ANTİFAŞİST & ANTİMATERYALİST MANİFESTO
EVRİM YALANI VE FAŞİZM ( EVRİM: DÜNYANIN EN BÜYÜK YALANI)
Evrime
karşı olmamın ve koyu bir antiemperyalist ve antimateryalist olmamın altında
materyalizm ve onun şeytandan olan öz çocuğu emperyalizmin yalancı,dürüstlükten
uzak,bilimi ve insanlığı kendi çıkarları uğruna kullanan ve dünyayı karanlık ve
pislik bir hale getirmeye çalışan tüm akımlarda doğrudan yada dolaylı olarak rol
oynaması yatmaktadır…
Konuya
öncelikle teori kelimesinin anlamıyla başlayayım..teori kanıtlanmamış bilimsel
hipoteze verilen isimdir…evrim bir teoridir..darwin de bir bilim adamı değil
teorisyendir…evrimin bırakın kanıtlanmayı günden güne batan bir teori olduğunu
öncelikle darwinrin ‘’teorilerimin bilim geliştikçe kanıtlanacağını umuyorum’’
sözüyle hemfikir oluruz…bilim gelişmiştir ama ortada kanıtlanmış bir şey olmadığı
gibi..ilk baştaki ateşli halini artık kaybetmeye başlamış ve unutulmaya
çürümeye yüz tutmuştur..ama gelin görün ki çürümekte olan ölüsünü bazı sözde
bilimsel ve sosyal çevreler ayakta tutmaktadır..buna da ayrıca
değineceğim..evrim sadece bi iddia aşamasındadır. Ve öle kalmıştır..
Kanıtlanmış
hipoteze ise teorem denir ve evrim teorisi..adı üstünde teori..ya tutarsa..asla
bi teorem değildir ve olamayacaktır..çünkü kanıtlanıp bir ''teorem'' durumuna
gelen teorilerin neredeyse tamamı matematiksel teorilerdir...bunun nedeni de
hiçbir tesadüf ve varsayıma dayanmamasıdır...evrim ise tamamen tesadüf ve
varsayımlara dayanmaktadır...
EVRİMCİ YALANCILAR NASIL MAYMUN FOSİLİYLE İNSANLARI KANDIRDILAR?
Bilindiği
gibi fosil bilimine paleontoloji denir…paleontolojiyi bir bilim dalı
haline getirenler aslında evrimcilerdir…amaçları bir tanecik.. sadece bir tane
olsun yarı insan yarı maymun yada yarı sürüngen yarı balık bir canlının
fosilini bulmaktı…bunun için öyle paralar ve imkanlar
kullandılar ki..paleontoloji bir anda gelişti..fakat gel gör ki bırakın gelişmeyi
çöken bir şey vardı; evrim..evrimciler dünyanın altını üstüne getirdiler ama
yok..yok işte…ilk başta buldukları her canlı fosilini evrim çizelgesinde bir yere koymaya çalıştılar…olmayınca..kendi sahte fosillerini yaptılar..oda
olmayınca bu konu başlığında da
gördüğümüz yağlı boya resimlerle ,kara kalem çizimlerle heykellerle yetinmeye
başladılar…şimdi burada evrimcilerin binlerce sahte-yalan örneğinden ünlü-bilinen
sadece birkaçına değineyim:
Archaeoraptor
Çin de bulunduğu söylenen aechaeoraptor fosili ile bazı
darwinist bilim adamlarıyla en büyük evrim savunucusu dergi national geographic
yetkilileri kandırıldı ve yarı kuş ,yarı sürüngen fosili olarak kuşların atası
diye savundukları bu fosili sonra sahteliği açıklanınca aslında bunların
hiçbir şeyi araştırmadıkları ve bilimden bihaber oldukları ortaya çıktı…Çinliler
evrimcilere sahte fosil satıp keklemişlerdi…
piltdown adamı
evrimci Charles Dawson tarafından
sadece bir çene kemiği olarak bulunan bu fosil bi anda hiçbir araştırma ve deney
yapmayan sözde bilim adamı darwinistler tarafından insanların maymun atası
olarak müzelerde bile sergilendi..yarım milyon yıl ömür biçildi ve sadece bir çene kemiğinden aşağıda gördüğünüz maymunsu insan piltdown adamının resimleri
uydurulup çizildi..hehehe..evrimcilere göre evrim kanıtlanmıştı ta ki bilim
gelişip canlıların kemik yaşının belirlendiği testlerin geliştirilmesine kadar…kemik bir kaç yıllık bir orangutana
aitti..işte evrimcilerinin yalan söyleme metodu budur..araştırma, bilimsel
deney vb. trişka..amaç farklı..
Coelacanth(zavallı evrimciler)
Coelacanth nedir biliyormusunuz…evrimcilerin hani denizdeki
ilkel canlıların nasıl oluyorsa karaya çıkıp kara hayatını başlattıklarını
söyledikleri balık…yüzgeçleriyle yürüyüp karaya çıkmış ve evrile evrile sonuçta
maymun ve insanı ortaya çıkaran balık…hehe…aaa bu o balık ama
yaşıyo..hehehe..ne iş…sakın kimse bunlar evrilememiş te öle kalmış
demesin…cevabını çok sert veririrm…
Australopithecus afarensis(lucy)
Evrimci bilim adamlarının insanın atası
ve ara geçiş formu olarak ortaya sürdüğü aferensis ve ona bağlı alt türler ne
yazık ki maymun fosilleri çıktı..hani bildiğimiz maymunların atası..insanın
değil…maymunun…ahh.ahh..halbuki evrimciler ne güzel resimler çizmişlerdi..hayal
güçlerine hayranım doğrusu..ama kıskanmıyorum..bende güzel resim çizerim…öle bir maymunsu insan çizerim ki evrim kanıtlanmış olur..hehehe..
neyse fosil konusu uzun sürer…evrim yok…dediğim gibi
paleontolijiyi evrimciler geliştirdiler sırf bir tane bile olsun bizim olsun
diye ara form bulmak için…dünyanın altı üstüne getirildi..yüzbinlerce fosil
bulundu…tüm yaşamı evrimle açıklamaya çalışan zihniyet bi tane kanıt
bulamadı…bi tane bulunmazmı ya..bi tane…hehe..yok..bulamayınca kendileri yapboz
yapar gibi yaptılar..ama bilim gelişince neyin ne kemiği olduğu kaç yaşında
olduğu anlaşılır hale gelince yalanları bir bir ortaya çıktı…evrimin
sergilendiği müzeler boşalmaya başladı..yani sen tut 200 bin yıllık maymun
fosiline 20 yıllık insan kemiği koy hehehe..bilim yermi…bunun dışında bir
maymundan başlayıp dik durarak sözde modern insanı gösteren grafik çizim de ilk
baştaki türler maymun sonrakiler ise eski insan ırklarıdır…ve dikleşip 2 ayak
üstünde yürüme diye bir şey yoktur…
konuya kesin ve
doğru bir nokta koyarsak sonuç şudur: dünyada fosil araştırmaları yapılırken
toprak altında çağ yada devirlerin katman katman olduğu görülür…fosiller bu
katmanlar arasında bulunur ve hangi çağa ait oldukları anlaşılır…bu katmanlarda
var olan ve yok olan canlıların bir anda var olup yok oldukları
görülmüştür..üzgünüm evrim…s.çtın…
EVRİMİN TESADÜF SAÇMALIĞI (LOTO TUTTURMAYA BENZEMEZ BU İŞ)
yani ayıp..şimdi herkes ne olduğunu bir tarafa bırakıp
düşünsün…ben koyu bri antimateryalist oluşumu…diğeri darwinist oluşunu bir tarafa
bıraksın…yerde yürüyen karıncanın yapısının ne kadar kompleks olduğunu
biliyormusunuz…sadece bir karıncayı örnek verdim…genoloji bilimi gelişti bir hücrede dahi ne kadar genetik bilgi olduğunu biliyormusunuz…karıncanın içerisindeki
sistemlri düşünün..o yaşayan canlı bir varlık…teknoloji ve bilim o kadar
gelişti ki…o karınca tesadüfen olamaz… kör olan karıncanın yön bulma sistemi
bile ansiklopedik bilgi içerir…evrimcilerin kafası almaz bunları…kusura
bakmayın ama o karınca şans eseri olmadı..şans eseri yolunu bulmuyor ve hiç
kimseye sormadan ve ihtiyacı olmadan şans eseri yaşamıyor…bu iş lotoyu
tutturmakla açıklanamaz..şans eseri olan bir şey varsa oda evrim teorisidir…
şimdi karıncadaki bu kompleks yapıların temelini hücreler
oluşturur..ki bu hücrelerin yapıtaşı dna ve prıoteinlerdir..
Bu, şu anlama gelmektedir: DNA ve proteinler ilk andan
itibaren var olmalıdır, yoksa hayat mümkün olmayacaktır.çünkü bu bilinen tüm
canlıların yapı taşıdır Bunların rastlantısal olarak aynı anda ortaya
çıktıklarını iddia etmek ise, tek kelimeyle saçmalamaktır.sadece oluşması değil
bu proteinlerin rastlantısal olarak hücreyi..hücrelerin birleşerek dokuyu
oluşturması ve bu dokularında her nasılsa tesadüfen yine birbirinden tamamen
farklı ve karmasık yapıya ve görevlere sahip organ ve sistemlere dönüşmesini
vedeee tüm bu organlar ve sistemlerde böcek mi,kuş mu,sürüngen mi yada insan mı
mekanizmasına dönüşeceğini lotoya bağlamak afedersiniz yani…ayıp…böyle bişeye
karşı olmamam imkansız tabi ama afedersiniz ama bir fikirdir bir tezdir diye olan
saygımı da kaybediyorum…
Evrimcilerin bu kısıtlama yüzünden sarıldıkları RNA
dünyası tezi de onları hayatın kökeni alanındaki çıkmazdan kurtarmamaktadır.
1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bu
senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendisini
kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu. Sonra bu RNA
molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı.
Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı doğmuş ve her
nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıştı. Bu tezin sıraladığı aşamalar adeta bir ‘imkansızlar
zinciri’ oluşturuyor hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmiyordu.ve bu da bir iddia
olarak kalmış durumdadır..ama materyalist çevreler tarafından sanki kanıtlanmış
doğru güncel bilimsel bir gerçekmiş gibi hayatın başlayısını böyle açıklıyorlar.
Gerçekte değişik türler arasındaki benzerliklerden hiçbirisi
evrimsel bir ilişkiyi göstermez. Farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA
ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında,
canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklılıkların, öne
sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde
ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli
bir artış yaşanmış olmalı, buna paralel olarak da gen sayılarının kademeli
olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal
ürünü olduğunu göstermektedir.
Çoğu evrimci biyolog, yaşamın başlangıcını üç temel alemde
bulabileceklerini düşünüyorlardı... Tam DNA dizilimleri, başka türlü genlerin
karşılaştırılmasının yolunu açtığında, araştırmacılar basitçe bu ağaca daha
fazla detay ekleyeceklerini umuyorlardı. Ama Aksine, genetik karşılaştırmalar,
hem RNA ağacıyla hem de birbirleriyle çelişki içinde bulunan pek çok farklı
hayat ağacı versiyonu ortaya çıkardı.
Peki insanların DNA'larının % 95 oranında da olsa
şempanzelerinkine benzemesi ne anlama geliyor? Bu soruyu cevaplamak için, insan
ile başka canlılar arasında yapılan diğer bazı karşılaştırmalara da bakmak
gerekiyor.
Bu karşılaştırmalardan biri, insan ile nematod filumuna bağlı
solucanlar arasında yapılmış ve % 75 benzerlik gibi ilginç bir sonuç ortaya
çıkmıştır. Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de,
insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge
Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının
bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır. Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün
örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir.
Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır,hatta genetik araştırmalar
derinleştirildikçe insanla patates arasında bile yakın akrabalık bağı
kurulabilmektedir.
Tüm bu tablonun gösterdiği ise şu: İnsan ve diğer canlılar
arasında genetik benzerlikler var. Ama bu benzerlikler herhangi bir "evrim
şeması" ortaya çıkarmıyor.
Bu genetik benzerliklerin var olması ise, son derece doğal,
hatta kaçınılmaz. Çünkü insan bedeni de diğer canlılarla aynı malzemeden, aynı
atomlardan oluşuyor. İnsanın soluduğu hava, yediği besinler, içinde yaşadığı
iklim hayvanlarınkiyle aynı. Dolayısıyla insan da diğer canlılarla benzer
proteinlere ve bunların genetik kodlarına sahip. Ama bu, insanın diğer
canlılarla ortak bir kökenden geldiği, onlardan evrimleştiği gibi bir anlam
taşımıyor.bu tek bir üstün zekanın ürünü olduklarını gösteriyor.
Nitekim, farklı canlılar arasında yapılan genetik
karşılaştırmalar, 150 yıllık evrim ağacını alaşağı etmiş durumda. Genetik
bulgular, evrim teorisini reddediyor.
Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel
açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin'in evrim teorisi bilim
dünyasına hakim olmadan önce verilmişti. Canlılardaki benzer organları ilk kez
gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu
organları ortak bir tasarım örneği olarak görmüşlerdi. Yani benzer organlar veya
benzer genler, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli
bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde tasarlanmış oldukları için
benzerdir.
Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan
"ortak ata" iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane
açıklamanın söz konusu "ortak tasarım" açıklaması olduğunu
göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, canlılar ortak bir planla yaratılmışlardır.
BİG-BANG EVRİMİN SURATINA PATLADI
Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir
patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi
dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam
aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri
oluşturacak hale getirmiştir.” - Prof. Fred Hoyle
“Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir
noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin
milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden
içine çökerdi.”- Stephen Hawking
''İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi
geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir
ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar
tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu
iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın
pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.'' - Anthony Flew
Ünlü hubble teleskobunu duymayanınız
yoktur…duymamazlıktan geleniniz vardır (örn. Evrimciler) ama duymayanınız
yoktur…
Bilindiği gibi 1930 lu yıllara kadar
evrimciler evrenin başlangıcının sonsuz olduğunu ve amaçsız tesadüf ürünü
olduğunu kabullenmişler ve bunu bilimsel saymışlardı…
Ama son teknoloji ürünü olan hubble
teleskobunun bulguları evrimcileri üzdü…çünkü bulgulara göre evren
genişlemekteydi..bu evrenin bir noktadan başlayarak büyüdüğü anlamına
geliyordu..yani sonsuz değildi…bu noktanın sıfır hacme sahip olması gerektiği
anlamına gelir ki bu çok büyük bi çekim gücü demektir..evren ise işte bu noktanın
patlamasıyla oluşmuştu…buna big bang büyük patlama denir…yani evren sıfır yok
iken var olmuştur ve genişlemektedir…
Bu patlama sonucu oluşan parçacıklar ise yine dev galaksileri,sistemleri,yıldızları ve gezegenleri oluşturmuştur ki bunların yörüngeleri,hızları,açıları,yapıları ve üzerindeki canlı cansız varlıkların yaşam standartları güneş sistemi de dahil çok ince ve karmaşık hesaplamalarla yürümektedir..bu hesaplamalar ise hatasız tam olması gerektiği gibidir..en ufak bir değişiklik çok büyük felaketlere neden olur…işte tüm bu hassas denge ve kanunlar kusura bakmayın tesadüfen olamaz…big-bang evren ve uzay konusunda astronomide artık tamamen kabul görmüştür..evrim değil…
GÖRECELİK EVRİMİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜ (İŞİNE GELMEYENİ GÖRMEMEZLİKTEN GELEN EVRİMCİLER DÜNYANIN EN ZEKİ İNSANI SAYILAN AYN ŞTAYNI BİLE DIŞLADI)
"Bireyin yaşantıları bize bir
olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar
'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey
için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez.
Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki
bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur.’’- Ein Stein
Einstein in ünlü,bilim çevreleri tarafından kabul edilmiş geçerli sayılan teorisi izafiyet kavramı..evrimin bacaklarını kesmiştir..çünkü evrimi ayakta tutan iki bacağından biri maddenin mutlak ve sonsuz olduğu diğer bacağı ise zamanın mutlak ve sonsuz olduğudur…görecelilik kavramı evrimi yere yıkmıştır..
İzafiyet teorisi bizim çevredeki
maddeleri yada zamanı algılarımız olarak açıklar…yani madde diye bir kavram
yoktur…üç boyutlu mutlak bir madde ve geçip biten bir zaman yoktur…zaman ve madde
aslında bizim algılarımızdan ibarettir.
Çevremizdeki tüm maddeler aslında 5
duyu organımızın beynimize yolladığı ve hafızamıza kaydedilen sinirsel
algılardan ibarettir..buna göz konusunda da değineceğim..madde mutlak
değildir..asıl olan mekansızlıktır…
Aynı şekilde zamanda görecelidir…bir
yerden bir yere giderken kişi belli bir süre geçtiğini sanar.ama durum hiçte
öyle değildir…buda tamamen 5 duyumuzun bize öyle algılamasından ibarettir…ilk
bulunduğumuz yeri duyularımız vasıtasıyla beynimize kaydederiz sonrada ikinci
bulunduğumuz yeri beynimiz kaydederken kıyaslama yapar ve zaman süre kavramı
ortaya çıkar..ama eğer o arada hafızamızı geçici bir süre kaybettiğimizi
düşünelim…o zaman geçen bir zaman söz konusu olmayacaktır…yani zaman mutlak
değildir..aynı madde gibi zamanda göreceli bir kavramdır…işte ein stein in
izafiyet kanunu aynı big bang gibi ketum evrimciler hariç tüm bilim
çevrelerinde kabul görmüş ve bugün geçerli sayılmaktadır…evrim değil…
MILLER DENEYİ TUTARSIZ VE ÇAĞDAŞ BİLİMDE KABUL GÖRMÜYOR ( EVRİMCİLER NEDEN ELLİ YIL ÖNCESİNDE KALIP DENEYİ GELİŞTİREMİYOR…)
Bunun açıklamasını kısa kısa yapmadan
önce evrimcilerin miller deneyinin göz boyamadan başka bir şey olmadığını
söylemek zorundayım…aslında bu konuyla ilgili araştırmalar yaparsanız kısıtlı
bilgiler elde edersiniz…bulacağınız şey basit bir düzenek ve kısır bir deneydir…evrim konusunda bu kadar önemli görülen bir deneyin bu kadar kısır ve
küçük kalmasının nedeni ise çağdaş bilimin bu deneyi tutarsız ve geçersiz
saymasıdır…ancak halen 50 yıl öncesinde kalmış evrimciler bunu bilmeden sözde
kanıt diye ha bire ortaya koymaktadır..peki neden gelişen bilimle birlikte
deney geliştirilemedi evrimciler tarafından ve 3 değil canlıyı oluşturan diğer
aminoasitler neden sentezlenmeye çalışılmadı..ve daha ilerisi gelişen bilimle
tüm bu aminoasitlerin birleşerek ilk hücre ve dolayısıyla doku ve canlıları
oluşturabileceği ortamlar uydurup deneyler yapılamadı…çünkü miller deneyi
uydurma ve yetersizdi..evrimciler bile artık bunun peşini bıraktı..işte:
1.miller sözde deneyinde kullandığı ilk atmosferde olduğunu varsaydığı (olduğu değil) amonyak ve metan kullandı ama 20 yıl sonra gelişen bilimle özellikle jeolog Abelson un bilim dünyası tarafından kabul edilen araştırmasında ilk atmosferde hiçbir zaman metan ve amonyak olmadığını kanıtlamıştır…Kabul edilen bu araştırmada ilk atmosferin millerin varsaydığının aksine karbondioksit,su buharı,hidrojen ve azottan oluştuğunu kanıtlayıp kesinleştirmiştir…heheh millerin o uyduruk deneyi bu gerçek kanıtlanmış atmosferle tekrarlandığındaysa hiçbir amino asit elde edilememiştir..ve bu deneyi 1975 te chen ve ferris adlı biyokimyacılar yapmışlar ve miller deneyi 1975 ten beri tartışmasız olarak çürümüştür…aynen hala 1953 ler de kalmış evrimcilerin beyinleri gibi…
2-miller deneyde kafasından sallayarak
ilk atmosferde dünyada oksijen olmadığını söyleyip miller deneyini yaparak büyük
bir hata yapmıştır…oysaki gelişen bilimle jeologların araştırmaları sonucunda
3,5 milyar yıllık demir katmanlarının bulunmasıyla oksijenin var olduğu
kanıtlanmıştır…eğer miller bunu bilip deneyinde oksijen kullansaydı amino
asitleri parçalayabilecek olan oksijen deneyi başarısız kılacaktı…ama bunu
yapmadı…çünkü kendine göre bi atmosfer uydurmuştu…
3-millerin soğuk tuzak saçmalığı ise
başlı başına uydurmadır…miller sahte atmosferine elektrik vererek oluşturduğu
amino asitlerin yokolmasını önlemek için cold trap denen asla dünyada
var olmamış bir ortam oluşturmuştur kendince…böylece sentezlediği aminoasitleri
kendi oluşturduğu ortamdan izole ederek korumaya çalışmıştır..ama yapılan
araştırmalarda asla ilk zamanlarda böle bilinçli bir mekanizma olmadığı ve bunun
deneyin diğer tarafları gibi bilinçli olarak uydurulduğu kanıtlanmıştır…zaten
bu mekanizma olmadan miller deneyi tekrarlandığında da deney çürümüştür..
4-millerin yaptığı bu deneyin sonucunda
canlıyı değil canlının yapıtaşı olan 3 amino asit sentezlendi..işte bu hep ön
plana çıkarıldı ve propogandası yapıldı..halbuki deney sonucunda ortaya çıkan
bazı şeylerde vardı bunlarda görmemezlikten gelindi ve üstü örtüldü…miller
deneyi sonunda 3 amino asit çıktı ama çok sayıda o amino asitlerle reak siyona
girip parçalayacak olan maddede açığa çıktı…bu bir faciaydı…ama bunu bilen
yalancı evrimciler durumu gizlediler..yada zaten bilgisiz oldukları için önem
vermeyip bunu göremediler haklarını yemeyeyim hehehe…
5-evrimci national geographic ten
miller deneyinin artık evrimci olsun olmasın tüm bilimadamları tarafından
terkedildiğini gösteren makalesinden alıntı:
“Pek çok bilim adamının bugün, ilkel
atmosferin Miller’in öne sürdüğünden farklı olduğuna dair kuşkuları vardır.
Bilim adamları, ilkel atmosferin hidrojen, metan ve amonyak yerine
karbondioksit ve azottan oluştuğunu düşünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötü
bir haberdir. Çünkü karbondioksit ve azotu tepkimeye soktuklarında elde edilen
organik bileşikler oldukça değersiz miktarlardadır. Bu, koca bir yüzme havuzuna
atılan bir damla gıda renklendiricisiyle aynı yoğunluktadır. Bilim adamları bu
derece seyrek çözeltideki bir çorbada hayatın ortaya çıkmasını hayal etmeyi
bile güç buluyorlar.” National geographic (The Rise of Life on Earth-1998)
6- ve earth dergisi yine bu deneyin
artık tamamen geçersiz sayıldığı 1998 yılındaki sayısından:
“Bugün Miller’in senaryosu şüphelerle
karşılanmaktadır. Bunun bir nedeni, jeologların şu an ilkel atmosferin başlıca
karbondioksit ve azottan oluştuğunu kabul etmeleridir. Bu gazlar ise 1953’teki
deneyde (Miller deneyi) kullanılanlardan çok daha az aktiftirler. Kaldı ki,
Miller’in farz ettiği atmosfer va olmuş olabilseydi bile, amino asitler gibi
basit molekülleri çok daha karmaşık bileşiklere, proteinler gibi polimerlere
dönüştürecek gerekli kimyasal değişimler nasıl oluşabilirdi ki? Miller’in
kendisi bile, problemin bu noktasında ellerini hızla ileri uzatıp, ‘bu bir
sorun’ diyerek şiddetle iç geçirmektedir. ‘Polimerleri nasıl yapacaksınız? Bu o
kadar kolay değildir.” Earth (Life’s Crucible-1998)
7-ve son darbe deneyi yapan millerin
itirafı:
“Metan, azot ve yok denecek kadar az
miktarlardaki amonyak ile su buharı karışımı ilkel dünya için daha gerçekçi bir
atmosferdir. Amonyak okyanuslarda çözüneceğinden atmosferde çok miktarlarda
bulunamazdı. - Stanley miller (Current Status of the
Prebiotic Synthesis of Small Molecules)
“Şimdiye kadar kabul ettiğimiz şartlarda,
azotun kararlı olduğu bileşik amonyak olmasına rağmen, bu amonyak gazının büyük
kısmı okyanuslarda amonyum iyonu ve amonyak karışımı olarak çözünecektir.” - Stanley miller (science c.159 s.423)
8-ve deneyi çürüten jeolog Abelson:
“Metan ve amonyak gazlarını içeren
ilkel bir atmosfer hipotezinin sağlam temellerden yoksun olduğu ortaya çıktı ve
gerçekten de çürütüldü.’’ - Philip Abelson (National Academy of Science Proceedings
c.55, s.1365)
GÖZ (BAKARKÖRLERİN GÖZ GÖRE GÖRE SÖYLEDİĞİ GÖZ YALANI)
Bu başlık altında da evrimcilerin
özellikle yakından ilgilendikleri göz konusuna değineceğim…burada evrimcilerin
kompleks yapıları anlayamaması ve indirgemeye çalışması ile 3 boyutlu madde
kavramının mutlaklığının çöküşü gözler önüne serilecektir.
Eğer iki gözde, ayrı ayrı oluşan
görüntüler, beyinde tam olarak birleştirilmeseydi dünyayı çift ve iki boyutlu
görecektik. Bu da şu gerçeği ortaya çıkarmaktadır; dış dünya üç boyutlu
değildir. Her şey aynen bir sinema perdesinde olduğu gibi, iki boyutludur. Bu
iki boyutlu görüntüden, her bir gözümüz için birer adet mevcuttur.
Gözlerimizden bir tanesi aynı nesneyi belli bir açıdan iki boyutlu olarak
görürken diğer gözümüz aynı nesneyi farklı bir açıdan iki boyutlu olarak görür.
Bu olağanüstü bir durumdur, çünkü; bugüne kadar gördüğümüz her şey yani
vücudumuz, evimiz, arabamız, arkadaşlarımız kısaca her şey birbirinin aynısı
olan iki boyutlu, iki görüntüden oluşmaktadır.
Bu bilimsel gerçek 1848 yılında İngiliz fizikçi Charles Wheatstone tarafından ortaya çıkarılmıştır. Derinliği algılamanın mantığı üzerine araştırma başlatan Wheatstone, stereoskopik görmenin temel ilkelerini ortaya atmıştır. Stereoskopik görüntü oluşturma, düz bir yüzeyde üst üste (biraz farklı açılardan) çizilmiş iki resmi her iki göz için farklı filtre edip, her göze kendi açısından çekilmiş görüntüyü sunmak ve derinlik algısı oluşturmaktır.
Bu bilimsel gerçek 1848 yılında İngiliz fizikçi Charles Wheatstone tarafından ortaya çıkarılmıştır. Derinliği algılamanın mantığı üzerine araştırma başlatan Wheatstone, stereoskopik görmenin temel ilkelerini ortaya atmıştır. Stereoskopik görüntü oluşturma, düz bir yüzeyde üst üste (biraz farklı açılardan) çizilmiş iki resmi her iki göz için farklı filtre edip, her göze kendi açısından çekilmiş görüntüyü sunmak ve derinlik algısı oluşturmaktır.
Görüntüler arasındaki fark çok basit bir deneyle ispatlanabilir. Bir ağacın dallarına önce iki gözünüzle sonra tek gözünüzle bir süre bakın. Daha sonra iki gözünüzü tekrar açın, dallar daha derin gözükecektir.
Bir başka deney daha yapabiliriz. Tek gözünüzü kapadıktan sonra bir dikiş iğnesine iplik geçirmeye çalışın. Büyük olasılıkla bunu yapmakta zorlanacaksınız. Çünkü tek gözle derinlik algısı olmayacağından, iğne ile iplik arasındaki küçük mesafe farkını algılayamayacak ve ipliği deliğe geçiremeyeceksiniz. Birbirlerinden bağımsız olarak gören gözlerin görüntülerinin tek bir görüntü haline getirilmesi, bunu yaparken iki boyutlu görüntülere üçüncü bir boyut eklenmesi olağanüstü bir durumdur. Asıl önemli olan ise bu durumun evrimcilerin mutlak 3 boyutlu madde kavramını kökten çürütmesidir…
Her gözün gördüğü görüntü retinada ortadan ikiye ayrılır. Bu bölümlerden gelen sinyaller ayrı ayrı yollardan beyne ulaşır ve burada tekrar birleştirilir. Retinada İkiye Ayrılan Görüntü, Beyinde Kusursuz Bir Şekilde Birleştirilir Bu görüntülerin parçalanması ve tekrar birleştirilmesi için mükemmel bir geometrik uyumun yanı sıra birbirini izleyen kompleks işlemler gerekmektedir. Bu noktada daha ilginç olan bir olay ise beynin parçalanan görüntüyü orjinaline uygun olarak tekrar birleştirmesi ve bu görüntüde hiçbir kayma, karmaşa, kopukluk bulunmamasıdır. Bütün bu mucizevi olaylar insanın iradesi dışında gerçekleşmektedir:
Görme olayı biraz daha detaylı incelendiğinde, göz ile beynin büyük bir uyum içinde hareket ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Bu işlemlerden birkaçı şu şekildedir:
İki ayrı gözün retinasından gelen sinyallerin üst üste çakıştırılması, Bu görüntülerin karşılaştırılarak derinliğin algılanması, Çizgi ve sınırların fark edilmesi, Görme merkezinde renk analizi, Beyinde parlaklığın algılanması,
Retinadan gelen görüntünün parçalanıp tekrar birleştirilmesi ve görsel hafızayla tamamlanması, Görüntünün ters çevrilmesi, Kör noktaya düşen görüntünün, boşluk olarak kalmaması için doldurulmasıdır ki bu durum bilindiği gibi sadece organik değil kimyasal ve fiziksel optik mekaniğin kompleks bir bileşiminin sonucudur…evrimciler işin daha organik kısmında takılıp planktonların ışık algılayıcı hücrelerini ilk göze örnek göstermeye ve gözün kompleks yapısını indirgemeye uğrşadursun..planktonda ki bu oluşum bile başlı başına komplekstir ve planktonları ilkel canlılar olarak görüp ilk gözü tanımlamaya çalışırlar…halbuki yine ilkel bi canlı saydıkları box jellyfish deniz anasında ki kompleks göz yapısı neredeyse sözde kendinden evrimleşerek oluşmuş olan yada sözde üst gelişmiş ileri çağdaş canlılarda bile yoktur…
Canlıların sahip oldukları kusursuz ve kompleks organların evrim
teorisinin tesadüf iddiaları ile açıklanabilmesi imkansızdır. Canlılardaki tüm
organ ve yapılardaki kusursuzluk ve benzersizlik, özel bir tasarım
gerektirmektedir. Gerek birbirinden mükemmel özel parçaları ile, gerekse
indirgenemez komplekslik özelliği nedeniyle evrim teorisinin geçersizliğini
ortaya koyan bu kusursuz organlardan biri de her noktasıyla farklı ansiklopedik
bilimsel bilgiler ortaya koyan gözdür.
İnsan gözü, 40 farklı organelden oluşur ve işlev görebilmesi için bu parçaların tümünün bir arada olması şarttır. Gözü oluşturan kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, göz kasları, göz kapakları gibi doku ve organlar aynı anda büyük bir uyum içinde çalışırlar. Her birinin ayrı bir görevi vardır ve bu göreve uygun mükemmel bir yapıya da sahiptir fakat hepsi birbiriyle bağlantılı çalışır. Dolayısıyla, herhangi birinin eksikliği halinde gözün görme yeteneği bozulacaktır.
Bu durum, evrim teorisinin aşamalarla, kademe kademe, tesadüfen oluşum iddiasına tamamen ters düşmektedir. Darwinistlerin, gözün görmesini sağlayacak sayısız mucizevi olayın açıklamasını yapmaları gerekmektedir. Oysa evrimciler, göze ait tek bir hücrenin varlığını bile açıklayamamışlardır. Dolayısıyla böylesine kompleks bir organın hayali evrimsel süreç ile oluşması imkansızdır.
Evrim teorisinin gözle ilgili olarak açıklayamadığı yüzlerce konudan birkaçına aşağıda değinilmiştir:
İnsan gözü, 40 farklı organelden oluşur ve işlev görebilmesi için bu parçaların tümünün bir arada olması şarttır. Gözü oluşturan kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, göz kasları, göz kapakları gibi doku ve organlar aynı anda büyük bir uyum içinde çalışırlar. Her birinin ayrı bir görevi vardır ve bu göreve uygun mükemmel bir yapıya da sahiptir fakat hepsi birbiriyle bağlantılı çalışır. Dolayısıyla, herhangi birinin eksikliği halinde gözün görme yeteneği bozulacaktır.
Bu durum, evrim teorisinin aşamalarla, kademe kademe, tesadüfen oluşum iddiasına tamamen ters düşmektedir. Darwinistlerin, gözün görmesini sağlayacak sayısız mucizevi olayın açıklamasını yapmaları gerekmektedir. Oysa evrimciler, göze ait tek bir hücrenin varlığını bile açıklayamamışlardır. Dolayısıyla böylesine kompleks bir organın hayali evrimsel süreç ile oluşması imkansızdır.
Evrim teorisinin gözle ilgili olarak açıklayamadığı yüzlerce konudan birkaçına aşağıda değinilmiştir:
- Akıl ve şuur sahibi olmayan göz hücrelerinin, vücudun diğer hücrelerinden farklı olarak görüntü oluşturmaya kendi kendilerine karar vermeleri mümkün değildir.
- Göz;
görüntüyü yorumlamakta, bunu elektrik akımına çevirmekte ve beyne
iletmektedir. Gözün ve bu sırada görev alan sayısız sinir hücresinin,
akımın beyne iletilmesi gerektiğine tesadüfen karar vermeleri imkansızdır.
- Gözden
beyne iletilen şey bir elektrik akımıdır. Vücudun diğer dört duyu
organından alınan bilgiler de elektrik akımı şeklinde beyne iletilir.
Gözden gelen akımların başka bir şeye değilde, her defasında kusursuz bir
görüntüye dönüşmesinin hiçbir hayali evrimsel mekanizma ile açıklanabilmesi
mümkün değildir.
- İki
ayrı gözden farklı iki görüntü gelmekte ve bunlar mükemmel bir mekanizma
ile birleştirilerek tek bir kusursuz görüntü oluşmaktadır. Bu durum,
farklı görüntüleri algılayıp yorumlayan, sonra bunları bir bütüne
tamamlayarak bize kusursuz görüntü veren söz konusu yapıların şuurlu
hareket ettiklerinin ve kesinlikle tesadüfen meydana gelemeyeceklerinin
açıklamasıdırlar.
- Gelen
görüntü göz içerisinde önce tersine çevrilmekte, çeşitli işlemlerin
ardından beynin görme merkezinde tekrar düz hale getirilmektedir. Yağ ve
proteinlerden oluşmuş bu yapının, görüntüyü önce ters olarak algılayacak,
sonra kusursuz ve hatasız bir şekilde düze çevirecek bir yeteneğinin olması
elbette mümkün olamaz. Böyle bir özelliğin rastgele oluşması imkansızdır.
- Karşımızdaki
renkli dünyanın görüntüsünde hiç bir bulanıklık olmaması, hiç bir kopukluk
oluşmaması, görüntünün daima mükemmel bir netlik ve uyuma sahip olması
gözün bilinçli olarak yaratılmış mucizevi bir organ olduğunun en açık
delillerindendir.
- Göz
hücrelerinin, renkleri hiçbir zaman birbirine karıştırmamalarının,
hareketi, arka planı kusursuz olarak algılamalarının kontrolsüz ve şuursuz
tesadüfi olaylarla açıklanması imkansızdır.
- Karşınızdaki
kişi sizinle konuşurken gördüğünüz görüntü ile duyduğunuz ses, daima bir
uyum içindedir. Ne sesi görüntüden, ne de görüntüyü sesten dakikalar hatta
saniyeler sonra algılamazsınız. Oysa ses ve görüntü mesajları, iki farklı
organdan gelen farklı iletilerle mümkün olmaktadır. Bu durumda, insanın
sahip olduğu söz konusu uyumda bir olağanüstülüğün varlığı açıktır.
- Görüntüyü
gören hücrelerdir. Görüntüyü ileten hücrelerdir. Görüntüyü beyinde
algılayan yine hücrelerdir. Bu hücrelerin bulunduğu ortam, yani
kafatasının içi zifiri karanlıktır. Kapkaranlık bir kutunun içinde
rengarenk, hareketli ve 3 boyutlu bir dünyanın rastgele oluşması mümkün
değildir.
- Hiçbir
kamera, hiçbir fotoğraf makinesi, hiçbir televizyon, gözün meydana
getirdiği görüntünün bir benzerini oluşturamamakta, onun oluşturduğu
kusursuzluğu yakalayamamaktadır. 21. yüzyıl teknolojisi ile taklit
edilemeyen bu yapı açıkça bir şuurun, bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
- Görüntüyü
tanıyanın, onu hafızadaki saklı görüntülerle karşılaştıranın,
yorumlayanın, hissedenin, görüntüyü hatırlayanın yağ ve proteinlerden
oluşan hücreler olması imkansızdır. Bir insanın gördüğü görüntüyü
yorumlayabilme yeteneğinin olması da zaten apayrı bi kompleks yapının
varlığını gösterir
Gözle ilgili olarak saydığımız bu özelliklerin hiçbirinin tesadüflerle açıklanabilmesi mümkün değildir. Göze ait hiçbir parça, algılayabilme ve yorumlayabilme özelliklerine sahip olamaz. Hiçbir hücrenin tek başına karar verme, verdiği kararı uygulayabilme, iş bölümü yapabilme, dolayısıyla şuurlu davranabilme gibi bir özelliği olamaz. Evrim teorisinin, her parçası başlıbaşına şuurlu davranan bu organın özellikleri ile ilgili olarak getirebileceği hiçbir açıklama yoktur. Bu durum sadece göz ile sınırlı da değildir,kulak,dil,burun,sonra böbrek ,mide,kalp,sonra sindirim,dolaşım,solunum sistemleri ve tüm bunlar o kadar kompleks ve aynı zamanda birbiriyle uyumludur ki sadece insan değil,bir tırtıl yada sineği hayran duyulacak hale getirir bu durum yani evrimin tesadüf açıklaması bu kompleks, bilimin birçok dalının içinde bir arada görüldüğü bu mükemmel yapıları açıklamak için çok basit ve yetersiz kalır…
Evrimcilerin gözle
ilgili yalan ve yanılgıları ilk başta gözün aslına mükemmel bir yapıya sahip
olmadığından bahsederler…buradaki amaç indirgeme düşüncesine bir yol açma
çabasıdır ki gözün zamanla bozulduğunu ve bu yüzden mükemmel olmadığından
bahsederler…yaşlılık ve göz hastalıkları gözün mükemmel olmadığını göstermediği
gibi evrimi de başlı başına çürütür…
İkincisi ise kör
noktadır…evrimciler yine kör noktayı gözün yapısındaki gereksiz bir oluşum olarak
lanse ederek gözün mükemmel olmadığını işe yaramayan kısımları olduğunu öne
sürerek saçma bir şekilde kendilerini ve evrimi haklı çıkarmaya çalışır…halbuki
kör noktanın nedeni yukarıda bahsettiğimiz gibi gözün ilk etapta görüntüleri 2
boyutlu gerçek haliyle algılayıp beyinde 3 boyutlu olarak algılanmasının bir sonucudur..ki buda maddenin aslında 3 boyutlu mutlak bir kavram olmadığını
gösterir..bu izafiyet teorisinin kanıtı evrimin çöküşüdür..işte kör nokta
budur..
Üçüncü iddiaları
ise biyolojik safsatalarıdır…evrimcilerin gözün evrimiyle ilgili en büyük
iddialarının kaynağı ışıktır…canlıların ışık la birlikte hayat mücadelesindeki
başarıyı hedefleme oranına göre gözün evrildiğini öne sürer.ilkel saydıkları
benek gözlerden çok gelişmiş keskin şahin gözlere hayali bir yolculuk
yaparlar..ama işin ilginç kısmı ki bunu araştırabilirsiniz..mesela kabuklu
sınıfındaki bazı canlıların kendi yakın akrabaları olan kabuklulardan farklı
göz yapılarına sahip oldukları görülür..hepsi aynı ortamda ve ışıkta
yaşadıkları halde…evrimin en büyük desteği değil yanılgısıdır ışık…çünkü ilkel
saydıkları benek gözler yada ışık algılayıcılarına sahip canlılar içinde sahip
oldukları bu gözler mükemmel ve komplekstir…yaşamlarını sürdürmeleri için tam
olması gerektiği gibi tasarlanmıştır ve o canlı için bu göz yeterlidir.ki bu
canlılar genellikle ışığın fazla olmadığı ortamlarda yaşarlar…hatta günümüze
dek gelen yaşayan fosil adı verilen bu çok fazla rastlanılmayıp keşfedilememiş
türlerin üyeleri incelenirse ki binlerce yıl önceki atalarından farklı bi göz
yapısı geliştirmedikleri görülür…kambiyen devri canlıları evrimcilerın mış muş
ifadelerle varsayımla ışık ve evrimi ilişkilendirerek ilk göz tipi olarak
var sayar ama gelişen fosil bilimiyle kambriyen devri canlıların kendine özgü hiç
değişmemiş yaşam şartlarına göre birebir uyumlu kompleks canlılar olduğunu
gösterir…nitekim bir arı,örümcek,insan veya kartal tam ihtiyaç duydukları göz
yapısına sahiptirler ve bunlar kendi içinde indirgenemez bir kompleksliğe ve
çalışma mekanizmasına sahiptirler…ki bu görme işinin içinde tekrar söylersek
optik fizik kimya ve biyolojinin dalları girer ve çok ince formülize edilmiş
hesaplarla bu iş olur…yani optiğin şu kanunu var…evrim derki eğer bi köstebeğin
gözü iyi gelişmemişse bunu nedeni ışığa yönelmemiş olmasıdır…üstün gelişmiş
gözler ışıkla haşir neşir olmayla yada hayat savaşımında ışıktan faydalanma
oranının yüzdesinin canlı tarafından arttırılmasıyla oluşmuştur…halbuki ışık
şiddeti eğer gözün yapısının gerektirdiğinden daha fazla örn. 30 kandela
sınırındakine 35 kandela ışık şiddeti verilirse göz ne olacaktır..gelişip üstün
bi göz oluşturacaktır…hehehe saçmalıyorum galiba..hehehe..göz
bozulacaktır…zaten göz kapakları gözü kısma hareketi işte bunun için
tasarlanmıştır…göz kapağı olmayan yada göz beneği biçiminde göze sahip canlılar
ise ilk yaratıldıkları günden bugüne dek değişmeden karanlık mağrada da ve sularda
yaşarlar…evrim üzgünüm yine s.çtın..
Elbette ki hiçbir hücre, tek başına bilinç gerektiren işler yapmaya muktedir değildir. Göze ait hücrelerin her birinin şuurlu davranmalarının tek sebebi, kendilerini akıllı bir tasarımın ürünü olmalarıdır ve indirgenemez olmalarıdır.evrimin saçmaladığı şekilde yukarıda bahsettiğimiz retina,mercek,ağ tabaka sinirler,ışık şiddeti..vb. birbiriyle bağlantılıdır..evrimin haklı olabilmesi için canlının bunları sırayla evrimleştirmesi gerekir..indirgemenin söz konusu olabilmesi için retinanın herhangi bir şekilde herhangi bir şeyden evrilmesi gerekir ki..retina evrildi diyelim…niye evrilsin..retina tek başına hiçbir işe yaramaz..çünkü göz kompleks bir yapıdır..retinanın iş görmesi için diğer yapılarında var olması ve birbiriyle uyumlu bir biçimde de çalışma şuuruna sahip olması gerekir.zaten evrimcilerin de bildiği gibi sadece örneğin retinaya sahip olan bir canlı yoktur..çünkü sadece retina hiçbir işe yaramaz..göz indirgenemez…bir canlı durup dururken retina ortaya çıkartamaz..ne geçmişte ne şimdi ne gelecekte böyle bir mantık saçmalık yok…dünyanın hiçbir çağında böyle bir görüntü yok…durup dururken ortaya çıkan tek şey evrimin saçmalıklarıdır…
Peki evrimciler neden gözle,
yanıldıklarını gördükleri halde bu kadar ilgileniyorlar ve kanıtsız,uydurma
iddialar ortaya atıyorlar işte nedeni:
"Farklı mesafelerdeki cisimleri
benzersiz bir mükemmellikte odaklayan, farklı oranlardaki ışığa göre kendisini
uyarlayan göz gibi bir organın doğal seleksiyona dayalı rastlantılarla ortaya
çıktığını öne sürmek, itiraf ediyorum ki, olabilecek en yüksek düzeyde
saçmalamaktır."
Charles Darwin diyor bunu artık yuhh
"Gözü düşünmek çoğu zaman beni
teorimden soğuttu..."
Charles darwinn
Ve evrimcilerin korkulu rüyası ve tüm yalan dolanlarının kısaca
nedeninin özeti olan materyalizmin babası darwin in kendi sözü:
"Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır."
Heheehe..ben evrimci olsaydım..işte
bu sözden sonra hemen uydurma deneyler,yalanlar,propoganda,savaşlar..vb. ile
gerçeği görmezden gelip saplantılı bi psikolojiyle harekete geçerdim
hehehe…yaratılış görmezden gelinmeli,yaratılış yok,olamaz,haaayııırrr…hehehe
Yine son söz olarak konuyla ilgili şunu
söyleyebiliriz ki,savaşlar işgaller olan zamanlarda ırkçı faşist sömürgeci
devletlerin biyolog ve profesörleri sömürüp işgal ettikleri ülkenin insanları
üzerinde özellikle gözleri üzerinde sayısız deneyler yapmışlardır…evrim
ilkelerini amaç edinerek evrimci bilim adamı ve doktorların bu deneyleri
sonucunda kobay olarak kullandıkları özellikle çocuk ve engelli insanlar büyük
acılar çekerek kör olmuşlardır…gözler üzerinde özellikle iki amaç
hedeflenmişti…birincisi indirgeme..ikincisi ise değiştirmeye çalışma…yani evrim
uygulanmaya çalışılmış …sonuç gelişme değil körlük olmuştur…
EVRİMİN VARYASYON OYUNU (EVRİMİN YALANCILIK VARYASYONLARI)
Varyasyon yani türleşme bir canlının
genetik bilgisinin farklı eşleşmelerle farklı sonuçlar ortaya çıkarmasıdır…yani
söz konusu genetik bilgi zaten mevcut olduğu gibi ortaya çıkan canlıda
orjinalin bir yansımasıdır…farklı olan değişen bambaşka bir canlı söz konusu
değildir..evrimin öne sürdüğü gibi tür içinde değişme ve türler arası geçiş
bilimsel olar söz konusu bile değildir.
Bunu daha iyi anlamak için futbolu
örnek verebiliriz..hepimiz duymuşuzdur futbolda değişik atak varyasyonları oyun
düzeni ve dizilimiyle ilgili varyasyonları..vb. ama futbolda her ne gibi bir
varyasyon uygulanırsa uygulansın futbol oyun kuralları içinde olmalıdır…yoksa
cezalandırılır.. yada daha yumuşak bir tabirle futbol oyunu ortaya koymuş
sayılmazsınız..aynen evrimin bilimsel bir şey ortaya koyamadığı gibi…
Evrimciler gen havuzu adı verilen
olguyu işlerine gelmediği için yok sayarak aynı canlı üzerinde örneğin sinekler
ve bazı bitkiler üzerinde eşleştirmeler yaparak temelde aynı ama iki farklı
bireyin eşleşmesiyle oluşan üçüncü farklı bireyi elde ederek evrimi
kanıtladıklarını sanarlar…iki farklı sivrisinek cinsini çiftleştirirseniz
ortaya çıkan yavru iki atasının da özelliğini taşıyacağından bif melez ve farklı
bif cins olacaktır…bu durum köpekler göz önüne alınırsa daha kolay
anlaşılır..bugün bile değişik köpek cinsleri çiftleştirilerek yine değişik
köpek cinsleri elde edilmektedir…ama sonuçta köpek köpektir..köpekten başka bir şey elde
edemezsiniz…
Evrimcilerin bu kör akılları darwin e
dayanır çünkü darwin bir gün pazara gitmiş ve farklı inek türlerini görünce
evrimin ilk önce canlı türünün kendi içinde değişmeye başlaması ve değişe
değişe artık örneğin ineğe benzemeyen bir atın ortaya çıktığını iddia
etmiştir…halbuki bu imkansızdır..örneğin köpek cinsleri arasında istediğiniz
kadar varyasyon uygulayın yine köpek elde edersiniz..başka bir canlı asla elde
edemezsiniz…
Evrimcilerin bu iddiaları bilimin
gelişmesinden etkilenmemektedir..çünkü onlar kanıtsız darwini,subjektif bir aklı
ve deney mantığını seçmişlerdir…işte bu yüzdendir ki teorileri çürümeye
mahkumdur..bunun nedeni ise darwini bir peygamber gibi görmelerindendir…yine bu
konuyla ilgili darwin in ta o zamanlar söylediği bu sözü halen daha genetiğin
ilkelerine rağmen kör bir bağnazlıkla söyleyebiliyorlar:
"Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum.’’ - Charles Darwin teorisyen
Bende merak ettim şimdi yeni doğan bir kız çocuğunu
suya koyup hiç çıkarmasak orada beslenip büyüse suda evlense ve çocukları ve
torunları da bu şekilde devam etse acaba yarı balık yarı insan bir deniz kızı
ortaya çıkar mı…hiç sanmıyorum..çünkü aklım başımda ..gözümde kör değil…bir insan
çevresel faktörlere göre değişik renk,dil davranış ve kültürlere sahip olabilir
ama her ne kadar ufak farklar görünse de o insandır…duygularıyla düşünceleriyle
tamamen bir insandır..işte dünya üzerindeki halklar böle
oluşmuşlardır…kesinlikle farklı bir canlıdan değil..ve sonuçta da asla farklı bir canlı meydana gelmeyecektir…ilk insanla günümüz insanı arasında zeka ve
mükemmellik açısından hiçbir fark yoktur..işte bu yüzdendir ki ateş ve tekerlek
gibi buluşlar dünyanın en önemli buluşları sıralamasında ilk sıraları alırlar..vede
günümüzde bir Afrikalıyla Asyalı Amerikalıyla Avrupalı birbirinden üstün yada
aşağı değildir…her insan ırkından zeki yada evrimci…dürüst yada evrimci…güzel
yada evrimci…iyi yada evrimci insan çıkmaktadır..hehehe
Gen havuzu ilkesi ise işte bu sınıra
verilen addır..hayvan türleri içerisinde kendilerine göre bir gen havuzu ve
sınırlaması vardır…ve bu gen havuzunun genetik bilgileri o türe ait her canlıda
mevcuttur..yani zaten elde edilebilecek olanı elde edersiniz..fazlasına asla gen
havuzunun duvarları izin vermeyecektir
İşte bu bilgi doğrutusunda gelişen
genetik bilimi genetik değişmezlik (genetic
homeostasis) ilkesini kabul etmiştir artık…işte bu ilke yukarıda bahsettiğimiz
gibi canlı türleri arasında yıkılamaz duvarların olduğunu bir canlı türünün
bambaşka bir canlı türüne asla dönüşemeyeceğini ve iki farklı tip sinekten
farklı da gözükse yine bir sinek elde edebileceğimizi ama bununda orijinal var
olan gen bilgisinin olanak verdiği ölçüde olabileceğini söyler.
"bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin
bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı
sınırlar içinde sabit tutar" - Luther burbank zooloji uzmanı
"Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli
sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır ve, örneğin, üzüm
değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını
silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl
içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi
beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor
sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma
noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış
durumdayız." - Edward deevey biyolog
Doğal popülasyonların çoğunda, varyasyon oldukça
yüksektir. Bakteriler gibi, mayoz bölünme ile çoğalmayan türler bile genetik
varyasyona sahiptirler.Richard M. Harrison life science ancyclopedia
‘At serisi türler arası geçiş için
önemli bir sorun teşkil ediyor.’’ Stephen jay gould - Paleontolog
OTA BENGA (EVRİMCİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR VE OTA BENGA)
Evrimciler insanın kökeni isimli darwinin
kitabından etkilenerek özellikle maymun insan arası araform bulma yarışına
giriştiler..yukarıdada bahsettiğim gibi paleontoloji ve fosil bilimiyle
dünyanın her yanında araştırmalar yaptılar ve piltdown adamı sahtekarlığından
sonra dünyada halen ara geçiş formuna sahip yarı insan yarı maymun canlıların
bilinmeyen balta girmemiş ormanlarda ilkel hayatlarını yaşıyor olabileceğini düşünerek
afrika ve avustralya kıtasına yöneldiler…özellikle evrimcilerin ve faşist
ülkelerin ilgi kaynağı afrikalı siyahi insan ve avustralyalı pigme insandı…ve
kazılarda aborjinlerin mezarları bulundu…bu insan ırkının kaş ve çene yapısı
evrimcilerin onları hiçbir araştırma yapmaya gerek görmeden gelişmemiş
insan kategorisine koymalarına yetti bile…
Aborjinlerin mezarlarından çıkan kafatasları
evrimcilere ve müzelere gönderildi ..ama işin kirli tarafı müzeler ve
evrimcilerin bu kafataslarına azımsanmayacak değerde paralar veriyor
olmalarıyla açığa çıktı..
Kısa sürede mezarlıktaki kafatasları tükenince
evrimci kafatası avcıları vahşi ve iğrenç bir girişimde bulunmaya başladılar…ırkçılığın
tavan yaptığı bu girişimin adı katliamdı…para için aborjin yerlileri öldürülüp
kafaları parçalanıp kafatasları çıkarıldı ve bunlar eskitilerek müzelere ve
evrimcilere satıldı…bunu yapanlarsa kendilerini üstün insan ırkı aborjinleri
ise değersiz alt ara geçiş formu olarak görerek haklı çıkaran evrime inanmış
yaratıklardı…o yüzden masum ve savunmasız insanları sırf para için öldürmekte
hiçbir sakınca görmediler…
İşte bu katliamda öldürülen kadın çocuk erkek
aborjinlerin kafataslarındaki özenle kapatılmış mermi delikleri ve vahşet
creation magazine de ayrıntılı olarak yazılmıştır…ayrıca bu kafataslarının en
iyi örnekleri ise evrimi kanıtlamak adına kurulmuş olan Smithsonian Enstitüsü depolarında bedeli ödenerek depolanmıştır…
Yine aynı evrimci mantıktan dayanak alan faşistler,insanlık
arasında üstünlük aşağılık sınıflandırması yapmış ve kendilerini bi b.k sanıp yukarıda da
söylediğimiz gibi özellikle afrikalı ve avustralyalı insanları köle olarak
bedavaya çalıştırmış..işine yaramayınca ölüme terk etmiş,hiçbir hesap vermeden
istediği gibi işkence etmiştir…
Durum sadece kölelikte değildir..bu insanlar sömürüp işgal etmek
parçalamak istedikleri ülkelerde kendi askerlerinin yerine gönderilip
savaştırılmışlardır..bunun en büyük örneği kurtuluş savaşıdır…şanlı dedelerimiz
bu savaşı ingiliz fransız üniforması giydirilmiş avustralyalı afrikalı ve
asyalı askerlere karşıda vermiştir…çünkü kendilerinin sözde çok gelişmiş
evrimin üst seviyesindeki değerli k.çlarını çizdirmemek için sömürgelerindeki
insanları aşağılık faşist emellerine alet etmişlerdir…
Bu vahşeti canlı canlı göz önüne seren olaysa afrikalı ünlü ota
benga nın yaşadıklarıdır…ota benga 1904 te kongo da evrimci araştırmacı Samuel
Verner tarafından insanla maymun arası canlı ara geçiş formu olarak evrimci
bilimadamlarına gönderildi…ota benga (dost anlamına gelir)
zincirlenerek,kafeslenip gemiyle avrupaya gönderildikten sonra aynı yıl evrimci
bilim adamları tarafından ara form diye sunularak maymunların olduğu diğer
kafeslerin arasında teşhir edilerek sergilendi…daha sonra ise amerika new york
taki bronx hayvanat bahçesine götürülerek şempanze goril ve orangutanların
arasında insanın ilkel atası olarak sergilendi hatta koyu evrimci William Hornaday
böyle bir yaratığa sahip olduğu için gurur duyduğunu söyleyerek övüne övüne uzun
konuşmalar yaparken ziyaretçilerse ota benga ya bri hayvan gibi davranıp
aşağılayıp alay etmişlerdir…tüm bu eziyete dayanamayan kendi dilinde adı dost
olan iki çocuk babası ota benga intihar ederek hayatına son vermiştir.. kafesinin önündeki tabelada şunlar
yazmaktaydı:
Afrika pigmesi "Ota
Benga"
Yaş:23
Boy:4 fit11 inç
Ağırlık: 103 Paund
Bulunduğu yer: Kasai Irmağı Kongo
Dr Verner Tarafından bulunmuştur.
Her öğleden sonra ziyarete ve gösterime açıktır.
Yaş:23
Boy:4 fit
Ağırlık: 103 Paund
Bulunduğu yer: Kasai Irmağı Kongo
Dr Verner Tarafından bulunmuştur.
Her öğleden sonra ziyarete ve gösterime açıktır.
İşte ota benga william hornaday kadar insandı anatomik olarak
ama şeref onur haysiyet ve gurur gibi konularda kesinlikle hornaday ve onun
gibi hareket eden yığından kat kat daha çok ve daha mükemmel bir insandı…
İşte ota benga nın yaşadıklarını aynen Kızılderililer ve
Afrikalılarda köleleştirme ve sömürme uğruna yapılan faşist zulümler altında
kitleler halinde esaret ve eziyet görüp
ve katliama maruz kalarak yaşamışlardır…
EVRİMCİLER IRKÇI VE FAŞİSTTİR (KAHROLSUN EVRİMCİ SÖMÜRGECİLER,YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE EŞİTLİĞİ)
Bu başlık altında evrimin yol açtığı sosyal yıkımdan
bahsedeceğim…beyni yıkanmış küçük evrimcilerin çoğu bu gerçekleri göremeyecek
kadar kördür..onlar daha işin biyolojik boyutunda çakılı kalmışlardır çünkü
ufacık bir bitin içindeki sistemler ,organlar gelişen bilimle ortaya çıktıkça
savunmaya çalıştıkları iddianın ne kadar saçma ve gerçeklerden uzak olduğunu
görürler ve hep başa dönerek işin biyolojik varoluşunda takılıp kalırlar..yani
daha ilk basamakta çakılırlar…birkaç basamak çıkmaya çalışsalar da yine hep o
ilk basamağa geri dönerler…
İlginç olan darwinin bu evrim iddiasının bazı
çevreler tarafından havada kapılıp hemen hayata geçirilmesiydi..halbuki darwin
iddialarının çıkmazlarını ve çelişkilerini bilimin geliştikçe
kanıtlanabileceğini ve ortada kanıtlanmış birşey olmadığını ,tezinin o zamanki
çağın bilimsel seviyesini aştığını söylüyordu..işte bu bazı çevreler darwin
kadar dürüst olamadılar..ama küçük evrimciler gibi ilk basamaktada çakılı
kalmayıp olayı genişlettiler…
Sonraki aşamaların hızlandırılmasıysa
ilginçtir…daha kanıtlanmamış bir iddianın bu kadar kısa sürede tamamen doğru
kabul edilip sosyal hayata uygulanmasındaki amaç neydi…amaç:faşizme ve
emperyalizme haklılık kazandırmak,açgözlülük ve dünya çapında bir çıkar savaşını
bir an önce başlatmak…
Evrimin canlıları sınıflandırılması,gruplara ayırıp
onlara değer biçmesi tartışmasız insan ırkını üstün ve aşağı olarak ayrıma tabi
tutmaya ve ırkçılığa yol açmıştır..buna tamamen evrim yol açmıştır…bunu kimse
inkar edemez…bugün afrikada açlıktan ölen çocuklar,avrupada genç yaşta
hamilelikler ve kürtaj,amerikada ki uyuşturucu kullanımı ve aile yapısının
çökmesi,tüm dünyada artık dostluk kavramının bir efsane olarak
anılması,komşuluk,paylaşım ve yardımseverlik gibi asil duygu ve davranışların
unutulması,yerin ise açgözlülük ve bencilliğin yani faşizmin geçerli olmasının
nedeni evrim ve bunu hayata geçiren evrimci felsefecilerdir…
İşte bu evrimci felsefecilerin etkisiyle devlet
adamları ve askerler savunmasız masum insanları katletmişler,ailelerinden yada
yurtlarından sürerek dağıtmak istemişlerdir…bunun nedeni ise tamamen maddiyat
uğruna para,makam,ün..vb. için yani madde için…peki ya maddeci nedir..(bakz.
Maddeci=evrimci=materyalist=darwinist=faşist=racist)
BİLİM NEDİR? EVRİM BİLİMİN NERESİNDE ?(EVRİMCİLER NEDEN MAÇIN İKİNCİ YARISINDAN BAŞLIYOR?)
Bilim nedir..bilim nasıl ortaya çıkar..bilimin
kaynağı sorudur…insanın beyninde oluşan sorulardır bilimin kaynağı…5n1k olarak
özetlediğimiz insan aklının merak ettiği
(papağan yada maymun aklı..vb.değil) sorulara cevap bulmak isteği bilimi ve
dallarını ortaya çıkarır işte….
İşte bu tanımlamadan sonra evrimin bilimin
neresinde yada bilimin ne kadarını kapsadığını kendimizde bulabiliriz…bilimi
tamamen evrime ipotekleyen materyalistlerin çapı aslında ne kadar…
Evrim maddeciliğin gereği yaşamı açıklamaya çalışır
kendince…ama hep sorular karşısında çelişkili tutarsız ve mantıktan
uzaktırlar..bunu da yüzlerce süslü makaleler yayınlayarak.sahte fosiller
yaparak,hayal ürünü resimler çizerek,subjektif sözde bilimsel yayınlar kurarak
(ki evrimci medyaya da kısaca değineceğim bunların amacı ne ve bağlantılarını
kısaca açıklayacağım aşağıda) ve evrimci çıkarcı lobinin düzenlediği sözde
ilimsel ödüller dağıtan kurumlar kurarak örtbas etmeye ve propaganda yapıp
popülerliğini arttırmaya çalışırlar…çünkü felsefede insan psikolojisini de etkileyen
bir kural vardır popüler olan doğrudur yada en azından popüler olan geçerlidir
diye..halbuki bilimde popülistliğe yer yoktur bunun nedeni ise çok
açıktır…dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bilim adamının dikkate
alınmamasıdır..çünkü o zaman bunu söylerken popüler olan şey dünyanın düz
olduğuydu ve insanlar bunu bilmeden doğru sanıp kabul etmişlerdi…evrimciler de
işte bu popülistliğe sürekli baş vururlar..o yüzden aldanmamak gerekir…önce
yalanlarını popülerleştirip sonra popülizmi körüklerler…
İşin diğer bir boyutu da…evrimin bilimi ve insan
aklını kapsayamadığı ve o yüzdende evrensel olamadığıdır..çünkü evrim çok büyük
bir hata taparak subjektifçe ölümü ve ölümden sonrasını yada doğumdan öncesini
ve yaşamdaki bazı bilinmeyen ve anlaşılamayan şeyleri kökten reddetmesidir…ama
halbuki bu ve bunlarla ilgili sorularda insan beyninden çıkmaktadır ve bilimde
otomatikmen bunlarla ilgilenmek zorundadır..işte bu yüzdendir ki evrimin kara
bulutlarından kurtulmaya başlayan bilim dünyası son zamanlarda teoloji
parapsikoloji,ruhbilimi..vb. konularda bölümler kurmakta ve araştırma
yapmaktadır…evrim ise bunları ta baştan reddettiği için açıklayamaz da
zaten…evrim zaten bırakın bunları açıklamayı varoluşu bile açıklayamamaktadır ve
görmezden gelerek yada işine gelmediği yerleri atlayarak yada insanların
sorularından kaçarak maçın ikinci yarısından başlamaya çalışırlar…
Evrimin işte insan aklından çıkan bu sorular
karşısındaki çaresizliğini bastırmak için başvurduğu savunma mekanizması
ise..ölümden sonrası yok diyerek kestirip atarak insanları hayvanlar içinde
sınıflandırıp..sadece doğum ve ölüm arasında hayvanlar gibi
yemek,içmek,üremekten ve dolayısıyla yaşamı çıkar savaşından ibaret görerek
insanın düşünüp bu soruları soran beynini düşünmeyen ve soru sormayan hayvan
yada robot beynine indirgemekten ibarettir..ama düşünüyorum o halde varım
sözüyle taçlanan insanın düşünen bir canlı olması evrimin ensesine şaplağı
indirmektedir…her zamanda indirecektir…
EVRİM İLAHİ OLMAYAN BİR DİNDİR (EVRİM İLAHİ DİNLERE KARŞI OLAN BİR DİNDİR)
Bu dünya iyi ve kötünün yada doğru ve yanlışın
savaşımından ibarettir…
Evrim araştırılırsa felsefi ve mantıksal boyutunun
altında ateizm ve satanizm,scientolojism gibi dinsel inançlarla yakın ilişki
içinde hatta birbirlerini tamamlayıp desteklediklerini görürüz..
Evrim düşüncesinin karşıtı hepimizin kabul edeceği
üzere tartışmasız yaratılıştır…yaşamın başlangıcından öncesi..yaşamın
başlangıcı..yaşamın kendisi…yaşamın sona erişi..vede yaşamın sona ermesinden
sonraki dönem dinsel kaynaklarda açıklanmış ve insanların hayatlarını dürüst ve
mutlu bir biçimde dolu dolu yaşayarak yine huzurlu bir sonsuzluğa ulaşmaları için
öğütler verilmiştir…
Evrim ise yaşamın başlangıcı ve yaşam olgusunda
çakılıp kalmıştır ve bocalamaktadır…hayatlarını da bunu kanıtlamak için ve eğer
kanıtlayamıyorlarsa en azından sahtekarlık yaparak popülerleştirmek için
uğraşmakla ve yiyebileceğinden çok yiyip obez olarak açgözlülükte tavan yapıp
sürekli maddi mücadeleler içinde ufak başarılarla mutlu olmaya çalışarak tüketirler…çünkü
yaşamdan öncesi ve yaşamdan sonrasını baştan kesinlikle reddetmişlerdir…varoluş
ve ölüm ise kanıtlayamadıkları ve açıklayamadıkları kısaca bilmedikleri
şeylerdir..geriye ise şu kısacık ömürleri kalır ve onun için bencilce
yiyebildiği kadar yiyip,içip,sevişerek,maddi çıkarlar uğruna kısa mutluluklar
yaşayıp tatmin olmaya çalışarak ortalama 70 yıl olan insan ömrünü açgözlülükle
tamamlamaya çalışıp kendini boşa yorarlar…
Evrimcilerin psikolojisi dikkat edersek yaptıkları
tek şey ufak anlık zevkler yada başarılarla egosunu tatmin etmektir…dikkat
edersek bu mutluluğun tanımı değildir…sevgi,huzur,dostluk,yardımlaşma,paylaşma
mutluluğun tanımını oluşturur ki evrimsel zihniyette bunların yeri olmadığı gibi
aşağılanır bile…işte bu nedendir ki evrimci materyalistler insan yaşamını hayat
bölümünden ibaret sanarak hem yaşamda hemde sonsuzlukta asla mutlu olamazlar…
Evrimciler tüm bu açgözlülüklerini tatmin ederken
masum dürüst insanlara hatta doğaya ve hayvanlara bile zarar verirler…kendi
maddi tatminleri için sırf kendileri için verilmemiş olan kaynakları faşist ve
bencil oldukları için paylaşmayıp sadece kendileri yemeye çalışırlar…işte bunun
içinde bu tip insanların zaten ölümden sonrasına ve yargılayıcı bir tanrıya
inanmaları beklenemez …satanizm ve scientolojism buradan doğmuştur..paganizmle
ise çelişkili bir biçimde yakın arkadaşlık kurmuşlardır…satanizm şeytana inanmaz
hristiyanlığın tersi olmasıyla ilkelerini belirlemesi güya dine karşı zıt olma
mantığı içerisinde yapılmıştır özünde ateist ve materyalisttir…zaten
söylemlerinde şeytan bir olgudur sadece..var olduğuna bile inanmazlar..tanrı
yerine koyup tapmazlar bile kafayı üşütmüş olan istisnalar hariç…satanizmde
şeytan olgusu benliklerindeki öfke yada nefret egosunu tatmin etmek amacıyla
kullanılan bir semboldür sadece…şeytana tapılmaz sadece ego tatmin edilir…işte
bu yüzden çoğunlukla ateist olduklarını söylerler.ama bilmedikleri şey
ateizminde bir inanç bir din olduğudur…işte evrim aslında kökünde tanrıyı
reddetmek ve ‘’ben’’i ‘’ego’’ yu yani bencilliği ve faşizmi yüceltmeyi sağlayan
dinsel bir araçtır…
Sonuç olarak evrim ve ateizm arasındaki ilişkiyi
kısaca vurgularsak..her insan bir şeye inanmak zorundadır…bu zekasının
gereğidir…ve yaşamını anlamlı kılmak için kaçınılmazdır…ateist 'ben' e egosuna
tapar…tanrıya tapmaz evet ama taptığı bir şey vardır ‘’kendisi’’…egosu ve
düşünceleri onun tanrısı olmuştur…yani bir tanrısı vardır taptığı..ve bu tanrı
için bencilce yaşaması gerekir..egosunu tatmin etmek için evrim teorisi ona
destek verir..işte evrimin bu kadar kayırılmasının popülerleştirilip yayılmaya
çalışılmasındaki amaç budur…
EVRİMİN SÖMÜRGECİ ÇIKAR SAVAŞIMI (İNSANİ DEĞERLERE KARŞI AÇILAN SAVAŞTIR)
Evrimciler neden insanı hayvan olarak görmek
ister…atasını hayvan olarak kabul edip hayvanlar arasında sınıflandırır…bunun
nedeni de yine bencillik çıkar ve taptığı egosunun tatmini için hayvanca yaşamaktan
başka bir seçenek görememesindendir…işte evrimin anafikri budur..yoksa bilimsel
hiçbir tarafı yoktur…bilim sadece süslü kelimeler,sahte kanıtlar,geçersiz
deneyler ve göz alıcı çizimlerle bu anafikre alet edilir o kadar…
Evrimcilerin yaşamı,diğer yaşamlara bakış açısı
,saygısı ve yaşama katmaya çalıştıkları araştırılırsaşeref,onur,namus,dürüstlük,masumiyet,yardımseverlik,paylaşımcılık,komşuluk,dostluk,arkadaşlık,akrabalık..vb.kavramlara
sırt döndükleri ve hatta aşağıladıkları açıkça görülür ve benim bu hasta
zihniyete karşı olan başkaldırı ve asiliğim tavan yapar hehhe..sonuçta
rockeriz…haksızlığa ve kötülüğe karşı asiyiz…
Evrimciler sürekli bir savaştan bahsedip
dururlar..peki bu neyin savaşımıdır…dünyaya mutluluk ve barış
getirmek mi…hayııırr…muhtaç ve fakir insanlara yardımmı hehehe tabii kii
hayırrr….hayvanları ve doğayı korumak için mi yoksa…hayırr alakaları bile
yokk…peki neyin savaşımı
Güçlünün zayıfa karşı savaşımı..güçlünün zayıfı
ezmesi ve sömürmesi gerektiğini savunup bunun için daha çok yemek şişmek
sömürmek için dünyanın içine etme savaşı…
Peki bu savaşta güçlü ve zayıf denen iki taraf var
ve evrimciler güya güçlü tarafta yer alıyor peki evrimcilere göre güçlü olan
kimdir..cevap:çıkarı için şerefsizliğe ve onursuzluğa göz yuman insan,namus
bekaret gibi insani değerleri aşağılayıp hayvanlar gibi utanmaz olan ve zevk
için yaşayıp kısa zevklerden mutluluk duyup tatmin olmaya çalışan
insan,duygusuz,bencil ve acımasız olarak çıkarı için kim olursa olsun çocuk
masum yaşlı yada genç ayırt etmeksizin öldürüp yaralayıp sakat bırakabilen
insan,dostluk akrabalık,arkadaşlık,komşuluk..vb. kavramlara aslında inanmayan
ve bu insani ilişkileri sırf çıkarları uğruna sömürmek için kullanıp yalancı ve
ikiyüzlü olan insan ve böylece kısa yoldan başarı ve zenginliğe maddeye sahip
olup başlangıcı şans eseri olan sonu ise ölümle toprak olup yok olacağına
inandığı hayatı yiyebildiği kadar yeme yarışına girip yaşamaya çalışan insan
güçlü insandır…böle olmayan insanlar,yaşlılar,ırklarından olmayan
çocuklar,hayvanlar,doğa,fakirler,hatta engelliler ise zayıflardır ve yok
edilmeli yada sömürülmelidir…
Aslında karşı oldukları nefret duydukları
insanlığın kendisidir..bütün zayıflar yok edilse bu sefer güya güçlü olanlar
olarak her biri çıkarı için birbirini yemeye başlarlar…
İşte evrimcilerin güçlü üst-insan evrimin son
noktasına ulaşmış yaratığı budur..insan kelimesini kullanmakla hata yaptım
çünkü böle bir insan olamaz..insan değil çünkü bu yaratık hayvanda olamaz..çünkü
hayvan bile ondan daha medeni ve düzgündür…bunlar hayvandan daha aşağı rezil
lanetlenmiş yaratıklardır..bu tipler tarihte de yaşamışlar ve yaptıkları
araştırılırsa düşünce yapıları yaşamlarıyla söylediklerimın kanıtı görülmüş
olacaktır…bu yaratık insan değildir…hayvan bile değildir..evrimcidir..
EVRİMCİLERE GÖRE TÜRKLER AŞAĞILIK BİR IRKTIR (BANA GÖRE EVRİMCİLER HAYVAN BİLE DEĞİLDİR)
"Doğal
seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden
daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki,
birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa
milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın
TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak
bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip
gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR
AŞAĞI IRKLARIN ÇOĞUNUN MEDENİLEŞMİŞ YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE
EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM.
Charles
Darwin – madem Türksün darwine göster ürksün
Öncelikle evrimcilerin hayvan bile olamayacağını
yukarıda anlattığım için tekrar değinmeyeceğim…ben Türküm ama ırkçı değilim
işte Türklüğümle bu yüzden gurur duyuyorum..çünkü türk demek kardeşlik ve
misafirperverlik demektir karşılıksız yardım ve dürüstlük evrimcilerin bihaber
olduğu şeref onur adalet kavramlarına sahip olan,şerefli ve onuru için canını
bile karşılıksız verebilen gerçek insanlık örneği demektir…
Evrimcilerin yukarıda bahsettiğim insan ırklarını
sınıflara ayırıp değerlendirirken,siyahileri Afrikalıları,Asyalıları,melez ve
esmerleri,Çingeneleri,Kızılderilileri,Arapları,Slavları ve Türkleri aşağılık
gelişmemi ilkel ve sömürülmesi gereken zayıf ırklar arasında
saymışlardır…özellikle evrimin hakim olduğu Avrupalı materyalist ve ırkçı
çevrelerin Türkler hakkındaki yorum ve sözleri araştırılırsa evrim teorisinden
ne kadar dayanak alıp bu sözleri ve eylemleri yaptıklarını açıkça
görebilirsiniz…
Öyle ki sarışın mavi gözlü açık tenli üstün insan
Atatürk ün Asyalı mongol Türklerin başında yer alması sayesinde Türklerin
bağımsızlık mücadelesini kazandıklarını söyleyebilecek kadar adi ve
aşağılıktırlar…dedelerimize şehitlerimize ve Atatürk’e hakaret etmektedirler…ne
evrimcilerin maymundan gelme beyni nede satılmış ruhları o şanlı ruhu şeref ve
onur savaşımını anlayamaz zaten…çünkü orada karşılıksız verilen birşey var…adam
orada canını veriyor karşılıksız..şehitlik denen bir kavram var ve faşist evrimciler de
bunun açıklaması yok… çünkü şeref onur,şehitlik,bayrak..vb. kavramlar yabancı
kavramlar madde düşkünü çıkarcı evrimciler için …
Türk
milliyetçiliği, kafataslarıyla uğraşmaz. Çağdaş bilimin reddettiği “üstün ırk,
aşağı ırk” nazariyeleriyle ilgisi yoktur.
EVRİM MEDENİYETİ ( MADDE VE ZAMAN ARASINDA SIKIŞMIŞ İNSANLARIN YOZLAŞMASIDIR)
Şu zamanda dünyaya baktığımızda yaşamın zaman ve
madde arasında koşuşup duran soğuk ve mutsuz insanlarla dolu olduğunu
görürüz…buna kimse itiraz edemez…sömürgeci evrimciler işte dünyayı bu hale
getirdiler…kimisi geçinebilmek kimiside daha çok yiyebilmek için zamanla
sıkıştırılmış hayatlarında maddi değerlere ulaşmak için çırpınıyor…
Madde ve zamanın evrimin iki temel dayanağı
olduğunu yukarıda söylemiştik..işte yaşam, zamanla sınırlanmış kim ne kadar çok
madde yiyecek yarışına dönüştürülmüştür…işte bu yarışta insanlar en ufak maddi
zevk ve değere ulaşıp sahip olmak için şeref
onur,namus,akrabalık,komşuluk,dostluk,yardımseverlik..vb. kavramları ya terk
ediyorlar yada çıkarlarına daha kolay ulaşabilmek için iki yüzlülük ve duygu
sömürüsüyle kullanıyorlar…ve tüm bunları yaparken de zamanla yarışıyorlar…
Bunun sonucunda da yukarıda da bahsettiğimiz kültürel
ve sosyal yozlaşma aile kavramının çökmesi,dostluk ve arkadaşlıkların çıkar
üzerine kurulması,statü makam yada mevkiye sırf çıkar için daha çok yemek için
ulaşılmaya çalışılması ve bunun için her türlü insani değerden ödün
verilmesi,alkolizm,uyuşturucu,genç yaşta hamilelik,kürtaj,homoseksüellik,hırsızlık,şiddet,cinayet
ve darpların artışı ve bunların günlük hayatta artık sıradan şeyler olarak
kabul edilir hale gelmesi…yine evrimci toplumlarda kadının her ne kadar medeni
gösterilip,olayın arka yüzünde cinsel obje olarak görülmesi,evlilik kurumunun
yıkıma uğrayıp,evlilik dışı çok eşli yaşamın artması ve desteklenmesi,babalık
kavramının yok olması,aldatmaların,boşanmaların artması ve çocukların bakımı ve
yükün kadın üzerine binmesi,parçalanmış yada soğuk ailelerde büyüyen sorunlu
çocuklar,köşeye bucağa atılmış yalnız insanlar ve yaşlılar,daha çok yer
sömürmek yada daha çok para kazanmak için silah yada gereksiz eşya yapmak için
doğanın katledilmesi,hayvan soylarının bir bir
yok olması,savaşlar,katliamlar,kimyasal silahlar..vb. evrimin bu dünyaya biçtiği
evrim zihniyetinin doğurduğu dünyamızın yaşadığı en karanlık çağın ve çürümüş
medeniyetlerin yaşandığı günümüz dünyasının içine etmekte evrimin başlı başına
yaptığı tek şeydir…
EVRİM TEORİSİ, MASONLAR VE MEDYA ÜÇGENİ (BU ORTAKLIĞIN KOKUŞMUŞ AMACI ASLINDA NEDİR?)
Konu boyunca sıkça bahsettiğim gibi darwinin ortaya
attığı iddia iddia olmaktan çıkmış dünyanın hiç görmediği karanlık ve yıkım dolu bi çağın kapılarını
açmıştır…
Evrim bilimi değil yaşamı da zehirlemişti…darwinin
iddiaları bazı çevreler tarafından hemen kabul edildi ve bilimsel alanda
propogandası yapılarak doğru ve gerçekmiş gibi gösterilip saf insanlar
kandırıldı…
Sosyal yaşamda ise evrim zihniyetinin yıkıcılığı
gözle görülür bir biçimde hissedildi…avrupalı üstün beyaz ırkın temsilcileri
olan ülkeler asya amerika afrika ve avustralya kıtasında sömürgeciliğe şiddetli
ve kanlı bir boyut getirdiler…ve dünya, tarihi boyunca görmediği acı ve kıyımları
gördü…daha sonra diğer avrupalı üstün ırklar gibi olup geri planda bırakılmaya
çalışıldığı yada dışlandığı hissine kapılan bir başka ülke bu kez avrupada dahil
tüm dünyaya kan kusturmak istedi ve felaketler birbirini izledi…işte tüm bu
faşist ülkeler darwin ve ondan etkilenmiş felsefecilerin özellikle etkisinde
kalmışlardı…sadece devlet adamları yada kumandanları değil bilim adamları bile
bu evrimci felsefecilerin etkisinde kalmış ve yine yukarıda değindiğim gibi
sömürdükleri ülkelerden esir aldıkları insanlar üzerinde evrimci materyalist
ilkelerin ışığında deneyler yapmışlar ve bu insanlar acı ve işkence içinde
ölürken yada sakat kalırken evrimin yanlışlığını da ortaya koymuşlardı…
Bu acı tablolardan dünya ders aldığını sandı ama
yanıldı..faşizm ve evrim daha sinsi ve karanlık bir biçimde geliyordu bu kara
bulutun adı masonlar ve yahudilerin başrollerinde olduğu soğuk savaş dönemiydi…
Yahudiler haksızlığa uğradıklarının propagandasını
çok iyi yaptılar ve dünyada sözde hakkı yenmiş ve haklı bir topluluk olarak
kendilerini göstermeyi başardılar…halbuki sürülüp işkence ve katliama
uğrayanlar sadece kendileri değildi…nitekim bu durum yahudilerin lobiler
aracılığıyla birleşmelerine ve israilin kurulmasıyla da bir bütünleşmeye
tamamiyle yol açtı..eskiden beri var olan ama bu kadar etkili ve güçlü olamayan
gizli mason/yahudi lobileri…bir anda dünyadaki tüm ülkelerin ekonomilerini kontrol
eder bir hale geldi…öyleki bu ülkelerin devlet adamı,asker,bilim adamı ve
sanatçıları yanı sıra zengin iş adamları ve tanınmış elit aileleri, masonlar
sözde insanlık kardeşlik birliği adı altında paganist yahudi bir ritüelle
avuçlarının içine alıyor ve onları elit zengin ve seçkin bir kulübün bir parçası
olma yada olamama psikoljisiyle kukla gibi oynatmaya başlıyorlardı.…işte
masonlar bu hareketleriyle soğuk savaş dönemi adı verilen günümüzün silahsız
ama yıkıcılıkta füzelerden geri kalmayan yeni bir ırkçı evrimci faşist akımı
başlatmış oluyorlardı…
Öyle ki her ülkede faaliyet gösteren ve sadece
zengin seçkin ve nüfuzlu insanları bünyesine katan mason locaları..bir
faşistler kulübü kurdular…ülkelerdeki tüm bilgi ve paranın israil ve yahudi
lobisince kullanılmasına olanak veren bu kuşatmada özellikle medya önemli bir
sömürü silahıdır masonların soğuk savaş stratejisinde…
Masonların konuyla ilgilerini kolayca anlamak için
2 küçük noktaya değinmek yetecektir:masonluğun materyalist kökeni ve masonluğun
faşist amaçları doğrusunda insanlığa karşı uyguladığı sahtekarlık yordamı…
Masonluğun materyalist kökeni kabalaya oradan da
eski mısır büyücülüğüne dayanır…aslında Kur an da ki büyücülükle ve eski mısır
firavunlarıyla ilgili pek çok ayet masonluğun ne olduğunu ve nasıl bir tehlike
olduğunu başlı başına ortaya koymaktadır….işte Kur an ın binlerce yıl önceki o
dönemlerden bahsederek tüm insanlığı evrensel bir uyarıyla uyardığı o tehlike taa
bugünlere kadar gelmiştir…bu tehlike masonluktur.masonluk=firavun+kabala….eski
mısırda firavunun tanrısal liderliği altında kabala kültürüyle yozlaştırılan
insanlara ‘’karmaşanın içinden düzen çıkarma’’ felsefesiyle kaos teorisi empoze
edilmiştir…kaos teorisi yani düzensizlikten düzen olması yada hastalıktan sağlıklı
bir varlık meydana çıkabileceği veya hücresel bozulmadan farklı ve eksiksiz bir canlı oluşabileceği düşüncesi evrimin, masonluğun ve materyalizmin ortak ve en
önemli noktasıdır hatta özüdür….kabala sapkınlığının da eski mısırdan beri
sapmış insanların maddi çıkar ve zevklere ulaşabilmek uğruna doğaüstü güçlerden
faydalanma,medet umma,tek ve mutlak yaratıcıyı reddederek özellikle karanlık
güçlerle işbirliğine gitme amacıyla ayinler ve büyüler yapmakta yine
materyalizm kabala ve masonlar arasındaki üçgenin özüdür….
Masonluğun kendi dışındaki insanları kandırma ve
kullanma yordamı ise hümanizmdir….’’ insanlık’’ kavramı evrilip çevrilerek
kardeşlik olarak sahte bir sevgi-iyilik oyununu oynarlar….materyalist dünya
görüşlerinin çıkarcı gerçeklerini örtbas etmek için masonlar,insanlık oyunu
oynarlar…obez göbeklerinin üstüne önlük asıp sırf dünyevi çıkar ve egoları
uğruna bir araya gelmiş olmalarına rağmen kardeşlik, insanlık yalanıyla bunu
yaparlar…bu oyun insanlık namına her türlü pisliği kötülüğü hoş görme böylece
hümanizmi insanlığı karanlığa indiren merdiven olarak kullanmaktan
ibarettir…ayrıca ‘’tanrı içimizde’’ sözü tamamen masonik bi sözdür ve
hümanizmin özüdür….bununla ilgili türk mason localarının 1923 te yayınladığı
meşrik-i azam kayıtlarında şu yazar:
‘’Biz artık Allah ı hayat gayesi olarak tanımayacağız…Biz
bir gaye yarattık…O gaye Allah Değil beşeriyettir’’
‘’O halde mabedimizi tetkik edersek,kendimizi tetkik
edersek,kainatın ulu mimarına gideriz…ve kainatın ulu mimarı kendi
içimizdedir..’’(masonik yayın mimar Sinan dergisi yıl:25 sayı:27-28 syf:40)
medya
kuruluşları da kasıtlı olarak evrimi desteklerler….hiç alakası olmayan
zamanlarda ve sık sık gazete ve dergi sayfalarında ,tv programlarında planlı
olarak evrimi destekleyen yalan haberler,yazı ve programlar yer alır….
Mason medyaya göz attığımızda evrimi
desteklemeleri,düzenli olarak sürekli evrimin propagandası yapılarak hangi
ülkenin medyasını kukla gibi kullanıyorsa o ülkenin milli,kültürel,sosyal
değerlerini yıkıcı,bozucu ve toplumun yozlaşmasını mutsuz ve
soğuk,duygusuz,milli manevi değerlerinden kopuk ruhsuz,yozlaşmış dejenere
olmuş, gözü aç, hep daha çoğunu isteyen,bencil,egosunu hiçbir zaman tatmin edemeyen
bir yapıya bürünmesini amaçlar…bu amaca ulaşmanın tek ve en iyi yolu da
sevgi,yardımseverlik ve insani duyguları hayvanlaştırıp aşağılayan zayıflık
belirtisi görüp yok etmeye çalışan evrimci zihniyetin bir zehir gibi toplumlara
ve gençliğe empoze edilmesidir…böylece bozulan halkları medya aracılığıyla
direkt ve entel elit çağdaş kesim örnek sunularak yönetmek,kontrol altında
tutup sömürmek daha kolay olacaktır…kutsal gördükleri toprakları üzerinde
olanlar hariç kan akıtmaya gerek yoktur…çünkü ölü her insan onların cebine
girmesi engellenmiş eurolar demektir..işte bu yüzdendir ki dünya üzerinde
herhangi bir insanın yaptığı herhangi bir alışverişten en az %1 den % 70’lere
kadar olan oranı mason ve yahudi lobilerine ve oradan da israilin faşist ve
ırkçı emellerinin başarıya ulaşması için kullanılmak üzere gerekli bağlantılar
ve yollar kurulmuştur…
Nerede bir
pislik,kötülük,nifak,katliam,savaş,yıkım,işkence ve haksızlık varsa altından
kapkara iğrenç bir böcek gibi evrim çıkmakta
ve tüm bu pisliği pompalamaktadır…medya patronlarını ve çoğu entel yazar
ve sanatçıyı avucunun içine alan masonlar ülke medyasını evrimin sapkın ve
ahlaksız ilkelerini özellikle gençleri ve kadınları ilgilendiren programlarla
halka empoze etmeye çalışmak işte bu soğuk savaşın en önemli kuralıdır..çünkü
evrimin bozucu ve yıkıcı etkisiyle toplum ülkemizde de son zamanlarda görüldüğü
gibi kültürel dejenerasyon,sosyal yozlaşma insanların gruplaşması ve bölünerek
sırf çıkar ve statü için birbirlerine düşmeleri masonların en büyük
amacıdır…çünkü bölünmüş birlik olmayan dağılmış herkesin maddiyat uğruna
yalnızlaşmasıyla parçalanıp yardımseverliğin olmadığı toplumları sömürmek ve
kontrol etmek en kolay şeydir..işte soğuk savaşın amacı budur…soğuk savaşın
işte bu en önemli stratejisiyle bir ülkeyi sömürüp kontrol etmek..öyle ki
silahla askerle bombalarla bile başarılamayacak birşeyi başarma imkanı
vermektedir..hemde kolayca ve kayıpsız olarak…
EVRİM BİLİMİN TA KENDİSİ DEĞİLDİR (EVRİMCİLERİN EVRİM DIŞINDA HİÇBİRŞEYİ BİLİMSEL SAYMAMA PROPOGANDASI BİLİMİ KENDİ ÇIKARLARINA ALET ETMEK AMACIYLA BAŞVURDUKLARI BİR İKİYÜZLÜLÜK,YALANCILIK ÖRNEĞİDİR VE DÜRÜSTLÜKTEN NASİBİNİ ALMADIKLARININ KANITIDIR)
Başlık uzun olduğu için kısa bir yorum
yapıp içlerinde tanınmış ve ünlü bazı bilim adamlarının da söylemiş olduğu
sözler yazacağım..bundaki amacım…evrimi çürütmek değildir..o zaten
çürümüştür..amacım bilimin sadece evrim olmamasıdır.. bilimi sadece evrimden
ibaret olarak gösterme çabası sahtekarlıktan başka bir şey değildir..ve subjektif
olmanın ne demek olduğunun birebir tanımıdır…bu takım tutar gibi yanlılık ve
tarafsız olamama durumunun,fanatizmin tavan yapması anlamına gelir..
‘’kambiyen
devri fosilleri çin,afrika,ingiliz sömürge adaları, isveç ve grönland’ta
bulunmuştur…kambiyen devrinde meydana gelen patlama tüm dünyayı etkilemiştir…ama
bu olağanüstü patlamayi bilimsel olarak incelemek ve tartışmak
mümkün
olmadan bu fosilleri bulan Charles Doolittle Walcott
tarafından evrim gemisini batırmamak için gizlendi…çünkü bu fosiller kompleks ve
karmaşık canlı yapılarına sahipti’’
bilim adamı
Gerald schoreder
‘’canlılar
543-490 milyon yıl önce yaşanmış olan kambiyen döneminde,mükemmel ve kompleks
halleri ile bir anda ortaya çıkmıştır.’’
Cambridge
grubu bilim adamları derek briggs,simon morris,Harry whittington
"Biz astronomik standartlar göz önüne
alındığında, çok fazla özen gösterilmiş, kollanmış ve şefkat gösterilmiş bir
grup yaratıklarız... Eğer evren şu anki en hassas kesinliğinde yapılmış
olmasaydı hiçbir zaman var olamazdık. Benim görüşüme göre mevcut şartlar,
evrenin insanın içinde yaşaması için yaratıldığını gösteriyor".
Prof. John O'Keefe, NASA astronomi uzmanı
Prof. John O'Keefe, NASA astronomi uzmanı
"Fizik kanunları çok üstün bir dehanın
ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı".
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizikçi
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizikçi
"Demek istediğim şudur ki evrenin bir
amacı vardır. Orada öyle, bir şekilde şans eseri var olmamıştır".
Prof. Roger Penrose, Matematik profesörü
Prof. Roger Penrose, Matematik profesörü
“Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan
evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya
çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas
sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü
bir delildir.”
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizik profesörü
Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizik profesörü
"İnancın
rahmeti çok büyüktür"
Roger Bacon –
Muhteşem doktor
"Bilim
insanların inancı kabul etmelerini sağlamada büyük bir avantaja
sahip"
Roger Bacon –
Muhteşem doktor
‘’Hataya düşmemizi
engellemek için çalışmamız gereken önümüzde iki kitap var, birincisi Yaratıcının
vahyi olan Kutsal Kitap, ikincisi O'nun gücünü ifade eden yaratılanlar’’
Francis Bacon –
Bilim Adamı
"Tabiat hiç
şüphesiz Yaratıcının hiç vazgeçemeyeceğimiz, okunması gereken diğer bir
kitabıdır"
Galileo Galilei-
mucit
"Yaratıcıyı
anlamak için sahip olduğunuz tüm duyularınızı kullanın."
Johannes Kepler –
Astronominin kurucusu
‘’Başta bütün işler
Yaratıcı tarafından yaratıldı, sonra bugüne kadar O'nun tarafından muhafaza
edildi ve hala ilk yaratıldıkları gibiler."
John Ray – Botanik
biliminin öncülerinden
"Özgür bir
adam için doğanın güzelliklerini ve Yaratıcının sonsuz aklını ve yüceliğini
düşünmekten daha değerli bir şey olamaz"
John Ray – Botanik
‘’Dünyadaki mevcut
sistemin mükemmel bir şekilde planlanmış olması, özellikle de hayvanların sahip
oldukları ilginç özellikler, duyular ve hayranlık uyandıran yapıların hepsi tarih
boyunca düşünürlerin Yaratıcının varlığını kabul etmelerine neden olmuştur’’
Robert Boyle-
Modern kimyanın kurucusu
"Yaratılış tek
bilimsel açıklamadır"
İsaac Newton –
sölemeye gerek yok sanırım
İsaac Newton – Söylemeye gerek yok sanırım
‘’Yaratıcı sonsuz ve mutlaktır; gücü sınırsızdır ve her şeyden haberdar olandır; varlığı sonsuzluğa dayanır; her şeyi yönetir, yapılan ve yapılacak olan her şeyi bilir. O sonsuz ve sınırsızdır; ... Daimidir ve vardır; Varlığı daimidir, her yerde mevcuttur; her zaman ve her yerde var olmasıyla O, tüm zamanı ve aralıklarını yaratır.
İsaac Newton
‘’inançsız
astronomlar deli olmalı"
William Herschell –
Astronom
"Bir çalılıktan karşıya geçerken, ayağımı bir taşa doğru
attığımı farz edelim. Bana, nasıl olup ta o taşın oraya geldiği ya da orada
bulunduğu sorulsaydı, bildiğim her şeyin dışında, muhtemelen bir şekilde
önceden beri orada olduğunu söylerdim... Ancak, yerde bir saat bulduğumu farz
etseydik bu durumda o saatin nasıl olup ta orada olduğunu sorgular ve neticede
daha önceki cevabımı veremezdim.
Aksine, saatin parçalarının birbirleriyle olan uyumu ve bir
sistemi oluşturacak şekilde bir araya gelmiş olmaları bize belli bir zamanda,
belli bir yerde ve belli bir amaç için bir ya da birden fazla sanatkârın saati
tasarlayıp yapmış olduklarını düşündürürdü."
William Paley –
Teolog
"Dünyayı tek
bir Yaratıcı yarattığına göre, bütün tabiat bir bütünün parçaları olmalı"
Michael Faraday –
sölemeye gerek yok sanırım
‘’Bilgim arttıkça
dinin ilahi kaynağının kanıtları daha da netleşiyor, Yaratıcının büyüklüğü
anlaşılıyor, gelecek ümit ve zevkle aydınlanıyor’’
Samuel Morse –
Mucit (ünlü mors alfabesi çaktınız mı)tabii bide ‘’mors olmak’’ var hehehe
‘’Yaratıcının isteklerini
öğrendikten ve itaat ettikten sonra yapacağımız diğer şey O'nun aklını, gücünü
ve iyiliğini yaptığı işlerin kanıtından bilmektir. Tabiat kanunlarını bilmek Yaratıcıyı
bilmektir’’
James Joule – Mucit
‘’Doğayı ne kadar
çok incelersem, Yaratıcı'nın eserleri karşısında inancım o kadar çok artıyor’’
Louis Pasteur
–söylemeye gerek yok sanırım
‘’Bilim insanı Yaratıcıya
götürür.’’
Louis Pasteur –
ünlü söz
‘’Bizi basit kimyasalların var olduğu bir
karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel
ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin
öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman
detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir
prensibin varlığına, ancak diyalektik materyalizme olan bağlılık uğruna
inanılır’’
Robert Shapiro – kimyager dna uzmanı
‘’Hür düşünen insanlar olmaktan korkmayın. Eğer derin
düşünürseniz, bilim aracılığıyla Yaratıcının inancına yönelirsiniz.’’
William Thompson - Fizik
‘’Hayatın kökenine baktığımızda, bilim, kesin bir şekilde o Büyük Kudret'in varlığını onaylar’’
William Thompson – Fizik
‘’Bilim kalesinin yüksek zirveleri Yaratıcının muhteşem işlerini gösteriyor’’
J.J. Thomson – Fizik profesörü – elektronu bulan bilim adamı
"Yaratıcının işleri büyüktür"
John Strutt – Kaşif
"Benim tek yaptığım, Yaratıcının yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu Yaratıcının eseri, benim değil."
George Carver – Botanik tarım
‘’Biz, evrenin bir dizaynı ve kontrol gücünü gösterdiğini keşfettik’’
James Jeans – Fizik
‘’Evren hakkında yapılan bilimsel bir araştırmanın sonucu tek bir cümleyle özetlenebilir: Evren, bilgisi sonsuz bir varlık tarafından dizayn edilmiştir.’’
James Jeans – Fizik
‘’Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır.’’ (Einstein, Science, Philosophy, And Religion: A Symposium, 1941 ch. 13)
Albert Einstein – konuşmaya bile gerek yok sanırım
‘’Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.’’
Albert Einstein – tartışmaya gerek yok artık
‘’Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor.’’
Albert Einstein – boşuna en zeki insan değil
‘’İnsan eliyle uzayda uçmak şaşırtıcı bir başarı ama uzay, kapılarının çok az bir kısmını insanlara açıyor. Bu delikten evrenin geniş esrarına bakmak, Yaratıcı'ya olan kesin inancımızı onaylıyor. Evreni var eden üstün bir Aklı tanımayan bir bilim adamını ve gelişen bilimi reddeden bir din adamını anlamakta güçlük çekiyorum’’
Wernher von Braun – Astrolog-mucit
‘’İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı her şeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki her şeyin tesadüfen oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir.’’
Wernher von Braun – Astrolog-mucit-ünlü nasa direktörü
‘’Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: 'İman et. İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır.’’
Max Planck – ünlü fizikçi ve kaşif
"farklı ırkların zihinsel özellikleri
birbirinden çok farklıdır; bu hem duygusal hem de entellektüel yeteneklerinde
kendisini açıkça belli eder"
Charles Darwin – teorisyen
‘’Birçok bilim adamı ve teknoloji uzmanının
Darwin teorisine dilleriyle hizmet ediyor olmalarının tek nedeninin, bu
teorinin bir Yaratıcı olduğunu reddetmesi olduğunu kabul etmek zorundayız.’’
Michael walker –
Antropolog
‘’tesadüf kavramı, ateizm görüntüsü altında
kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir.’’
Pierre Paul Grasse - Zoolog
Tür; Araştırma,deneme,makalePierre Paul Grasse - Zoolog
KÜNYE
İçerik;Bilimsel,Tarihi,politik
Kaynak; Her şey
Dönem;Mayıs 2006 - Temmuz 2007
Güncelleme;2. Bölüm için veri toplanıyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder