımlaşma,paylaşma mutluluğun tanımını oluşturur ki evrimsel zihniyette bunların yeri olmadığı gibi aşağılanır bile…işte bu nedendir ki evrimci materyalistler insan yaşamını hayat bölümünden ibaret sanarak hem yaşamda hemde sonsuzlukta asla mutlu olamazlar…

Evrimciler tüm bu açgözlülüklerini tatmin ederken masum dürüst insanlara hatta doğaya ve hayvanlara bile zarar verirler…kendi maddi tatminleri için sırf kendileri için verilmemiş olan kaynakları faşist ve bencil oldukları için paylaşmayıp sadece kendileri yemeye çalışırlar…işte bunun içinde bu tip insanların zaten ölümden sonrasına ve yargılayıcı bir tanrıya inanmaları beklenemez …satanizm ve scientolojism buradan doğmuştur..paganizmle ise çelişkili bir biçimde yakın arkadaşlık kurmuşlardır…satanizm şeytana inanmaz hristiyanlığın tersi olmasıyla ilkelerini belirlemesi güya dine karşı zıt olma mantığı içerisinde yapılmıştır özünde ateist ve materyalisttir…zaten söylemlerinde şeytan bir olgudur sadece..var olduğuna bile inanmazlar..tanrı yerine koyup tapmazlar bile kafayı üşütmüş olan istisnalar hariç…satanizmde şeytan olgusu benliklerindeki öfke yada nefret egosunu tatmin etmek amacıyla kullanılan bir semboldür sadece…şeytana tapılmaz sadece ego tatmin edilir…işte bu yüzden çoğunlukla ateist olduklarını söylerler.ama bilmedikleri şey ateizminde bir inanç bir din olduğudur…işte evrim aslında kökünde tanrıyı reddetmek ve ‘’ben’’i ‘’ego’’ yu yani bencilliği ve faşizmi yüceltmeyi sağlayan dinsel bir araçtır…


Sonuç olarak evrim ve ateizm arasındaki ilişkiyi kısaca vurgularsak..her insan bir şeye inanmak zorundadır…bu zekasının gereğidir…ve yaşamını anlamlı kılmak için kaçınılmazdır…ateist 'ben' e egosuna tapar…tanrıya tapmaz evet ama taptığı bir şey vardır ‘’kendisi’’…egosu ve düşünceleri onun tanrısı olmuştur…yani bir tanrısı vardır taptığı..ve bu tanrı için bencilce yaşaması gerekir..egosunu tatmin etmek için evrim teorisi ona destek verir..işte evrimin bu kadar kayırılmasının popülerleştirilip yayılmaya çalışılmasındaki amaç budur…

EVRİMİN SÖMÜRGECİ ÇIKAR SAVAŞIMI (İNSANİ DEĞERLERE KARŞI AÇILAN SAVAŞTIR)

Evrimciler neden insanı hayvan olarak görmek ister…atasını hayvan olarak kabul edip hayvanlar arasında sınıflandırır…bunun nedeni de yine bencillik çıkar ve taptığı egosunun tatmini için hayvanca yaşamaktan başka bir seçenek görememesindendir…işte evrimin anafikri budur..yoksa bilimsel hiçbir tarafı yoktur…bilim sadece süslü kelimeler,sahte kanıtlar,geçersiz deneyler ve göz alıcı çizimlerle bu anafikre alet edilir o kadar…
Evrimcilerin yaşamı,diğer yaşamlara bakış açısı ,saygısı ve yaşama katmaya çalıştıkları araştırılırsaşeref,onur,namus,dürüstlük,masumiyet,yardımseverlik,paylaşımcılık,komşuluk,dostluk,arkadaşlık,akrabalık..vb.kavramlara sırt döndükleri ve hatta aşağıladıkları açıkça görülür ve benim bu hasta zihniyete karşı olan başkaldırı ve asiliğim tavan yapar hehhe..sonuçta rockeriz…haksızlığa ve kötülüğe karşı asiyiz…



Evrimciler sürekli bir savaştan bahsedip dururlar..peki bu neyin savaşımıdır…dünyaya mutluluk ve barış getirmek mi…hayııırr…muhtaç ve fakir insanlara yardımmı hehehe tabii kii hayırrr….hayvanları ve doğayı korumak için mi yoksa…hayırr alakaları bile yokk…peki neyin savaşımı
Güçlünün zayıfa karşı savaşımı..güçlünün zayıfı ezmesi ve sömürmesi gerektiğini savunup bunun için daha çok yemek şişmek sömürmek için dünyanın içine etme savaşı…



Peki bu savaşta güçlü ve zayıf denen iki taraf var ve evrimciler güya güçlü tarafta yer alıyor peki evrimcilere göre güçlü olan kimdir..cevap:çıkarı için şerefsizliğe ve onursuzluğa göz yuman insan,namus bekaret gibi insani değerleri aşağılayıp hayvanlar gibi utanmaz olan ve zevk için yaşayıp kısa zevklerden mutluluk duyup tatmin olmaya çalışan insan,duygusuz,bencil ve acımasız olarak çıkarı için kim olursa olsun çocuk masum yaşlı yada genç ayırt etmeksizin öldürüp yaralayıp sakat bırakabilen insan,dostluk akrabalık,arkadaşlık,komşuluk..vb. kavramlara aslında inanmayan ve bu insani ilişkileri sırf çıkarları uğruna sömürmek için kullanıp yalancı ve ikiyüzlü olan insan ve böylece kısa yoldan başarı ve zenginliğe maddeye sahip olup başlangıcı şans eseri olan sonu ise ölümle toprak olup yok olacağına inandığı hayatı yiyebildiği kadar yeme yarışına girip yaşamaya çalışan insan güçlü insandır…böle olmayan insanlar,yaşlılar,ırklarından olmayan çocuklar,hayvanlar,doğa,fakirler,hatta engelliler ise zayıflardır ve yok edilmeli yada sömürülmelidir…

Aslında karşı oldukları nefret duydukları insanlığın kendisidir..bütün zayıflar yok edilse bu sefer güya güçlü olanlar olarak her biri çıkarı için birbirini yemeye başlarlar…
İşte evrimcilerin güçlü üst-insan evrimin son noktasına ulaşmış yaratığı budur..insan kelimesini kullanmakla hata yaptım çünkü böle bir insan olamaz..insan değil çünkü bu yaratık hayvanda olamaz..çünkü hayvan bile ondan daha medeni ve düzgündür…bunlar hayvandan daha aşağı rezil lanetlenmiş yaratıklardır..bu tipler tarihte de yaşamışlar ve yaptıkları araştırılırsa düşünce yapıları yaşamlarıyla söylediklerimın kanıtı görülmüş olacaktır…bu yaratık insan değildir…hayvan bile değildir..evrimcidir..

EVRİMCİLERE GÖRE TÜRKLER AŞAĞILIK BİR IRKTIR      (BANA GÖRE EVRİMCİLER HAYVAN BİLE DEĞİLDİR)




"Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN ÇOĞUNUN MEDENİLEŞMİŞ YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM.
Charles Darwin – madem Türksün darwine göster ürksün
Öncelikle evrimcilerin hayvan bile olamayacağını yukarıda anlattığım için tekrar değinmeyeceğim…ben Türküm ama ırkçı değilim işte Türklüğümle bu yüzden gurur duyuyorum..çünkü türk demek kardeşlik ve misafirperverlik demektir karşılıksız yardım ve dürüstlük evrimcilerin bihaber olduğu şeref onur adalet kavramlarına sahip olan,şerefli ve onuru için canını bile karşılıksız verebilen gerçek insanlık örneği demektir…

Evrimcilerin yukarıda bahsettiğim insan ırklarını sınıflara ayırıp değerlendirirken,siyahileri Afrikalıları,Asyalıları,melez ve esmerleri,Çingeneleri,Kızılderilileri,Arapları,Slavları ve Türkleri aşağılık gelişmemi ilkel ve sömürülmesi gereken zayıf ırklar arasında saymışlardır…özellikle evrimin hakim olduğu Avrupalı materyalist ve ırkçı çevrelerin Türkler hakkındaki yorum ve sözleri araştırılırsa evrim teorisinden ne kadar dayanak alıp bu sözleri ve eylemleri yaptıklarını açıkça görebilirsiniz…

Öyle ki sarışın mavi gözlü açık tenli üstün insan Atatürk ün Asyalı mongol Türklerin başında yer alması sayesinde Türklerin bağımsızlık mücadelesini kazandıklarını söyleyebilecek kadar adi ve aşağılıktırlar…dedelerimize şehitlerimize ve Atatürk’e hakaret etmektedirler…ne evrimcilerin maymundan gelme beyni nede satılmış ruhları o şanlı ruhu şeref ve onur savaşımını anlayamaz zaten…çünkü orada karşılıksız verilen birşey var…adam orada canını veriyor karşılıksız..şehitlik denen bir kavram var ve faşist evrimciler de bunun açıklaması yok… çünkü şeref onur,şehitlik,bayrak..vb. kavramlar yabancı kavramlar madde düşkünü çıkarcı evrimciler için …

Türk milliyetçiliği, kafataslarıyla uğraşmaz. Çağdaş bilimin reddettiği “üstün ırk, aşağı ırk” nazariyeleriyle ilgisi yoktur.

EVRİM MEDENİYETİ ( MADDE VE ZAMAN ARASINDA SIKIŞMIŞ İNSANLARIN YOZLAŞMASIDIR)


Şu zamanda dünyaya baktığımızda yaşamın zaman ve madde arasında koşuşup duran soğuk ve mutsuz insanlarla dolu olduğunu görürüz…buna kimse itiraz edemez…sömürgeci evrimciler işte dünyayı bu hale getirdiler…kimisi geçinebilmek kimiside daha çok yiyebilmek için zamanla sıkıştırılmış hayatlarında maddi değerlere ulaşmak için çırpınıyor…

Madde ve zamanın evrimin iki temel dayanağı olduğunu yukarıda söylemiştik..işte yaşam, zamanla sınırlanmış kim ne kadar çok madde yiyecek yarışına dönüştürülmüştür…işte bu yarışta insanlar en ufak maddi zevk ve değere ulaşıp sahip olmak için şeref onur,namus,akrabalık,komşuluk,dostluk,yardımseverlik..vb. kavramları ya terk ediyorlar yada çıkarlarına daha kolay ulaşabilmek için iki yüzlülük ve duygu sömürüsüyle kullanıyorlar…ve tüm bunları yaparken de zamanla yarışıyorlar…

Bunun sonucunda da yukarıda da bahsettiğimiz kültürel ve sosyal yozlaşma aile kavramının çökmesi,dostluk ve arkadaşlıkların çıkar üzerine kurulması,statü makam yada mevkiye sırf çıkar için daha çok yemek için ulaşılmaya çalışılması ve bunun için her türlü insani değerden ödün verilmesi,alkolizm,uyuşturucu,genç yaşta hamilelik,kürtaj,homoseksüellik,hırsızlık,şiddet,cinayet ve darpların artışı ve bunların günlük hayatta artık sıradan şeyler olarak kabul edilir hale gelmesi…yine evrimci toplumlarda kadının her ne kadar medeni gösterilip,olayın arka yüzünde cinsel obje olarak görülmesi,evlilik kurumunun yıkıma uğrayıp,evlilik dışı çok eşli yaşamın artması ve desteklenmesi,babalık kavramının yok olması,aldatmaların,boşanmaların artması ve çocukların bakımı ve yükün kadın üzerine binmesi,parçalanmış yada soğuk ailelerde büyüyen sorunlu çocuklar,köşeye bucağa atılmış yalnız insanlar ve yaşlılar,daha çok yer sömürmek yada daha çok para kazanmak için silah yada gereksiz eşya yapmak için doğanın katledilmesi,hayvan soylarının bir bir yok olması,savaşlar,katliamlar,kimyasal silahlar..vb. evrimin bu dünyaya biçtiği evrim zihniyetinin doğurduğu dünyamızın yaşadığı en karanlık çağın ve çürümüş medeniyetlerin yaşandığı günümüz dünyasının içine etmekte evrimin başlı başına yaptığı tek şeydir…

EVRİM TEORİSİ, MASONLAR VE MEDYA ÜÇGENİ (BU ORTAKLIĞIN KOKUŞMUŞ AMACI ASLINDA NEDİR?)

Konu boyunca sıkça bahsettiğim gibi darwinin ortaya attığı iddia iddia olmaktan çıkmış dünyanın hiç görmediği  karanlık ve yıkım dolu bi çağın kapılarını açmıştır…
Evrim bilimi değil yaşamı da zehirlemişti…darwinin iddiaları bazı çevreler tarafından hemen kabul edildi ve bilimsel alanda propogandası yapılarak doğru ve gerçekmiş gibi gösterilip saf insanlar kandırıldı…

Sosyal yaşamda ise evrim zihniyetinin yıkıcılığı gözle görülür bir biçimde hissedildi…avrupalı üstün beyaz ırkın temsilcileri olan ülkeler asya amerika afrika ve avustralya kıtasında sömürgeciliğe şiddetli ve kanlı bir boyut getirdiler…ve dünya, tarihi boyunca görmediği acı ve kıyımları gördü…daha sonra diğer avrupalı üstün ırklar gibi olup geri planda bırakılmaya çalışıldığı yada dışlandığı hissine kapılan bir başka ülke bu kez avrupada dahil tüm dünyaya kan kusturmak istedi ve felaketler birbirini izledi…işte tüm bu faşist ülkeler darwin ve ondan etkilenmiş felsefecilerin özellikle etkisinde kalmışlardı…sadece devlet adamları yada kumandanları değil bilim adamları bile bu evrimci felsefecilerin etkisinde kalmış ve yine yukarıda değindiğim gibi sömürdükleri ülkelerden esir aldıkları insanlar üzerinde evrimci materyalist ilkelerin ışığında deneyler yapmışlar ve bu insanlar acı ve işkence içinde ölürken yada sakat kalırken evrimin yanlışlığını da ortaya koymuşlardı…

Bu acı tablolardan dünya ders aldığını sandı ama yanıldı..faşizm ve evrim daha sinsi ve karanlık bir biçimde geliyordu bu kara bulutun adı masonlar ve yahudilerin başrollerinde olduğu soğuk savaş dönemiydi…
Yahudiler haksızlığa uğradıklarının propagandasını çok iyi yaptılar ve dünyada sözde hakkı yenmiş ve haklı bir topluluk olarak kendilerini göstermeyi başardılar…halbuki sürülüp işkence ve katliama uğrayanlar sadece kendileri değildi…nitekim bu durum yahudilerin lobiler aracılığıyla birleşmelerine ve israilin kurulmasıyla da bir bütünleşmeye tamamiyle yol açtı..eskiden beri var olan ama bu kadar etkili ve güçlü olamayan gizli mason/yahudi lobileri…bir anda dünyadaki tüm ülkelerin ekonomilerini kontrol eder bir hale geldi…öyleki bu ülkelerin devlet adamı,asker,bilim adamı ve sanatçıları yanı sıra zengin iş adamları ve tanınmış elit aileleri, masonlar sözde insanlık kardeşlik birliği adı altında paganist yahudi bir ritüelle avuçlarının içine alıyor ve onları elit zengin ve seçkin bir kulübün bir parçası olma yada olamama psikoljisiyle kukla gibi oynatmaya başlıyorlardı.…işte masonlar bu hareketleriyle soğuk savaş dönemi adı verilen günümüzün silahsız ama yıkıcılıkta füzelerden geri kalmayan yeni bir ırkçı evrimci faşist akımı başlatmış oluyorlardı…


Öyle ki her ülkede faaliyet gösteren ve sadece zengin seçkin ve nüfuzlu insanları bünyesine katan mason locaları..bir faşistler kulübü kurdular…ülkelerdeki tüm bilgi ve paranın israil ve yahudi lobisince kullanılmasına olanak veren bu kuşatmada özellikle medya önemli bir sömürü silahıdır masonların soğuk savaş stratejisinde…
Masonların konuyla ilgilerini kolayca anlamak için 2 küçük noktaya değinmek yetecektir:masonluğun materyalist kökeni ve masonluğun faşist amaçları doğrusunda insanlığa karşı uyguladığı sahtekarlık yordamı…
Masonluğun materyalist kökeni kabalaya oradan da eski mısır büyücülüğüne dayanır…aslında Kur an da ki büyücülükle ve eski mısır firavunlarıyla ilgili pek çok ayet masonluğun ne olduğunu ve nasıl bir tehlike olduğunu başlı başına ortaya koymaktadır….işte Kur an ın binlerce yıl önceki o dönemlerden bahsederek tüm insanlığı evrensel bir uyarıyla uyardığı o tehlike taa bugünlere kadar gelmiştir…bu tehlike masonluktur.masonluk=firavun+kabala….eski mısırda firavunun tanrısal liderliği altında kabala kültürüyle yozlaştırılan insanlara ‘’karmaşanın içinden düzen çıkarma’’ felsefesiyle kaos teorisi empoze edilmiştir…kaos teorisi yani düzensizlikten düzen olması yada hastalıktan sağlıklı bir varlık meydana çıkabileceği veya hücresel bozulmadan farklı ve eksiksiz bir canlı oluşabileceği düşüncesi evrimin, masonluğun ve materyalizmin ortak ve en önemli noktasıdır hatta özüdür….kabala sapkınlığının da eski mısırdan beri sapmış insanların maddi çıkar ve zevklere ulaşabilmek uğruna doğaüstü güçlerden faydalanma,medet umma,tek ve mutlak yaratıcıyı reddederek özellikle karanlık güçlerle işbirliğine gitme amacıyla ayinler ve büyüler yapmakta yine materyalizm kabala ve masonlar arasındaki üçgenin özüdür….

Masonluğun kendi dışındaki insanları kandırma ve kullanma yordamı ise hümanizmdir….’’ insanlık’’ kavramı evrilip çevrilerek kardeşlik olarak sahte bir sevgi-iyilik oyununu oynarlar….materyalist dünya görüşlerinin çıkarcı gerçeklerini örtbas etmek için masonlar,insanlık oyunu oynarlar…obez göbeklerinin üstüne önlük asıp sırf dünyevi çıkar ve egoları uğruna bir araya gelmiş olmalarına rağmen kardeşlik, insanlık yalanıyla bunu yaparlar…bu oyun insanlık namına her türlü pisliği kötülüğü hoş görme böylece hümanizmi insanlığı karanlığa indiren merdiven olarak kullanmaktan ibarettir…ayrıca ‘’tanrı içimizde’’ sözü tamamen masonik bi sözdür ve hümanizmin özüdür….bununla ilgili türk mason localarının 1923 te yayınladığı meşrik-i azam kayıtlarında şu yazar:
‘’Biz artık Allah ı hayat gayesi olarak tanımayacağız…Biz bir gaye yarattık…O gaye Allah Değil beşeriyettir’’
‘’O halde mabedimizi tetkik edersek,kendimizi tetkik edersek,kainatın ulu mimarına gideriz…ve kainatın ulu mimarı kendi içimizdedir..’’(masonik yayın mimar Sinan dergisi yıl:25 sayı:27-28 syf:40)




medya kuruluşları da kasıtlı olarak evrimi desteklerler….hiç alakası olmayan zamanlarda ve sık sık gazete ve dergi sayfalarında ,tv programlarında planlı olarak evrimi destekleyen yalan haberler,yazı ve programlar yer alır….



Mason medyaya göz attığımızda evrimi desteklemeleri,düzenli olarak sürekli evrimin propagandası yapılarak hangi ülkenin medyasını kukla gibi kullanıyorsa o ülkenin milli,kültürel,sosyal değerlerini yıkıcı,bozucu ve toplumun yozlaşmasını mutsuz ve soğuk,duygusuz,milli manevi değerlerinden kopuk ruhsuz,yozlaşmış dejenere olmuş, gözü aç, hep daha çoğunu isteyen,bencil,egosunu hiçbir zaman tatmin edemeyen bir yapıya bürünmesini amaçlar…bu amaca ulaşmanın tek ve en iyi yolu da sevgi,yardımseverlik ve insani duyguları hayvanlaştırıp aşağılayan zayıflık belirtisi görüp yok etmeye çalışan evrimci zihniyetin bir zehir gibi toplumlara ve gençliğe empoze edilmesidir…böylece bozulan halkları medya aracılığıyla direkt ve entel elit çağdaş kesim örnek sunularak yönetmek,kontrol altında tutup sömürmek daha kolay olacaktır…kutsal gördükleri toprakları üzerinde olanlar hariç kan akıtmaya gerek yoktur…çünkü ölü her insan onların cebine girmesi engellenmiş eurolar demektir..işte bu yüzdendir ki dünya üzerinde herhangi bir insanın yaptığı herhangi bir alışverişten en az %1 den % 70’lere kadar olan oranı mason ve yahudi lobilerine ve oradan da israilin faşist ve ırkçı emellerinin başarıya ulaşması için kullanılmak üzere gerekli bağlantılar ve yollar kurulmuştur…


Nerede bir pislik,kötülük,nifak,katliam,savaş,yıkım,işkence ve haksızlık varsa altından kapkara iğrenç bir böcek gibi evrim çıkmakta  ve tüm bu pisliği pompalamaktadır…medya patronlarını ve çoğu entel yazar ve sanatçıyı avucunun içine alan masonlar ülke medyasını evrimin sapkın ve ahlaksız ilkelerini özellikle gençleri ve kadınları ilgilendiren programlarla halka empoze etmeye çalışmak işte bu soğuk savaşın en önemli kuralıdır..çünkü evrimin bozucu ve yıkıcı etkisiyle toplum ülkemizde de son zamanlarda görüldüğü gibi kültürel dejenerasyon,sosyal yozlaşma insanların gruplaşması ve bölünerek sırf çıkar ve statü için birbirlerine düşmeleri masonların en büyük amacıdır…çünkü bölünmüş birlik olmayan dağılmış herkesin maddiyat uğruna yalnızlaşmasıyla parçalanıp yardımseverliğin olmadığı toplumları sömürmek ve kontrol etmek en kolay şeydir..işte soğuk savaşın amacı budur…soğuk savaşın işte bu en önemli stratejisiyle bir ülkeyi sömürüp kontrol etmek..öyle ki silahla askerle bombalarla bile başarılamayacak birşeyi başarma imkanı vermektedir..hemde kolayca ve kayıpsız olarak…

 EVRİM BİLİMİN TA KENDİSİ DEĞİLDİR (EVRİMCİLERİN EVRİM DIŞINDA HİÇBİRŞEYİ BİLİMSEL SAYMAMA PROPOGANDASI BİLİMİ KENDİ ÇIKARLARINA ALET ETMEK AMACIYLA BAŞVURDUKLARI BİR İKİYÜZLÜLÜK,YALANCILIK ÖRNEĞİDİR VE DÜRÜSTLÜKTEN NASİBİNİ ALMADIKLARININ KANITIDIR)

Başlık uzun olduğu için kısa bir yorum yapıp içlerinde tanınmış ve ünlü bazı bilim adamlarının da söylemiş olduğu sözler yazacağım..bundaki amacım…evrimi çürütmek değildir..o zaten çürümüştür..amacım bilimin sadece evrim olmamasıdır.. bilimi sadece evrimden ibaret olarak gösterme çabası sahtekarlıktan başka bir şey değildir..ve subjektif olmanın ne demek olduğunun birebir tanımıdır…bu takım tutar gibi yanlılık ve tarafsız olamama durumunun,fanatizmin tavan yapması anlamına gelir.. 
‘’kambiyen devri fosilleri çin,afrika,ingiliz sömürge adaları, isveç ve grönland’ta bulunmuştur…kambiyen devrinde meydana gelen patlama tüm dünyayı etkilemiştir…ama bu olağanüstü patlamayi bilimsel olarak incelemek ve tartışmak
mümkün olmadan bu fosilleri bulan  Charles Doolittle Walcott tarafından evrim gemisini batırmamak için gizlendi…çünkü bu fosiller kompleks ve karmaşık canlı yapılarına sahipti’’
bilim adamı Gerald schoreder

‘’canlılar 543-490 milyon yıl önce yaşanmış olan kambiyen döneminde,mükemmel ve kompleks halleri ile bir anda ortaya çıkmıştır.’’
Cambridge grubu bilim adamları derek briggs,simon morris,Harry whittington


"Biz astronomik standartlar göz önüne alındığında, çok fazla özen gösterilmiş, kollanmış ve şefkat gösterilmiş bir grup yaratıklarız... Eğer evren şu anki en hassas kesinliğinde yapılmış olmasaydı hiçbir zaman var olamazdık. Benim görüşüme göre mevcut şartlar, evrenin insanın içinde yaşaması için yaratıldığını gösteriyor".
Prof. John O'Keefe, NASA  astronomi uzmanı

"Fizik kanunları çok üstün bir dehanın ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı".
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizikçi

"Demek istediğim şudur ki evrenin bir amacı vardır. Orada öyle, bir şekilde şans eseri var olmamıştır".
Prof. Roger Penrose, Matematik profesörü

“Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.”
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizik profesörü

"İnancın rahmeti çok büyüktür"
Roger Bacon – Muhteşem doktor

"Bilim insanların inancı kabul etmelerini sağlamada büyük bir avantaja sahip" 
Roger Bacon – Muhteşem doktor

‘’Hataya düşmemizi engellemek için çalışmamız gereken önümüzde iki kitap var, birincisi Yaratıcının vahyi olan Kutsal Kitap, ikincisi O'nun gücünü ifade eden yaratılanlar’’
Francis Bacon – Bilim Adamı


"Tabiat hiç şüphesiz Yaratıcının hiç vazgeçemeyeceğimiz, okunması gereken diğer bir kitabıdır" 
Galileo Galilei- mucit

"Yaratıcıyı anlamak için sahip olduğunuz tüm duyularınızı kullanın."
Johannes Kepler – Astronominin kurucusu

‘’Başta bütün işler Yaratıcı tarafından yaratıldı, sonra bugüne kadar O'nun tarafından muhafaza edildi ve hala ilk yaratıldıkları gibiler."
John Ray – Botanik biliminin öncülerinden

"Özgür bir adam için doğanın güzelliklerini ve Yaratıcının sonsuz aklını ve yüceliğini düşünmekten daha değerli bir şey olamaz"
John Ray – Botanik

‘’Dünyadaki mevcut sistemin mükemmel bir şekilde planlanmış olması, özellikle de hayvanların sahip oldukları ilginç özellikler, duyular ve hayranlık uyandıran yapıların hepsi tarih boyunca düşünürlerin Yaratıcının varlığını kabul etmelerine neden olmuştur’’
Robert Boyle- Modern kimyanın kurucusu

"Yaratılış tek bilimsel açıklamadır" 
İsaac Newton – sölemeye gerek yok sanırım


‘’Bizler Yaratıcıya muhtaç, aciz kullar olarak, kendi aklımıza göre Yaratıcının aklının büyüklüğünü ve yüceliğini görmeli ve O'na teslim olmalıyız’’
İsaac Newton – Söylemeye gerek yok sanırım

‘’Yaratıcı sonsuz ve mutlaktır; gücü sınırsızdır ve her şeyden haberdar olandır; varlığı sonsuzluğa dayanır; her şeyi yönetir, yapılan ve yapılacak olan her şeyi bilir. O sonsuz ve sınırsızdır; ... Daimidir ve vardır; Varlığı daimidir, her yerde mevcuttur; her zaman ve her yerde var olmasıyla O, tüm zamanı ve aralıklarını yaratır.

İsaac Newton


‘’inançsız astronomlar deli olmalı"
William Herschell – Astronom

"Bir çalılıktan karşıya geçerken, ayağımı bir taşa doğru attığımı farz edelim. Bana, nasıl olup ta o taşın oraya geldiği ya da orada bulunduğu sorulsaydı, bildiğim her şeyin dışında, muhtemelen bir şekilde önceden beri orada olduğunu söylerdim... Ancak, yerde bir saat bulduğumu farz etseydik bu durumda o saatin nasıl olup ta orada olduğunu sorgular ve neticede daha önceki cevabımı veremezdim.
Aksine, saatin parçalarının birbirleriyle olan uyumu ve bir sistemi oluşturacak şekilde bir araya gelmiş olmaları bize belli bir zamanda, belli bir yerde ve belli bir amaç için bir ya da birden fazla sanatkârın saati tasarlayıp yapmış olduklarını düşündürürdü."
William Paley – Teolog

"Dünyayı tek bir Yaratıcı yarattığına göre, bütün tabiat bir bütünün parçaları olmalı"
Michael Faraday – sölemeye gerek yok sanırım

‘’Bilgim arttıkça dinin ilahi kaynağının kanıtları daha da netleşiyor, Yaratıcının büyüklüğü anlaşılıyor, gelecek ümit ve zevkle aydınlanıyor’’
Samuel Morse – Mucit (ünlü mors alfabesi çaktınız mı)tabii bide ‘’mors olmak’’ var hehehe

‘’Yaratıcının isteklerini öğrendikten ve itaat ettikten sonra yapacağımız diğer şey O'nun aklını, gücünü ve iyiliğini yaptığı işlerin kanıtından bilmektir. Tabiat kanunlarını bilmek Yaratıcıyı bilmektir’’
James Joule – Mucit

‘’Doğayı ne kadar çok incelersem, Yaratıcı'nın eserleri karşısında inancım o kadar çok artıyor’’
Louis Pasteur –söylemeye gerek yok sanırım

‘’Bilim insanı Yaratıcıya götürür.’’
Louis Pasteur – ünlü söz

‘’Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, ancak diyalektik materyalizme olan bağlılık uğruna inanılır’’
Robert Shapiro – kimyager dna uzmanı
‘’Hür düşünen insanlar olmaktan korkmayın. Eğer derin düşünürseniz, bilim aracılığıyla Yaratıcının inancına yönelirsiniz.’’
William Thompson - Fizik

‘’Hayatın kökenine baktığımızda, bilim, kesin bir şekilde o Büyük Kudret'in varlığını onaylar’’

William Thompson – Fizik

‘’Bilim kalesinin yüksek zirveleri Yaratıcının muhteşem işlerini gösteriyor’’

J.J. Thomson – Fizik profesörü – elektronu bulan bilim adamı

"Yaratıcının işleri büyüktür"

John Strutt – Kaşif

"Benim tek yaptığım, Yaratıcının yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu Yaratıcının eseri, benim değil."

George Carver – Botanik tarım

‘’Biz, evrenin bir dizaynı ve kontrol gücünü gösterdiğini keşfettik’’

James Jeans – Fizik

‘’Evren hakkında yapılan bilimsel bir araştırmanın sonucu tek bir cümleyle özetlenebilir: Evren, bilgisi sonsuz bir varlık tarafından dizayn edilmiştir.’’

James Jeans – Fizik

‘’Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır.’’ (Einstein, Science, Philosophy, And Religion: A Symposium, 1941 ch. 13)

Albert Einstein – konuşmaya bile gerek yok sanırım

‘’Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.’’

Albert Einstein – tartışmaya gerek yok artık

‘’Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor.’’

Albert Einstein – boşuna en zeki insan değil

‘’İnsan eliyle uzayda uçmak şaşırtıcı bir başarı ama uzay, kapılarının çok az bir kısmını insanlara açıyor. Bu delikten evrenin geniş esrarına bakmak, Yaratıcı'ya olan kesin inancımızı onaylıyor. Evreni var eden üstün bir Aklı tanımayan bir bilim adamını ve gelişen bilimi reddeden bir din adamını anlamakta güçlük çekiyorum’’

Wernher von Braun – Astrolog-mucit

‘’İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı her şeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki her şeyin tesadüfen oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir.’’

Wernher von Braun – Astrolog-mucit-ünlü nasa direktörü

‘’Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: 'İman et. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır.’’

Max Planck – ünlü fizikçi ve kaşif
  
"farklı ırkların zihinsel özellikleri birbirinden çok farklıdır; bu hem duygusal hem de entellektüel yeteneklerinde kendisini açıkça belli eder" 
Charles Darwin – teorisyen


‘’Birçok bilim adamı ve teknoloji uzmanının Darwin teorisine dilleriyle hizmet ediyor olmalarının tek nedeninin, bu teorinin bir Yaratıcı olduğunu reddetmesi olduğunu kabul etmek zorundayız.’’
Michael walker – Antropolog

‘’tesadüf kavramı, ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir.’’
Pierre Paul Grasse - Zoolog



KÜNYE

Tür; Araştırma,deneme,makale
İçerik;Bilimsel,Tarihi,politik
Kaynak; Her şey
Dönem;Mayıs 2006 - Temmuz 2007
Güncelleme;2. Bölüm için veri toplanıyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder